Önce Dilan-Engin Polat çifti ardından bankacı Seçil Erzan, sıkıcı hayatımızı renklendiren iki başlık oldu. Sadece onlar değil hemen her gün ya kırmızı bülten ile aranan birileri ya da yeni ‘fenomenler’ bir polis operasyonu ile karşımıza çıkıyor.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) bağlı Mali Eylem Görev Gücü (FATF), iki yıl kadar önce “kara paranın aklanmasını ve terörizmin finansmanını engellemede eksikleri olduğu” gerekçesiyle Türkiye’yi gri listeye almıştı.
Türkiye’deki kara para trafiği uluslararası boyut kazanınca kaçınılmaz olarak daha fazla dikkat çekmeye başladı. Ortaya çıkan tabloya bakılırsa, sistem çeşitli kanallardan bağırsaklarını temizliyor. Hele ki İçişleri Bakanlığı’ndaki kadro değişikliği ile emniyet kuvvetleri adeta ‘şahlandı’ ve ‘çürük elmaları’ topladı. Oysa bir şeyin temizlendiği yok.
Ufak tefek temizlik çabaları göze çarpsa da, dediğimiz gibi ufak tefek çalışmalar. Köklü bir değişiklik olmadıktan sonra sistem yine aynı, değişen bir şey yok ortada.
“Yüksek kârlı gizli fon davası” kapsamında Seçil Erzan 15 Ocak günü bir kez daha hakim karşısına çıktı. Davada “yüksek faiz getirisi sağlama” iddiası ile para topladığı iddia edilen Seçil Erzan tutuklu yargılanıyor. Davanın bir diğer tutuklu sanığı ise ona yardım eden Ali Yörük.
Bir başka davada kara para aklamak ile suçlanan Polat çifti de tutuklu yargılanıyor. TV ekranlarının uzun süreli konuklarından Bahar ve Nihal Candan da bir diğer davada kara para aklamak suçlamasıyla tutuklu yargılanıyor.
Bu saydıklarım son günlerin ‘popüler’ operasyonlarından bazıları. Hepsi şu noktalarda ortaklaşıyor: Ortada bir kara para trafiği var, kara para aklamak ile suçlananlar var, ancak aklanan kara paranın sahipleri ve para ortada yok.
Türk Ceza Kanunu suç sayılan fiiller sonucu elde edilen mal ve varlıklara el konulması gerektiğini söylüyor. İşte İstanbul sokaklarında gördüğümüz ‘Sosyete Polisi’ film setinden fırlayıp gelen lüks polis araçları da bu şekilde el konulan araçlar.
Kişiler ve araçlar sayesinde gündemde kalmayı başaran operasyonlarda bir de ‘mağdurlar’ var. Nasıl mı mağdur olmuşlar, en iyi niyetli şekilde ele alacak olursak, güvendikleri bankacıya yüksek faiz getirisi elde edeceklerini düşünerek para vermişler. Bu senaryoya göre elinde yüklü miktarda para bulunan bazı insanlar, ‘iyi niyetli’ insanlara, ‘çok güvendikleri’ kişilere herhangi bir belgeye ihtiyaç duyulmadan kayıt dışı olarak para vermiş ve faiz almış. Ve bugün ‘mağdurlar’.
Yani bu insanların güvendiği insanlara yüzbinlerde doları sorgusuz sualsiz teslim edebildiklerine, hiçbirinin teslim ettikleri paralar karşılığında bir gelir elde etmediklerine inanmamızı bekliyorlar. Oysa meşhur söylem ile "Hepiniz oradaydınız" bir kez daha "Ben de varım" demeniz gerekmez mi?
Suç örgütü liderleri arasında efsaneleşen Al Capone’u hapishaneye gönderen de benzer bir durumdu. Yasadışı yollardan para kazanmasına rağmen hakkında ruhsatsız silah bulundurmak dışında suçlama yöneltilemedi. Ama elde ettiği gelirin vergisini ödemediği için hapishaneye girdi.
““Yasa dışı paradan vergi alamazlar” diyerek övünen 1920’lerin ünlü gangsteri Al Capone’un mafyatik suçlarından değil de vergi kaçırmaktan 11 yıla mahkum olması hayatın bir cilvesi olmalıydı.
