İttihat ve Terakki güdümündeki çapulcu çetelerden çok önce, Persler Foça'ya saldırıp ahalisini sürgüne zorlamışlar. M.Ö. 6.yüzyılda günümüz Güney Fransa kıyılarında yine Foçalı denizcilerin kurduğu ilk Grek yerleşimi Massalia bu göçle daha da güçlenmiş. Zamanla adı Marseille haline gelen kent, yüzyıllarca Akdeniz'deki en kozmopolit ve işlek limanlarından biri olarak şanını sürdürmüş.
Ülkenin en önemli sinema etkinliklerinden biri olan FID için Marsilya'ya giderken eski limanda antik yelkenlilere rastlamayacağımı veya bölgenin geleneksel ahşap barque ve barquette'lerin, çoğunluğu oluşturan camelyaftan mamul alelade teknelere göre azınlıkta kalacağını hissediyordum, fakat GalataPort misali bir projeyle Fransa'da karşılaşmak hoş bir sürpriz olmadı.
Festivalin açılışı eskiden ticari limanın ambarı vazifesini gören Silo'da yapıldı. Kültür merkezine devşirilen devasa binanın soğukluğu bir yana Corneliu Porumboiu'nun Comoara (Hazine) adlı eserinin gösteriminden sonra geceyarısına doğru merkezdeki otelime doğru ağır ağır yürürken kendimi mimari bir makette figüran gibi hissettim.
Marsilyalıların bağırlarına halen basmış gibi görünmedikleri bu mıntıkada şık kaldırımlar, gayet rahat banklar, yerleştirildikleri noktalara birer heykel estetiği katan ağaçlara rağmen tek tük insana rastladım. Sağ tarafımda heyula gibi bir AVM ve denize bakan yamacından gelen agresif bir eğlencenin tınıları; sol yanımda eski antrepoların, dönüştürülmeye başlanan ama bazı sebeplerden dolayı rötuş muameleleri durmuş, tozlanmış hüzünlü cüsseleri. Tabii makyajı bitmiş ve soylulaştırmadan payını layıkıyla almış cilalı binalar da var ama onlar da sanki ancak belirli bir elitin erişimine göre tasarlanmış.
Ertesi gün Vieux Port (Eski Liman) esnaflarından biri aktarıyor:" Marsilya'nın ticari liman ekonomisi battı, Fransa'nın durumu da zaten malum… Şehri tamamıyla turizme endeksleyip kurtarmayı umuyorlar ama bizi düşünen yok! Tamam, kruvaziyer gemileri artık şehre daha yakın yanaştırılıyor ama bunların amacı turisti hemen oracıktaki alışveriş merkezleri ve mekanlara yönlendirerek çıkar sağlamak, eski limanda nesillerdir dükkan işleten yerli esnafın ölümü demek bu…"
Ertesi gun festival de bu saldırgan mantaliteden nasibini alıyor: Çin Başbakanı Li Keqiang'ın kısa süreli bir ziyareti mevzubahis olsa da, çakı gibi güvenlik kuvvetleri kenti felç ediyor. Uuslararası deniz taşımacılığının önde gelen şirketlerinden biriyle imzalanacak anlaşmalar yüzünden FID'in etkinlik boyunca hizmet verecek geçici kantini güvenlik çemberinin içinde kaldığından o gün ulaşılmaz oluyor, lojistik politikası sanat endüstrisini geriyor!
