Gece boyunca öfkeyle havalandırmanın betonuna çarpan yağmurun gürültüsünü diledim.
Sabah sayımından sonra, bir anda karla karışık yağmura çevirince hava, yağmurun öfkesi de dindi.
Oluklardan akarak havalandırmanın bir köşesinde betona çarpan yağmur sularının gürültüsü dışında, her zamanki gibi, hafta sonlarının o garip ölüm sessizliğine büründü hapishane.
Günün nöbetçisi olduğum için bugün alt kattayım.
İdarenin yıllar önce dağıttığı duvar saatinin tik-takları eşliğinde Cumartesi mektubumu yazıyorum.
Evet!
Bir kez daha tahliye olma umudumu bir başka bahara, 4 Haziran 2013 tarihine erteledim.
Her duruşma öncesi mahkeme kararını, iddianameyi okuyup, hangi gerekçelerle tutuklandığıma, hakkımdaki mesnetsiz iddialara bakıp gülüyorum.
Çünkü her defasında neden tutuklandığımın ve neden bunca yıldır hapiste olduğumun, neden tutukluluğumun devamına karar verildiğinin tek bir maddi karşılığının bulunmadığı gerçeğiyle baş başa kalıyorum.
Bu nedenle adalet sağlanıncaya, uğradığım bu haksızlık giderilinceye, özgürlüğüme kavuşuncaya kadar; yaşadığım adaletsizliğe, hukuksuzluğa itiraz etmeye, sözümü söylemeye devam edeceğim.
12 Mart 2012 sabahı duruşmaya giderken, ring penceresinden dışarıyı seyredip; “belki yarın bütün bu güzellikler dokunabilirim” diye içimden geçirdim.
Ama birden memleketten hukuk ve adalet diye bir şeyin olmadığı gerçeğiyle kendime gelip; doyasıya İstanbul’u İstanbul’a gelen baharı seyrettim.
Ring Çağlayan Adliyesi’nde biz tutsaklar için yerin yedi kat altında inşa edilmiş hücreler katında durup indiğimizde; bu defa uzun koridor boyunca karşılıklı dizilmiş hücrelerin önünde geçerken gözlerim tanıdık birilerini aradı.
Öğlenden sonra alındık duruşma salonuna.
Duruşma bu defa gergin başlamadı.
Yine savcı değişmişti!
Heyet başkanı Pazartesi günü, yani duruşmadan bir gün önce dosyaların savcıya verildiğini belirtti.
Ardından da iddia makamına söz verdi.
Savcı, bir önceki savcının söylediklerin tekrarlayıp, bizlerin dosyadaki durumu hakkında bilgi sahibi olmadığı halde; “tutukluluğun devamı”nı istedi.
Söz bana geldiğinde, iddianamede benimle ilgili hiçbir maddi kanıt olmadığının altını bir kez daha çizip; muhalif bir gazeteci olduğumu belirtmemle 10. ACM Başkanı Ömer Diken söze girdi.
Heyet Başkanı’nın tutuklu gazetecilerle ilgili cümleleri çok tanıdıktı!
Başbakan R. T. Erdoğan’ın Adalet Bakanı S. Ergin ve AKP Hükümet sözcülerinin bu konuda yaptıkları açıklamaların tıpkıbasımı gibiydi.
Heyet başkanı özetle:
Yazdıklarımdan dolayı yargılanmadığımı, hiçbir meslek sahibinin mesleğinden ötürü yargılanmayacağını, ancak suç teşkil eden fiilleri nedeniyle insanların tutuklanıp yargılanacağını, tutuklu gazeteciler olarak lanse edilen bizlerin durumunun çarpıtılarak uluslararası kamuoyuna yanlış bilgi verildiğini söyledi.
Her ne kadar Başbakan R. T. Erdoğan ve Hükümet sözcüleri gibi mahkeme heyetinin de en az benim / bizim ve Gazetecilere Özgürlük Platformu kadar gerçeklerin farkında olduğunu bilsem de; ısrarla ne söyleyeceğimi bilmeden söze giren heyet başkanından beni dinlemesini istedim.
Zira ne biz tutuklu gazeteciler, ne de tüm bileşenleriyle birlikte Gazetecilere Özgürlük Platformu hiçbir zaman fiilen yazdıklarımızdan dolayı tutuklanıp, yargılandığımızı iddia etmedik, söylemedik.
Sadece AKP Hükümeti’nin muhalif, devrimci, sosyalist gazete ve dergilerde, radyolarda çalışan bir muhalif devrimci, sosyalist gazeteciler üzerinden sergilendiği komploları teşhir edip gerçekleri karartmalarına itiraz ettik, ediyoruz!