Amerika’da alkol yasağının uygulandığı dönemde (1920-1933) kaçakçılık ile voliyi vuran Al Capone’nun, kumarhane ve fuhuş da dahil olmak üzere, tüm yasa dışı işlerinden elde ettiği gelir yılda 100 milyon doların üzerindeydi.1 Yasa dışı faaliyetlerinden dolayı defalarca sorgulanmasına rağmen tutuklanması için hakkında yeterli delil bulunamayan Capone’un elini kolunu sallayarak evine ve işine dönmesi polisi çileden çıkarıyordu. Herhangi bir vergi ödemeyen Capone’un yaşadığı şatafatlı hayat da cabasıydı.2 Ancak dönemin dişli savcılarından Mabel Walker Willebrandt’ın ise Al Capone için oldukça yaratıcı bir planı vardı.
Willebrant, planını ilk defa Güney Carolina’yı mesken tutan alkol kaçakçısı Manley Sullivan üzerinde test etmeye karar vermişti. Tıpkı diğer kaçakçılar gibi lüks bir hayat yaşayıp, kuruş gelir beyan etmeyen mafya babasını vergi kaçakçılığından tutuklamayı kafasına koymuştu. Willebrant yanılmamıştı. Gerçekten de yasa dışı alkol trafiğinden elde edilen gelirin vergilenebilir olduğuna kanaat getiren mahkeme, Sullivan’ı suçlu buldu. İşte Chicago’dan kilometrelerce ötede görülen bu davanın sonucu Al Capone’un kaderi için bir dönüm noktası oldu. Alkol kaçakçılığından cinayete kadar sayısız suça karışan Capone, 1931’de vergi kaçakçılığından 11 yıla mahkum olarak günümüz parasıyla $3.431.640 vergi borcu ile karşı karşıya kaldı. Böylece Al Capone, “ikame suç” (substitute/proxy crime) yöntemi ile hüküm giyen ilk suçlulardan biri oldu.
Yazının devamı için tıklayın
Bir zamanlar ‘Güçlü bir Türkiye’ için ‘çağrı alanların’, elde ettikleri gelirin vergisini ödemeye sıcak bakmadıkları anlaşılıyor. Oysa Vergi Usul Kanunu’nun 9. maddesi “Mükellefiyet ve vergi sorumluluğu için kanuni ehliyet şart değildir. Vergiyi doğuran olayın kanunlarla yasak edilmiş bulunması mükellefiyeti ve vergi sorumluluğunu kaldırmaz” diyor. Yani evet, suç ile elde edilen varlıklara el konulabilir, ama o güne kadar yaptıkların da yanına kalmamalı diyor yasa.
Görüyoruz ki kara para aklayanlar, tefecilik yapanlara kaynak sağlayanlar en azından elde ettikleri gelirin vergisini ödemeye zorlanmak bir yana mağdur olarak karşımıza çıkıyor. Bu durumda araç olarak kullanılan birkaç kişiye de “sayılı gün çabuk geçer” denildiğini anlıyoruz. Hatta cezasızlık o kadar cesaet veriyor ki bir şekilde yurt dışına kaçanlar bile ülkeye geri dönüyor.
Çok mu şaşırtıcı? Elbette değil, ne de olsa soruşturma sonucu elde el konulan paralara ödenen faizin el arabası ile taşındığının tanığıyız. Umarım bir gün yine bu el konulan araçların parasını almak için de el arabası ile adliye kapısına gelmezler.
Bir de soru takılıyor aklımıza... Renk renk bültenler ile aranan organize suç örgütü yöneticileri nasıl olup da elinle konulmuş gibi bulunabiliyor? Onları bugüne kadar koruyup kollayanlar nasıl sokakta serbestçe dolaşabiliyor?
Yukarıda söz ettiğim ‘mağdurların’ ortak bir özelliği daha vardı, hepsini zorda kaldıkları zaman kurtaracak bir İçişleri Bakanı ve aralarındaki bu bağı belgeleyen bir fotoğraf vardı. Bu bağ sayesinde hala ‘mağdur’ sıfatıyla aramızda dolaşabiliyorlar. Sadece onlar da değil, bugüne kadar Türkiye'yi uluslararası suç örgütlerinin güvenli alanı haline getirenler de rahatça dolaşabiliyor.
(Mİ)