“Bu kitapta, kentlerdeki sürgünlerden sınırlara uzanan bir yol çizdim kendimce. Her yolculuğumda biraz daha ağırlaştım, biraz daha sustum ve biraz daha acıya bulandım!”
Kentsel dönüşüm mağdurlarının yaşadıklarını “Ateşin ve Sürgünün Gölgesinde, Kentsel Dönüşüm” adlı kitabında aktaran gazeteci yazar Gülşen İşeri, kendi yolculuğunu da böyle anlatıyor.
İşeri’nin çıkış noktası, kendi sürgünü. Kitabı, “Onlardan biri olarak, sürgünü iliklerine kadar hisseden, evi başına yıkılan biri olarak” yazdı.
Kentsel dönüşümün yolculuğu, “Rodrigo’nun gitar konçertosu” eşliğinde yeniden ve yeniden kurulan bir semtten, Küçükarmutlu’dan başlıyor.
“Küçükarmutlu bir mücadele örneğiydi… O büyük yıkımın ardından evler yeniden yapıldı. O geceyi hiç unutmuyorum, Rodrigo’nun gitar konçertosu ıslıklarda… Hiçbir şey olmamış gibi evlerini kuruyorlardı ama bu kez biraz daha öfkeli! Çünkü taşına, toprağına kan bulaşmıştı mahallenin.”
İşeri, toprağına kan bulaşan mahallelerin izini takip ederek Gülsuyu, Başıbüyük, Alibeyköy, Süleymaniye, Balat, Sulukule, Sarıgöl’e uzanıyor. İstanbul dışına da çıkıyor dönüşüm. Ankara’da Dikmen Vadisi; İzmir’de Kadifekale, Narlıdere, Limontepe, Yeşildere; Diyarbakır’da Suriçi ve Çölgüzeli; Mardin’de Nusaybin; Van’da konteyner kent; Antakya’da Armutlu.
Görünen o ki, “TOKİ Cumhuriyeti’nde” hiçbir yoksul semt kentsel dönüşümden kaçamıyor. Zaten göçe zorlanmış olmaktan mustarip ve kendine yeni yeni bir hayat kuran aileler, bir daha sürgün ediliyor, kentin çeperlerine, “gözden uzağa…”
Mahallenin ruhuna dokunuyor
İşeri, çoğunlukla yazılandan farklı olarak, soğukkanlı akademik bakış açısının dışına çıkıp mahallelere giriyor. Mahallenin ruhuna dokunuyor.
Ona göre, “işgalci” diye tanımlanan mağdurlar, kentin asıl sahipleri. Aralarında ikinci kez sürgüne uğrayanlar da var evlerini satışa zorlananlar da. Devletin bir bir yok ettiği, kara bir gölge gibi üzerine çöktüğü kentin içinde yaşayanlar, kentsel dönüşüme her zaman aynı tepkiyi vermese de hayatları da korkuları da ortak.
Kültürün üstüne beton dökülüyor
İşeri’nin samimi anlatımıyla, siz de sokaklarda/kentin arka bahçelerinde onunla birlikte dolaşıyor, tarihe tanıklık ediyorsunuz. Mahalle kültürünü haiz olan yazar, kentsel dönüşümü sadece “parseller, araziler” üzerinden değil, insanlar aracılığıyla anlatınca, yok olanın binalar değil, kültür olduğunu da anlıyorsunuz.
Haber bültenlerinde sadece “operasyon” başlığıyla yan yana adı anılan birçok mahallenin, yaşayan birer organizmadan beton yığınına dönüştüğünü ya da dönüşme tehlikesi altında olduğunu bilmek okuru umutsuzluğa sevk etse de, İşeri’nin kitabında sadece devlet şiddeti değil, halkın direnişi de var.
Ve kentsel dönüşümün aslında ne demek olduğu:
“Kentsel dönüşüm İngiltere’de çıkan bir kavram olarak ‘sanayisizleştirilmiş bir kentin boşaltılmış alanlarına yeni işlevler yüklenmesi ve oraların yeniden canlandırılması’ diye tanımlandı. Türkiye gibi ülkelerde ise kentin marjinalleşmiş alanlarının sermaye tarafından yeniden talep edilmesi, orada hem mülkiyetin hem de yaşayanların dönüştürülmeleri üzerinden pratik bir gerçeklik kazandı.”
