Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile fiilen Cumhurbaşkanı Yardımcısı hüviyeti edinen Devlet Bahçeli’nin Magosa’nın Maraş bölgesinde piknik yapması önemli gelişmeleri işaret ediyor. Cumhurbaşkanı, piknik esnasında Maraş’ın, Kıbrıs’ın ve Türkiye’nin yakın geleceğini etkileyebilecek kritik açıklamalar yaptı.
Açıklamalar doğrudan Maraş bölgesi ile ilgili olmakla birlikte, çok daha geniş bir coğrafyayı ilgilendiriyor. Geçtiğimiz Ekim ayında Maraş’ın halka açılması, Kıbrıs seçimlerini etkilediği gibi, hem Türkiye’de hem de Kıbrıs’ta, Maraş’a uzun süredir iştahla bakmakta olan spekülatör, müteahhit, turizmci ve politikacıları yeniden heveslendirmişti.
Her şeyin başı inşaat
İştahın derecesini anlamak için öncelikle Maraş’ın nasıl bir yer olduğuna bakmak lazım. Burası 6,5 kilometrelik kumsal boyunca uzanan geniş bir arazi. Arazi değerinin 100 milyar doları aştığı tahmin ediliyor. 1973 yılında adanın bütün turizm gelirlerinin yarısından fazlası Maraş’tan kazanılıyordu.
Maraş’ta, şimdi harap halde bulunan, 10 bin yataklı 45 otel, 66 apartman otel, 3.000 dolaylarında işyeri, 4.500 konut, 99 eğlence merkezi, 25 müze, 24 sinema ve tiyatro, 2 spor tesisi, 150 resmi daire, 21 banka, 8 okul ve 9 kilise var. Dünyanın ilk 7 yıldızlı otelinin de orada olduğu söyleniyor.
Şimdi Maraş’ın yeniden imara açılacağı açıklanıyor. Tabii bunun için halen harap halde olan binaların yıkılması ve yenilerinin yapılması gerekecek. Maraş’taki binaların listesinden aşağı yukarı 2-3 milyon metrekare kadar inşaat alanı olduğu anlaşılıyor.
Eğer adet olduğu üzere imar planı değişiklikleriyle inşaat alanı genişletilmese bile, sadece inşaat maliyeti 7-8 milyar lirayı bulacaktır. KKTC’nin milli gelirinin 20 milyar TL dolaylarında olduğunu dikkate alınca, bunun hayli önemli bir tutar olduğu anlaşılır.
Sadece inşaat da değil, bölgenin inşaattan sonraki kullanımı daha da önemli. Kıbrıs ekonomisinde turizmin ne kadar ağırlıklı bir payı olduğu bilinir. KKTC turizminde kumarhanelerin özel bir yeri var. Burada kumarhanesi olan 26 otel ve bu otellerde çalışan 10 bin personel bulunuyor. Maraş’ın imara açıldıktan sonra bir kumar cenneti olmasına kesin gözüyle bakmak gerekir.
Kumar faslı bir yana, işin inşaat kısmı Türkiye için de önem taşıyor. Türkiye’de bina inşaatları 2017 yılında 290 milyon metrekareye ulaştığı halde, her geçen yıl azalarak, 2020’nin ilk yarısında 44 milyon metrekareye kadar düştü. Maraş’ı canlandıracak inşaatları da Türkiye’nin en çok ihale kazanmasıyla tanınan şirketlerinin yapacağını varsayabiliriz.
Gayrimenkuller komisyona havale
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Maraş’ın yeniden imarından söz ederken, “Taşınmaz Mal Komisyonundan sonra buralar sahiplerini bulur” dedi. Bu sözlerden Maraş’taki gayrimenkullerin mülkiyet sorununun Taşınmaz Mal Komisyonu tarafından çözüleceği anlaşılıyor.
Taşınmaz Mal Komisyonu, “KKTC topraklarındaki taşınır ve taşınmaz mallar üzerinde iddia edilen haklar üzerinde değerlendirme yapmak ve bunun sonucunda mal iadesi, takas veya tazminata ilişkin bağlayıcı kararlar vermek amacıyla” 2005 yılında kuruldu. 2006 yılında AİHM komisyon kararlarının geçerliliğini kabul etti.
Komisyon, Rumların açtığı çok sayıda davadan kurtulmak için kurulmuştu ama zaman içinde çok sorun çözdüğü söylenemez. 10 Ekim 2020 tarihine kadar 6.754 başvuru olmuş. Bunların 1.213’ü dostane çözümle, 33’ü de duruşma yoluyla sonuca bağlanmış. Beş binden fazla başvuru hala sonuçsuz durumda.
Paşaların vakıfları
Tayyip Erdoğan, Maraş’ın imara açılmasından söz ederken, ilk söylediği ile çelişen başka bir şey daha söyledi. “Buranın gerçek sahipleri bellidir” dedi. Eğer gerçek sahipler belliyse, komisyon kapılarında beyhude başvurulara gerek yoktur. Zira bu sözle, epey bir süredir Maraş’ın mülkiyetinin Osmanlı vakıflarına ait olduğu iddiası yeniden gündeme getiriliyor.
