Kim geliyor/ canavarlar/ canavarlar/ geliyorlar/ dağları deliyorlar/ kızları seviyorlar/ hangisini/ sarışın esmer kumral/ fark etmez/ Türk askeri/ affetmez!
* Askerde söylenen bir yürüyüş kararı
Feministlerin "saha çalışması" yapamadığı belki de yegâne yerler, askerî alanlardır. Acaba neden? Bir kere sırf bu nedenle feminist çalışmaların önemli bir ayağının hep eksik kaldığı kesin. Evet, tamam, pek çok feminist araştırmacı askerlerle mülakat yapmıştır, buradaki erkekliği anlamaya çalışmıştır ama hiçbir feminist askerlik yap(a)madığı için, buradaki hakikati görmekten mahrum kalmıştır. Tekrar aynı soru: Acaba neden?
Nöbet yerimizde on metre mesafeyle iki kulübe bulunuyordu. Geceleri sıcaklık eksi 20'lere kadar düştüğü için nöbetler de iki saatten bir saate düşürülürdü. Daha da soğuk zamanlarda ("baba" komutanlarımız sağolsun!) nöbetler yarımşar saate inerdi. Gerçi bu, iki saatlik nöbeti yarımşardan dört defa tutmak, dolayısıyla bitmek bilmez bir azap anlamına gelirdi, o ayrı.
Ananın tığı
Askerdeki en berbat nöbet saatleri geceyarısından sonrakilerdir. Pis kokulu koğuştaki tedirgin uykudan nöbetçi onbaşı nezaretinde kalk, kıyafetlerini giy, botları ayağına çek, silahlıktan silahını al, mühimmatın (asker argosunda "bademlerin") verildiği kulübeye geç, doldur-boşalt yap, yanına sigara-çakmak alıp almadığın denetlensin, sıcacık kulübesinde oturan astsubay kesif bir küfür eşliğinde bereni çıkarttırıp yüzlerce farklı askerin kullandığı "karmaşık" kokulu miğferi kafana taktırsın, silahını "ananın tığı değil lan elindeki" veya "avradına mukayyet ol" veyahut -silahı kastederek- "Ayşe'yle oynama" deyip düzgün tutmanı emretsin, sonra nöbetçi onbaşı nezaretinde yarım saatlik nöbet yerine yürü, nöbeti devral, "Ayşe'yi" kulübenin bir kenarına koyup kıyafetlerinin gizli bölmelerine daha önce yerleştirdiğin (ve tabii ki doldur-boşalt istasyonundaki aramada bulunamamış) sigara ve çakmağını çıkar, dondurucu soğukta sıcacık dumanı içine çekerek nöbet arkadaşınla gecenin o terkedilmişliği içinde koyu muhabbete girişmek üzere mevzu ara...
Bir de bu ıstırabın yarımşar saatten dört defa tekrarlandığını düşünün. Yarım saatlik nöbet için bir saat yürü, nöbeti tut, geri gel, "bademleri" doldur-boşalt istasyonuna bırak, koğuşa dön, yatağa kamuflajla uzanmak yasak olduğu için hızla soyun, yatağı ısıt, ikinci yarım saat için göz kapakların düşer düşmez insafsız onbaşının tekmesiyle tekrar kaldırıl, giyin, git, gel, git, gel... Sabahın köründe de içtima, kar küreme, eğitim, patates soyma, izmarit toplama, yemek kuyruğu ve daha bir sürü şey... Bizde nöbet saatlerine "bit kırma saati" denirdi. Kafanı dinleyebileceğin yegâne anlar...
İki askerin nöbet tuttuğu, eksi 20'lerdeki havada zamanla hayatın en küçük ayrıntıları bile mevzubahis olurdu. Bu muhabbetlerden birinde Necati sormuştu bana: "Abi sen okumuş adamsın. Sence kadınları niye almazlar askere?" Sorusuna da başka bir soruyla kendisi yanıt vermişti: "Kadınlar askere alınsa, biz bu kadar mallo olur muyduk?" (Dipnot: Komutanların erat için kullandığı sıfatlardan en nahifi "mal" iken, bazıları da "mallo"yu tercih eder.)
Militarizm tartışmalarını filan bir kenara bırakarak bu konuyu konuşmak lazım aslında. Bazı feminist arkadaşlara bakılacak olursa, elbette kadınlar askere alınmamalı. Yine bazı feminist arkadaşlara bakılırsa, kimse askere alınmamalı -ki, elbette aynı görüşteyim-. Fakat gelelim "reel gerçekliğe!".
