Fotoğraflar: Murat Türker
Ebeveynim Marmara'yı 50'lerden beri tanıyor olsa bile, benim adaya ilk ayak basmam 90'lı yılların sonuna denk geldi. Fakat o gün bu gündür düzenli olarak, mümkünse her mevsimde ziyaret etmeyi alışkanlık haline getirdiğim adada her yaz büyük sürprizlerle (!) karşılaştım desem yalan olmaz.
Memleketin daha sıcak diyarlarına kıyasla Marmara Bölgesinde zaten kısa olarak nitelenen deniz mevsimi açıldıktan sonra, hatta yaz boyunca belediyeyi daima hummalı bir faaliyet içinde bulurum.
Mesela geçen sene haziran başında, geniş kapsamlı kanalizasyon kazıları turistik sezon başlamış olmasına karşın tüm dinamizmiyle sürüyordu.
Bir tür kale
Bu yıl ilkbaharı mecburen atlamak zorunda kaldığım için adaya varışım temmuz ayını buldu. Bu gecikmeye rağmen Tekirdağ'dan bindiğim geminin Kalın Burnu dönmesiyle devasa bir inşaat manzarasını fark etmem bir oldu. Kole Mevkii, Şifalı Su Yolunda bir tuhaf kale inşa ediliyordu. Geçen sene aksi yönden, Aba Mevkiinden adaya varırken tepeden tüm yerleşim merkezine hâkim, heyula gibi hastane binasını fark ettiğimde de küçük dilimi yutmuştum ki mevzubahis hastanenin hâlâ hizmete açılamadığını bu vesileyle belirtmek isterim.
Kaleye dönmek gerekirse, merkezden alakasız bir yerde, Viranköy sırtlarındaki Ceneviz Kalesinin burçları model alınarak inşa edilmekte olan yeni burçlar ve yeni kale daha çok, bir Disneyland dekorunu, belki azıcık da olsa Diyarbakır surlarını andırıyordu.
Üstelik burçlardan Şifalı Su Plajına en uzak, yerleşim merkezine en yakın olanına bir umumi tuvalet oturtma hazırlıkları da hararetle sürdürülen inşaatın bir parçasıydı. Daha önce yerinde yeller esen kalenin münasip yerlerine sembolik de olsa topların bilahare yerleştirilip yerleştirilmeyeceğini bilmesem de olası bir yerleştirme durumunda yönleri itibarıyla Ekinlik adasını hedef alacağını ifade etmek de boynumun borcu.
Trafik canavarları
Toz, toprak, kum, çimento gibi maddelerin havada uçuştuğu söz konusu mıntıkadan tam kurtulduğunuzu sandığınızda, Marmara'yı Çınarlı'ya bağlayan kara yolunda ciğerleriniz mermer tozu istilasına maruz kalıyordu. Hangi sebepten yola serpildiği bilinmeyen ve zehirli özelliğiyle son zamanlarda yurt sathında bazı plajcıların başına bela olan bu bembeyaz toz neyse ki kısa süre önce asfalt ve mıcırın altına gömülmüş oldu. Fakat o arada bölgede park etmiş tüm arabalar ve ağaçlar, hatta evler beyaz bir örtüyle kaplanmıştı. Ayrıca rüzgârla evlerin içine bile yüksek miktarda giren beyaz toz corona döneminde zaten risk altında olan üst solunum yollarını kendi tarzıyla tehdit eder olmuştu.
Mıcır çoğunluklu yeni örtünün gelmesiyle yol bu sefer de hız yapmaya elverişli hale gelmişti. Yalnız otomobiller değil, koskoca damperli kamyonların adeta yarışırcasına geçtiği yoldan fırlayan mıcırlar sahile yüzmek için yürüyerek gidip gelenlerin kâbusu haline dönüştü.
Adanın kuzey kıyılarındaki Bedalan'da inşa edilmiş yeni iskelenin bir an önce hizmete sokularak mermer ve diğer taş bloklarını taşıyan kamyonlarla TIR'ların Marmara merkeze girmemesinin sağlanması daha mantıklı olmaz mıydı? Madencilikle öne çıkan saraylar kasabasından farklı olarak Marmara'nın nispeten huzurlu bir turizm merkezine dönüştürülmesi çok mu zordu?
İlle de bina!
Üstelik deniz otobüsüyle seyahat edip adaya ayak bastığınız anda karşınıza çıkan çay bahçelerinin yeni versiyonu turistik açıdan ne kadar da iddialı, ne kadar da ihtişamlıydı!
Takriben 10 sene öncesine kadar ulu çınarların gölgesinde demlendiğiniz geniş çay bahçeleri, ağaçların köklerine yakıcı tavuk gübreleri dökülerek çınarlar kurutulduğundan güneşin kavurucu etkilerine çoktan teslim olmuştu. Şimdi ise AVM ve Beltur mantığına uygun olarak, dev dalga motifini stilize şekilde taklit eden kapalı mekânlara girmeye mecbur bırakılıyordunuz. Söz konusu çay bahçelerinin ana caddeyle bağlantısı epeyce kısıtlandığı gibi kapalı mekânlarda, hatta denize nazır olsa da tenteli kısımda bile ısının normalden daha fazla olduğu hissediliyordu. Aynı mıntıkada geçen sene ekildikten kısa bir süre sonra kurumuş olup zombileri anımsatan palmiyeler de cabasıydı!