Bu iddiaya göre, tıpkı Ayasofya’nın mülkiyetinin enteresan bir Osmanlı vakfına ait olduğunun keşfedilmesi gibi, Maraş’ın da Lala Mustafa Paşa Vakfı ile Abdullah Paşa Vakfına ait olduğu öğrenilmiştir.
Lala Mustafa Paşa, Bosna’nın Rudo kasabasında bir Sırp olarak doğmuş, sonra devşirilmiş. Sarayda berberlik, çeşnicibaşılık yapmış. Şehzadelerin arasını bozan entrikalara karıştığı için İstanbul’dan uzaklaştırılmış. 1571 yılında, Hz. Ömer devrinde Kıbrıs’ta kurulan camilerin harabeleri Venedikliler tarafından domuz mezbahası yapıldığı için, Kıbrıs seferine çıktığı söyleniyor. Kıbrıs’ı fethettikten sonra da, parasını cebinden vererek 4.500 dönümlük bu bölgeyi satın aldığı ve kendi adına kurulan vakfa devrettiği rivayet olunuyor.
Boynueğri Seyyid Abdullah Paşa, Kerkük’te doğmuş. Babasına ‘Kerküklü firari’ dendiği için Firarizade olarak da anılan Abdullah Paşa, gençliğinde silahşörlük, kapıcıbaşılık yapmış. Bir ara sadrazam olmuş ama levazımla ilgili bazı sorunlar yüzünden, kısa bir hapislikten sonra Rodos’a sürülmüş. 1748 yılında Kıbrıs valisi iken vakfını kurmuş. Aslında böyle bir vakfın mevcut olmadığını iddia edenler var ama tarihçi ve MHP’li siyasetçi Yusuf Halaçoğlu vakfın gerçek olduğunu, hatta güneyde Rumların kullandığı su kaynaklarının da bu vakfa ait olduğunu söylüyor.
Kıbrıs’ta Vakıflar İdaresi Maraş’ın yüzde 30’unun Lala Mustafa Paşa Vakfına, yüzde 70’inin de Abdullah Paşa Vakfına ait olduğunun Magosa kaza mahkemesi tarafından karara bağlanmış olduğunu bildiriyor. Yusuf Halaçoğlu da, 2012 yılında TBMM’de yaptığı bir konuşmada, Maraş’ın vakıflara ait olduğunu gösteren belgelerin on yıl önce Maraş bölgesinde bir otelin bodrumunda bulunduğunu açıklamış.
Ya Maraş ya Avrupa Birliği
Maraş’ın mülkiyet sorununun bu iki yöntemden biri ile halledileceği anlaşılıyor. Bu yöntemlerin her ikisinin de siyasi sonuçları olacağı açıktır. Nitekim Cumhurbaşkanı Kıbrıs’taki konuşmasında “Kıbrıs’ta iki devletli çözümün müzakere edilmesi” gerektiğini de söyledi.
Belli ki bu çözümlerin Avrupa Birliği tarafından kabul görmeyeceğinin farkındalar. Maraş’taki gayrimenkullere el konmasına bütün Avrupa kurumları tepki gösterecektir. Bu tepki Kıbrıs’ta iki ayrı bağımsız devletin oluşmasına yol açabilir. Türkiye’yi yönetenlerin bunu göze aldıkları hatta belki de tercih ettikleri anlaşılıyor.
Kıbrıs'taki seçim sonuçlarından, Maraş'ın zenginliklerinin çok sayıda insanın gözünü kamaştırdığı da anlaşılıyor. Fakat Kıbrıslılar Avrupalı olma olasılığını gerçekten kendi iradeleriyle reddedecekler mi? Hemen yanı başlarında, 25 milyar dolar büyüklüğünde ekonomiye sahip, kişi başına geliri 28 bin dolara ulaşmış Güney Kıbrıs’tan tamamen kopmaya ve düşmanlaşmaya rıza gösterecekler mi?
Bunlar Kıbrıslıların vereceği kararlar. Fakat konunun Türkiye’yi de yakından ilgilendiren boyutları var. Maraş’taki gayrimenkullere ister komisyon marifetiyle, ister orta çağlardan kalma vakıflar üzerinden el konması, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında ciddi bir kopuşa neden olacaktır.
Cumhurbaşkanı son günlerde dikkat çeken konuşmalarından birinde “ekonomi, hukuk ve demokraside yepyeni bir seferberlik başlatıyoruz” dedi. Bunu bir müjde olarak algılayan, coşkuya kapılan, hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü, açılım süreci vs bekleyenler oldu mu bilmiyorum. Ama Türkiye’nin demokratikleşmesinin –çok üzücü olmakla birlikte- Avrupa Birliği ile ilişkilerinden geçtiğinden hiç kuşkum yok. Maraş’taki gayrimenkullerin ucu buraya kadar uzanıyor.
(NÖ)