Işın kılıcı ve sonrası
Yeni ergen erkeklere askerde "savaş sanatının" öğretildiğini mi sanıyorsunuz? Eh, kısmen evet ama çoğunlukla hayır. O kısmen kısmında da "düşmanla" değil, "hayatla" (kadınlarla) savaşma sanatının öğretildiğini vurgulamalıyım.
8 Mart arifesinde kadın arkadaşlara malumatfuruşluk gibi olmasın ama askerlik deneyimi olmayan kadınlar, ataerkil düzenin en temel okulundan ırak tutuluyor. Hem de hiç de öyle sanıldığı gibi "namus belasına" filan değil. Kasten! Ordu, erkeklerin en mahrem alanıdır da ondan. Tamamen kadınlardan arındırılmış bu gizem dolu ortamda, erkeklerin, "basına kapalı" bir toplantı halinde olduğunu bilmeyen varsa, bu yazıyı okumaya devam etsin. Peşinen bunu söyleyeyim.
Çok sık görüyor veya okuyorum. Bazı feministler erkekliğin çocuklukta öğretildiğini ileri sürer. Hatta bazıları yakınarak, "bu erkekleri sonuçta biz böyle yetiştirip başımıza bela ediyoruz" der. "Bayan arkadaşlar", kendinize haksızlık etmeyiniz!
Elbette, nasıl ki kadın doğulmuyor da olunuyorsa, erkek de doğulmaz, olunur. Evet ama ne zaman ve nasıl? Bir kere genel kanaat doğrudur; asker argosuyla söyleyecek olursak, "erkekler yirmili yaşlarına kadar mallodur!"
Erkeklerin mallo olduğu doğru. Arkadaşımın üç yaşındaki kızı Ronya bile şimdiden hayata dair mühim sorulara başlamışken, erkek çocukların, bir arkadaşımın tabiriyle yirmili yaşlarına kadar hâlâ "ışııııın kılıcııı!" diye ortalıkta dolandığını inkâr edemeyiz.
Peki ama ne oluyor da malloluktan ("ışııııın kılııcııı" sürecinden) erkekliğe geçiyoruz? Yahut ne oluyor da "ışııııın kılııcıııı" diye ortalıkta dolanırken, bir müddet sonra "ciddi" insanlar olarak peyda oluyoruz?
Zorunlu askerliğin olmadığı diyarların erkeklerini bilemem ama bizim bu geçişimizin askerlikle "sağlandığını" rahatlıkla iddia edebilirim. Son zamanlarda olur olmaz yerlerde yanlış bir şekilde kullanılan "toplumsal cinsiyet", işin nihaî aşaması. Toplumsal cinsiyet rollerinin içselleştirilmeye başlanması da, evet, askerlikle filan olmuyor.
Ama işte ataerkillik öyle "erkeklerin egemenliği" denerek içinden çıkılacak kadar basit bir sistem değil. Bir kere her çocuk, bir anne-babadan oluyor. Anne tamam da, baba kim? Toplumsal cinsiyet rollerinin üreticisi, dayatıcısı erkeklerdir. Kadınlar ise üreticisi, taşıyıcısı veya kabullenicisi.
Ana kucağı değil, asker ocağı
Hemen her baba, önce askerliğini yapar. Çocuğu olan erata askerde her zaman belli bir saygı gösterildiğini, en azından tuvalet yıkamaktan çoğunlukla muaf tutulduğunu ("adamın çoluğu-çocuğu var, ayıp oluyor") hatırlatmalıyım. Erkekliğin temel eğitimi askerde alınır. Boşuna dememişler, "ana kucağı değil, asker ocağı!"
Bu eğitimin nasıl verildiğine geleceğim ama hemen sonuca bakalım: Erkekler, askerden sonra baba olur. Haliyle kız-oğlan çocukları, nihayetinde "askerlik eğitimi" almış bir baba tarafından da "eğitilir". Anlatmak istediğim şu: Tavuk, askerden çıkar! Hatta daha da ileri giderek şunu söyleyebilirim: Ataerkil sistemde erkekler (önemli ölçüde kızlar da) sanıldığı gibi anneden değil, babadan doğar, babalar da ordudan. Nedense anne-baba eğitiminin tesirinden söz ederken, (masum anneyi bir kenara bırakalım) babanın eğitimini göz ardı ediyoruz.