İlerleyen günlerde FID, tavır açısından farklı olsa bile desibel faktöründen dolayı yine muzdarip oluyor. Kentin gayet iddialı kültür merkezi MuCem'in bulunduğu, bir zamanlar deniz doldurularak oluşturulmuş düzlüğü bu sefer de Pride Marseille tüm haşmetiyle dolduruyor. Festivalle filmlerine hakim ağır sanatsal ve entelektüel hava Priscilla Çöller Kraliçesi benzeri bir mizansenle dağılıyor; Brezilya'da diktatörlük sırasındaki işkencelerin yapıldığı karanlık bodrumlardan çıkıp Temmuz güneşi altında bangır bangır çalan tekno müzikle çarpışınca gözler ve kulaklar adeta şoke oluyor! Bu defa resmen rol çalanlar LGBTİ'ler, fakat her türlü durumda cool kalmakta fayda var…
Dikatörlüğün Gururu
Güney Amerika'daki diktatörlükler arasında en fazla görsel malzemeyi oluşturup arşivlerinde özenle muhafaza eden Brezilya olmuş. 1964 ile 1985 yılları arasında ülkeye hükmederken Komünizme karşı sürdürülen savaşın diktatörlük şanına yakıştığını düşünenler, kurbanlarının çırılpıklak resimlerini çekmekten de geri durmamışlar.
Anita Leandro'nun yönettiği Retratos de Identificação (Photos d'identification) adlı belgeselde fotoğrafların insan kimliğini tespit etmekten çok daha öteye vardırıldığına şahit oluyoruz. Tutukluların psikolojisini bozmak üzere kullanılan bedenlerin soyulması ve kaydedilmesi bir yana, güvenlik kuvvetlerince yapılan insanlık dışı muamelelerin ve işlenen cinayetlerin görüntüleri de yoldaşlara yönelik işkencenin dozunu arttırmak için ayrıca kullanılmış. 15 kişilik bir polis grubunun çıplakken dayak attığı Dora yüzüne yönelik darbelerin "Suratının şeklini değiştireceğiz!" nidalarıyla vurulduğunu anlatıyor. Macumba müziğinin eşliğinde devam eden işkencenin faillerinin bir eğlencedeymişçesine heyecanlı ve neşeli olduklarını da hatırlıyor.
Yönetmen Leandro ülkede hala çok güçlü olan sağcı burjuvazinin diktatörlüğe yönelik nostaljisini açıkça ifade etmekten imtina etmediğini belirtiyor. Zaten ülkede polis kurşunuyla ölen insanların sayısının dünya sıralamasındaki yeri o kadar yüksek ki solcu hükümete rağmen faşist rejimin sona erdiğini bile söylemek zor. Leandro'ya göre medyanın güdümündeki tüketim toplumu ABD tarzı bir yaşama yüreklendirilirken, ülkeye hakim işadamları çıkarlarına aykırı icraatlarda bulunabilen Dilma Rousseff'i mütemadiyen lekelemeye ve yıpratmaya çalışıyor. Halkın büyük kısmı geçmiş hakkında fazla bir şey bilmediğinden toplumsal hafızanın oluşturulması insan hakları aktivistleri için büyük önem taşıyor. Ne de olsa Brezilya'daki diktatörlük sırasında mevzubahis suçları işleyenler, yargılanmadı, dokunulmazlıkları halen sürdüğünden sahildeki villalarında rahat bir emeklilik geçiriyorlar. Bu arada Evanjelist Hıristiyanlar gün geçtikçe kuvvetleniyor, Nazi organizasyonlarına benzer oluşumları dini şablonlara uygulanması ülkenin geleceği konusunda kötümser senaryolara işaret ediyor.
Siyasi mücadeleye katılan dört önemli karakter üzerinden bizi Brezilya'nın gayet karanlık günlerine götüren Leandro'nun etkileyici belgeseli, adalet bakanlığı tarafından halka açılan arşivlerin mutlaka, üstelik acilen değerlendirimesi gerektiğini teyit ediyor.
Kıbrıs Baharı?