Kaldı ki, Türkiye’de devrimci, sosyalist basında yer alan yazılardan dolayı yargılanan yazı işleri müdürleri bile “terör örgütü” propagandası yapmaktan, örgüt üyeliğinden yargılanıyorlar.
Gelinen aşamada, en başta da yasama, yürütme ve yargı gelmek üzere; muhalif, devrimci, sosyalist gazetecileri bizzat yazdıkları yazılarından, yaptıklarından, yaptıkları haberlerden dolayı gözaltına alıp tutuklamanın bugünün koşullarında pek işe yaramayacağını çok iyi biliyorlar!
Zira 1980’lerin son çeyreğinden başlayarak, 1990’lı yıllar boyunca ve yakın zamana kadar bu yolu fazlasıyla denediler, deniyorlar.
Bununla da yetinmeyip; devrimci sosyalist basın çalışanlarını işkenceli sorgularından geçirdiler, kaçırıp kaybettiler, faili belli cinayetlerle katledip bir korku cumhuriyeti yaratmaya çalıştılar.
Sansür ve Sürgün (SS) Kararnameleri’yle devrimci, sosyalist basını susturmaya çalıştılar.
Dağıtım tekelleri arcılığıyla gazete ve dergilerin dağıtımını engellediler, engelliyorlar.
Özgür Radyo ve birçok yerel radyoya yaptıkları gibi arka arkaya verdikleri kapatma cezalarıyla mali açıdan çökertmeye çalıştılar.
İşkence zoruyla aldıkları ifadelerle tutuklanıp, yargıladılar!
(…)
Olmadı!
Bu defa taktik değiştirip, bana/bize yaptıkları gibi; muhalif devrimci, sosyalist kimlikli gazetecileri yasadışı örgüt operasyonlarına bir şekilde monte ediyorlar.
TMK’nın örgüt üyeliği, örgüt yöneticiliği maddelerinden yargılanmamızı Terörle Mücadele Şubelerinin (TMŞ) laboratuarlarında ürettikleri bilgisayar çıktısı kağıt parçalarıyla sağlıyorlar.
Bu yolla bizleri yıldırmaya çalışıyorlar.
Bunun böyle olduğunu tutuklu gazetecilerle ilgili iddianameleri hazırlayan savcılar da, mahkeme heyetleri de, somut olarak 10. ACM heyeti de, heyet başkanı da çok iyi biliyor!
Biliyor bilmesine de, tıpkı Başbakan ve Hükümet sözcüleri gibi bilmezden gelip, tarif etmeyi, gerçekleri ters yüz etmeyi tercih ediyor!
Neyse ki, ısrarla açıklamalarım, avukatım Zülfü Erdoğan Öztürk ve cümlelerimden Atılım Gazetesi yazarı Bayram Namaz’ın bu konudaki savunmaları heyet başkanının itirazlarına yeterli bir yanıt oluşturdu.
Duruşmaya TGS Genel Başkanı Ercan İpekçi ve bir heyet katıldı.
Ve bu tartışma sanırım onlar bakımından da manidardı.
Sonuç olarak; tutuklu gazeteciler sorununda değişik zamanlarda yazılarımda ısrarla üzerinde durduğum AKP Hükümeti’nin ısrarla gerçekleri çarpıtma, karartma propagandasına karşı birleşik bir mücadele sergilemek şart!
Gerçekleri kamuoyuna anlatmak ve TMK’yı tarihin çöp sepetine göndermek hepimizin görevi!
* * *
Mahkeme salonunun yapısı nedeniyle duruşmaya katılan tüm dostları görme şansım olmasa da…
Öncelikle o gün duruşmada yanımızda olan ailelerimize TGS Genel Başkanı Sayın Ercan İpekçi ve heyete, Kandıra Hapishanesi’nden genç arkadaşım Mürvet’e ve isimlerini sayamadığım tüm dostlara teşekkür ederim…
* * *
21 Mart’a günler sayılı olsa da, memleketin dört bir yanında Newroz ateşleri yanmaya başladı bile.
Yüreği barıştan ve özgürlükten yana atan herkes gibi, biz tutsaklarda 21 Mart günü Diyarbakır’dan yapılacak Newroz’a ve o gün okunacak Abdullah Öcalan’ın açıklamasına kilitlendik.
Bu duygularla Dehak zalimine başkaldıran demirci Kawa’nın torunlarına, çocuklarına, halklarımıza Newroz’un barış ve özgürlük getirmesini diliyorum.
Newroz’unuz Kutlu Olsun!
Newroz a We Piroz be!
* Füsun Erdoğan, 16 Mart 2013, Gebze Kadın Kapalı Hapishane