Başbakan boşuna dememişti, "askerlik yan gelip yatma yeri değildir" diye. Savaş olsa da olmasa da, askerliğin zarurî tutulmasının derin manası var. (Savaşta ve barışta, Türk askeri her an tetikte!) Bir kere kışlaya girerken "ışın kılıcını" alıp önce süpürgeyi veriyorlar eline, sonra da G-3 Piyade Tüfeği'ni (yani "Ayşe'yi").
G-3 Piyade Tüfeği'ni ışın kılıcı niyetine taşıyıp vücuduna mermileri sararak fotoğraf çektiren askerlerin temel derdi "savaş sanatını" öğrendiğini göstermek değil, "Ayşe"nin, kendi kontrolünde olduğunu göstermektir. Söyledim, G-3'ten önce süpürge var. Askerliğin "acemilik" safhasında, dünyanın en işe yaramaz mahlukatı olduğunu gösterirler (Büyüklerini saymak). Daha sonraki safhalarda, senin alt devrelerin askere alındıkça, ezilme sürecinden ezme sürecine geçiyorsun (Küçüklerini sevmek).
Üç safha
Kadınlarla ilişkimize bakalım; zora düştüğümüz anda terk edip kaçarız. (Çernişevksi'nin kadın-erkek direnç farkına dair Nasıl Yapmalı'daki uzun izahatı varken bu konuyu daha fazla deşmenin anlamı yok.) Askerdeki halimize bakalım; katlanamadığımız anda firar ederiz!
Askerde, sanıldığının aksine tamamen bir ezme süreci geçirmeyiz. Evet, "ana kucağından" ayrılmak ilk üç ay insana fena halde zor gelir. Üst devrelerin, eğitim çavuşlarının, uzman çavuşların o ilk üç ayda elimizden "ışın kılıcını" almak için yürüttüğü faaliyetler, "hayatın" acımasız yüzünü bizlere gösterir. Bir kere ilk ay çarşı iznine bile çıkarılmazsın. Dolayısıyla erkek dışında mahlukat görmen yasaktır. İkincisi, tuvalet yıkatma, senden üç ay önce askere gelmiş olan üst devrelerinin nezaretinde izmarit toplama, onların botlarını boyama, saatlerce güneşte veya ayazda ayakta bekleme, avazın çıktığı kadar bağırarak tekmil verme (askerde bağırmayana, sivilde bağırana deli derler), tekme yeme, taciz edilme gibi süreçlere katlanmanın yegâne avutucusu, bir gün senin de üst devre olacağın bilgisidir (Parayla değil oğlum, sırayla).
Şafak henüz karanlıktır. Ağlamaklısındır. Ana kucağını fena halde özlemektesindir. En ufak bir şefkat gösteren komutana "baba" diyorsundur. Sana bağırmadığında, küfretmediğinde, ne kadar da şahane bir insan olduğunu etrafına anlatıyorsundur. "Baba" komutana, gerekirse canını feda etmeye hazırsındır.
İkinci safha, ara safhadır. Birliğe senden sonra yeni askerler alınmıştır. Bir yandan onlar sana "komutanım" derken bir yandan da sen, üst devrelerine "komutanım" diyorsundur. Hatta zaman zaman üst devrelerine, "abi alt devrelerimin önünde beni azarladığın için zoruma gitti, yoksa sorun değil" diyorsundur. İktidarın nimetleri yavaş yavaş görünmeye başlamıştır. Ellerini ovmaktasındır.
Üçüncü safha; üst devrelerinin teskere zamanı yaklaşmaktadır. Artık sen üst devre olmak üzeresindir ve bölükteki tüm askerlere -tertiplerinle beraber- "hükmetmeyi" öğrenme safhasına terfi edeceğin kesinleşmiştir. Şafak aydınlıktır. Komutanlar da akşam evlerine yollanmadan önce siz müstakbel üst devrelere, "oğlum koğuşta disiplin artık sizden sorulur, altlarınıza göz açtırmayın" demeye başlar. Göğsün kabarmaktadır. Artık tuvalet yıkayıcılık mazide kalmıştır. "Biz az ezilmedik, şimdi sıra sizde" diyerek, ezilmişliğin acısını komutanlarından değil, alt devrelerinden çıkarma safhası son safhadır. Göğsünü kabartarak ortalıkta dolaşır, alt devrelere nispet olsun diye, "Alt devre, torun, tombalak, kurma kolu çek bırak, ses kes şafak dinle laaan!" diye gürlemeye başlarsın. Askerliğin ilk dönemlerinde üst devrelerin botlarını boyayan, içtimalarda tir tir titreyen, üst devreler uyurken koğuş temizleyen sen, artık "hayatın" üstesinden gelmiş, muktedir bir erkeksindir. Kadınlar dünyasına girmeye hazırsındır.
Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz, ileri!
Aslında ordudaki erkeklik dersinin finali şudur: Güçlünün yanında ezik, güçsüzün yanında acımasız ve mütehakkim ol. Ezilmişliğin acısını asla üstlerden sormayacaksın, güçlü olan seni eziyorsa, sen de güçsüzü ezersin. Bunu da içselleştirdikten sonra artık teskereyi almayı hak etmişsindir.
Eve bir "hürgeneral" olarak dönersin. Işın kılıcı yoktur artık. Kadınları, çocukları, zayıf erkekleri ezmek için sanal bir G-3 Piyade Tüfeği (Ayşe) verilmiştir sana. Meşhur komut verilmiştir: "Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz, ileri!".
Erkek olduğun için ağlamazsın. Ağlarsan, tertiplerine (dostlarına) alt devrelerine (karına, kız arkadaşına, kız kardeşlerine, çocuklarına vs.) zayıf görünürsün. Zayıfı ezerler. Dik durur, dik yürürsün. Her açıdan (cinsel açıdan da) "dik" durmak zorundasın. Hafiften kambur çıkmaya başlayınca da (andropoz mu deniyor buna) yalpalarsın. Pisleşirsin. Sonra yaş "kemale" erince, yine ışın kılıcına dönersin. Karısına, çocuğuna çektirmedik çile bırakmayan sen, hastane kuyruklarında, tıpkı askere yeni alınmış gibi ezik, korkak, şefkat bekleyen bir zavallıya dönersin... Her "yönetici" erkeğin sonudur; hüzünlü bir yenilgi. Çünkü gençliğinde kullandığı güç, asla gerçek değildir. Puslu hava dağıldığında, iktidardan düştüğümüzde, dımdızlak ortada kalırız.
Bizde askerlik yapmayana kız vermezler
Kadın doğulmaz, olunur. Peki kadınları kadın yapan nedir veya kimlerdir? Karmaşık bir süreçtir bu. Ama erkekliği öğrenen erkekler, kadınlığın formunu da öğrenir ve dayatır. Evlilik programlarına bakıyorum; "eş" arayan erkeklerin özgüvenine! Ürkütücü bir özgüven. "Bir bayanda aradığım özellikler" diye söze başlayıp ardı arkası kesilmeyen nutuklar, hayat dersleri sunan bu delikanlılar nereden mezun? Ordudan. Orduda erkek adaylarına, profesyonel "erkekler" eğitim verir. Kadınlarla kurulan hastalıklı ilişki, toplumsal cinsiyet rollerinden beslendiği gibi, onu yeniden üretir.
Uzun lafın kısası, sadece erkeklerin alındığı ordu, ataerkinin profesyonel okulu olarak varlığını sürdürmektedir. 20 yaşına gelen her oğlan çocuğu bu okuldan geçer. Geyler hariç. Onların zaten kadınlarla bir derdi olmayacağı için böyle bir sürece de ihtiyaçları yoktur! Üstelik kadınlarla müttefik olma riskleri de vardır. Bu tür muhtemel ajanların orduya alınmamasına özel bir önem verilir.
Tuhaf değil mi, sadece erkeklerin altı veya 15 ay boyunca bir arada bulunduğu ordunun, başka benzeri olmaması? Yine, tuhaf değil mi, silahların sadece erkeklerin (tek)elinde olması? Tuhaf değil mi, kadınlardan oluşan bir ordunun söz konusu dahi edilmemesi? Veya "bizim buralarda askerlik yapmayana kız vermezler" tavrı? Kadınlı-erkekli silahlı örgütlere bakıldığında, istisnasız olmamakla birlikte, erkek üyelerinin daha az "erkek" olduklarını, söylemlerinde cinsiyetçi sözlerin daha az olduğunu gözlemlersiniz.
Biliyorum, çıkıp birileri diyecek ki, "ne yani, kadınları da mı alsınlar askere?" Hayır, erkekleri de almasınlar askere, diyorum. Ama yine de Necati'nin sorusuyla bitirmekten kendimi alamıyorum: "Kadınlar askere alınsa, biz bu kadar mallo olur muyduk?" (İA/ÇT)