Bir tabu olarak kurcalanamayan konulardan Kıbrıs meselesi hakkında Gürcan Keltek'in yönettiği Koloni adanın iki bileşeninden eşit mesafeyle sesleniyor. FID Marseille sırasında izlediğim çoğu belgesel haber dilinden uzak, geleneksel şablonlara kesinlikle mesafeli, sanatsal ve deneysel ifade biçimleri tercih etse de yönetmenin aktarmak istediği duyguyu seyirciye Koloni kadar yansıtabilen eserler pek enderdi. Marsilya'da misafir edilen sinemacılardan İzmirli Keltek, Bakur belgeseli İstanbul Festivalinde gösterilemediğinden Koloni'yi geri çekmiş, çarpıcı yapım akabinde Documentarist'te yer alıp yönetmenine Yeni Yetenek ödülü kazandırmıştı. Geçtiğimiz aylarda Çipras'ın Kıbrıslı Türklerle görüşmesi, akabinde yeni cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'nın aldığı tavır, kangren durumundaki Kıbrıs'ta bir şeylerin değişebileceğine dair ümitleri artırırken, 1974 ve öncesindeki dönemlerin kayıplarını, açılmış veya halen açılmamış toplu mezarları irdeleyen Koloni objektif duruşuyla, yüzleşme ve değişime büyük katkıda bulunacak gibi duruyor.
Açık havada FID
Beyaz insanın geçmişiyle hesaplaşması gerektiğini bize bir kez daha hatırlatan usta sinemacı Patricio Guzmán, El Botón de Nácar (Sedef Düğme) adlı belgeseliyle FID seyircisini tekrar fethetti. 34. İstanbul Film Festivalinin programında da yer alan destansı yapım, yaşamın temel kaynağı olarak suyun hafızasına kulak vermemiz gerektiğini vurguluyor. Denizcilerin en büyük kabusu, Şili'nin Güneyindeki Horn burnunu bir zamanlar kürekleriyle aşabilen bölge yerlilerinin Avrupa'dan gelenler tarafından nasıl yok edildiğini aktarırken, konuyu Şili'deki diktatörlüğün, kurbanlarını helikopter veya uçaklarla okyanusa atışına bağlıyor. Berlin'den ödüllü yapımın, Marsilya falezlerinin hemen arkasındaki açık hava tiyatrosu Sylvain'de gösterilmesi, evrenle bütünleşme konusunu layıkıyla irdeleyen Guzman'ın dünyasına azami surette dahil olmamızı sağladı.
Kapanış ve ödüller
Festivalin özel gösterimleri arasında yer alan Nina Simone'un Olympia konserini büyük ekranda seyretmek ise yüreğime su serpti diyebilirim. You-tube'da da izlenebilen Bernard Lion'un yönettiği belgeselde, 1970 yılında gerçekleşen sanatçının performansını özenle aktarılırken, yakında Marsilya'da sahne alacak sanatçının kızı Lisa Simone'un da habercisiydi.
Bilinen tarzlardaki belgeselleri alerjisi varmışçasına programına mümkün olduğunca dahil etmeyen, deneysellik kokan yapımları kesinlikle tercih eden, sanat galerilerine öykünen, belgesel estetiğini inanılması zor seviyelere taşıyan, ayrıca kurmacayla flörtünü geliştirmekten de çekinmeyen FID organizatörleri, kapanışı da Miguel Gomes'in Binbir Gece üçlemesinin son bölümü ile yaptı.
Kapanış MuCem'in yanıbaşındaki mimari şahika Villa Méditerranée'de gerçekleşirken mekanın dışında kentin fakir mahallelerinden gelmişe benzeyen, çoğu siyah erkek çocuğu, ergenler ve gençler, yasak olmasına rağmen denize giriyorlardı. Hemen karşıdaki Saint-Jean kalesinin yüksekçe surlarından bazısı mayo, bazısı donuyla mümkün olduğunca gürültü çıkararak suya atlarken etkinliğe neşeli bir dekor oluşturuyorlardı. Ödül töreninde dağıtılan birçok ödülün arasında Rafat Alzakout 'un Home ve Khalik Allah'ın Field Niggas''ının unutulmamış olması beni ayrıca sevindirdi.
Gerçeklere acilen ulaşma paniği içindeki festival mağduru benliğim, sinemanın anlamsız şeyler de yapması gerektiğini savunan Gomes'e ise uzun süre tahammül edemedi, Villa'dan sessizce uzadım…
Festivalin toplu sonuçlarına buradan ulaşabilirsiniz. (MT/NV)