Doğal olana saygı yok
Üstelik Marmara'nın işgüzar eski belediye başkanlarından bir tanesinin Mestanağa'ya yaptıkları hâlâ hafızalardan silinmemişken...
Rumlar'ın bol kiraz ağacıyla süslü olduğu için Kerasya adını taktıkları güzelim mıntıka, bir zamanlar en pastoral mesire yerlerinden biri olmasına rağmen yerle bir edilmiş, kasabanın yağız gençlerinin yararlanabileceği futbol sahası hülyası birilerinin itirazı sonucunda rafa kaldırılmıştı.
Mestanağa'dan geriye, adanın deli rüzgârı estiğinde tozun, küçük hortumların gücüyle havalanıp denize doğru savrulduğu kıraç bir düzlük kalmıştı. Tepeden inip denize kavuşan dereyi zaten hatırlayan yoktu. İşte tam da o noktaya, merkezdekine ek olarak bir düğün saloncuğu yapmanın nesi kötüydü?
Acaba belediyenin, bunu önce halka, mesela bir referandumla sorması vakit kaybetmek anlamına gelir miydi?
STK korkusu
Geçenlerde havalandırma(ma)sı ile corona yayma merkezlerinden biri olma potansiyelini taşıyan, şu an faal düğün salonunda belediye başkanının yapay resif hususunda topu halka atma niyeti ofsayt sayılmaz mıydı?
Bilim insanlarının bilimsel detaylarla yaptıkları sunum, yoksa yeterince tatmin edici bulunmamış mıydı?
Sivil Toplum Kuruluşlarının öcü olarak algılanmasına yönelik, tek elde toplanmış yönetim şekliyle barışık gibi görünen bazı ağ balıkçılarının sunum bitmeden müdahaleye girişmesi kaba bir davranış değil miydi?
Trol ve benzer vahşetteki balık tutma metotlarının tahrip ettiği doğal resiflerin yerine bir iki tane yapay resif yerleştirilerek sonucunu görmenin, balıkçılık ve ayrıca turizm açısından da faydası yok muydu?
Yoksa gayet parlak bir istikbale doğru yol alırken böyle ufak tefek angaryalarla uğraşmak abesle iştigal miydi?
Yazlıkçılar adeta başa bela
Üstelik belediyelerin ezelden beri yaptıklarına rağmen yazlıkçıların her şeye itiraz edip hiçbir icraatı beğenmemeleri ne kadar da örseleyici bir dinamikti!
Adaya, NATO tepesine çıkan yolun kenarında, takriben15 bin metrekarelik topraksız tarım serası gibi mega projeler yakışırdı.
Çevreci hareketin medarıiftiharı rüzgâr türbinlerinin yüzölçümü nispeten dar adayı istikbalde agresifçe kuşatma riskine rağmen şanımıza şan katılmaz mıydı?
Keşke adalar ana karaya köprülerle bağlansa da şu deniz yolculuğu cefası sona erebilseydi!
Oldum olası kendini Avşa ile rekabette hisseden Marmara'nın plajları pislik içinde olsundu, ne fark ederdi!
Megafon kuşatması
Kasabanın çeşitli noktalarına yerleştirilmiş megafonlar hayatımızı belirlemiyor muydu?
Bir zamanların ayçiçeği çekirdeği kabuklarının yerlere atılmamasına yönelik uyarılara, halkın plajlara pet şişe, cam şişe, boş sigara paketi, cips ve kuruyemiş ambalajı, ayrıca covid-19 maskelerini atmamalarına dair telkinler eklenir, bu iş de olur biterdi.
Nasıl olsa uyarılar her yerden, ses hiç distorsiyona uğramadan, gün boyunca gayet net duyuluyordu.
Corona pandemisi hakkında azarlayıcı tonda muhtelif anonslar, kurallara uymayanlara uygulanacak cezai müeyyideler, telefonda kendini polis olarak tanıtıp dolandırıcılığa soyunanların tuzağına düşülmemesine yönelik uyarılar, kayıp gözlük anonsları, köklü bir deniz medeniyetinin adeta son demlerini temsilen balık satış noktasında halka arz edilen hamsiler, sardalyalar, ne yazık ki her zaman etkili olamayan ateş yakma ve yangınla alakalı ikazlar, bilmem kaç sayılı plaka sahibinin aracını çekmesi yönünde telkinler ve daha neler neler...
Deniz coğrafyasına yabancı olan erk, bir inci gibi korunması gereken Marmara'ya layık gördüğü bu tavır ve olumsuz yönde yarattığı değişimle, Ada'yı daha ne kadar sıradanlaştırabilir acaba? (MT/AÖ)