O pratik gerçeklik, insanların yaşam alanlarının üzerinden buldozer gibi geçerken geriye öfkeli mahalleliler ve dağılan hayatlar bıraktı.
“Dönüşüm” ne demek?
Gazeteci, yazar Güldal Kızıldemir, kitabın arka kapağında kentsel dönüşümün “insani” tanımını ise şöyle yapıyor:
“Kentsel dönüşüm projesi yaşam alanı yaratacak özelliklerden yoksun ve kentin bütünüyle uyumsuz yapı toplulukları kurup insanları yerleşmeye ‘davet’ ederken, insanların da birer proje olmadığı gerçeğini tamamen göz ardı ediyor. Çoğunluğu göçle gelip, yeniden bir hayat inşa ettikleri mahallelerden şimdi sürgün edilen insanlar, yıllarca kim bilir ne sağlam dostluklar kurdular, dayanıştılar... Kimbilir hangi komşuluklarda kaç kahvenin telvesinde umut aradılar, kaç bebeği birlikte karşılayıp kaç sevgilinin üstüne birlikte toprak attılar; borçlu kaldılar, alacaklı oldular, isyan ettiler. Şimdi kendilerine işaret edilen köksüz bir arsanın ruhsuz bir binasına hangi anıları taşıyacaklar, nasıl?”
Kente “Gezi”den bakmak
Kentsel dönüşüme karşı mücadeleyi başka bir noktaya taşıyan, “birkaç ağaç için isyana kalkışan halkın” hikayesi olan Gezi direnişinde yitirdiklerimizi de unutmamış yazar. Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Ahmet Atakan, Ali İsmail Korkmaz, Mehmet Ayvalıtaş, Medeni Yıldırım, Hasan Ferit Gedik, Berkin Elvan’ın aileleri hem kendi hikayelerini hem kentin hikayelerini anlatıyor.
Kitapta kentsel dönüşümün hedefindeki yoksul mahallelinin yanı sıra Zozan Özgökçe, Necati Pirinççioğlu, Sırrı Süreyya Önder, Melda Onur, Anti-Kapitalist Müslümanlar, Ercan Kesal, Nejat İşler, Can Atalay, Kawa Nemir, Ali Kılıç’la da söyleşiler yer alıyor.
“Koca İstanbul’da bize yer yokmuş”
Özetle Gülşen İşeri, tarihe, kültüre ve kimliğe düşman bir düzenin direnen insanlarını anlatıyor.
12 yıldır Balat’ta yaşayan Ayşegül Kaya: “Bu yıkım kentin hafızasını silmek anlamına gelir…”
Gülsuyu’ndan Zafer Abi: “Bir göz odam olsun huzurlu olayım. Kimse bana baskı uygulamasın. Özgürlüğümün kısıtlanmasını istemiyorum. Küçük dünyamda mutluyum.”
Armutlu’dan Şeften Abla: “Biz bu evleri yaptık, içine oturduk, içine oturan hak sahibi değil midir?”
Neredeyse harabeye dönmüş Süleymaniye’de yaşamaya çalışan bir geri dönüşüm işçisi: “Neyi anlatayım ben? 30 yıldır arşınladığım sokakları mı? Aç kaldığım, yoksullukla sınandığım günleri mi? Bak derme çatma yerde kalıyorum, her yeri açık bir binada… Burayı da çok görüp yıkacaklar. Koca İstanbul’da bizlere, yoksullara yer yokmuş…”
Son olarak yazarın kendisinden: “Bu kitap kentin asıl sahipleri, yoksulları, hiç unutulmasın diye yazıldı.” (AS)
* Gülşen İşeri, Ateşin Ve Sürgünün Gölgesinde, Notabene Yayınları, 2014, 225 sayfa, 16 TL
* Fotoğraflar: Ufuk Koşar.