İstanbul’un orta yerinde-Cihangir’de, genç bir tiyatro topluluğu belirdi. Belirdi diyorum, çünkü sürpriz gibi çıktılar sahneye ve çıktıkları ilk günden bu yana da, ilgi ve sempati ile izlenmeyi sürdürüyorlar. Seyircileri ve takipçileri, oyunlarında gülmenin ötesine geçen bir neşe ile anıyorlar gençleri. Örneğin Firuz Ağa Cami’nin yıllanmış kahvelerinden biri olan Sanat Cafe’den Erdoğan Abi, oyun arasında, “Gülmeyi unutmuşuz, bu çocuklar bizi yeniden güldürdü ve bir araya getirdi, çok sevdim onları” diyor gözleri dolarak. Son günlerde, Erdoğan Abi gibi düşünenlerin arttığını görüyorum. Gerçekten, gülmeyi unuttuğumuz, hatta gülmeye utanır olduğumuz bir dönemde, aynı cümleyi sık sık duymak insana moral veriyor. Mesele sadece gülmek değil, oyundan hafifleyerek çıktığımız hissi aynı zamanda. Sanırım hepimize iyi gelen, oyun vesilesiyle ortak olduğumuz yaşantı.
Gittiğim temsilde, mahalleden pek çok tanıdık yüz görmek ve arada, çay eşliğinde mahalleliyle sohbet etmek, yeni ve keyifli bir deneyim oldu benim için. Devlet Tiyatroları’nın soğuk fuayelerini terk edeli uzun zaman oldu ve son yıllarda fuaye keyfi yaşadığım tiyatro da pek olmadı açıkçası. Mahalle, uzun bir aradan sonra, yeniden düşünme ihtiyacı duyduğum bir kavram haline geldi, gençler sayesinde.
Kültürün, tarihsel ve toplumsal bağlamını açığa vurmak için bazı kavramlar oldukça işlevseldir ve yeniden yorumlanmayı gerektirirler. Mahalle kavramı da, bu coğrafyanın insanı için, bu türden tarihsel ve toplumsal bir kavram olarak varlığını sürdürmektedir. Günümüzde, mahallelerin yerini alan çok katlı yapılaşmanın gettoları, her türden ortaklığı ve kolektif yaşam alanlarını da hızla imha etmekte ve ayrıştırmaktadır. İnsani açıdan “yoksunlaşma”ya yol açan belirsizlik ve parçalanma süreçleri, güvenlik arayışını ve savunmacı tepkiselliği beslemektedir. Savunmacı refleks, belirgin biçimde, geriye dönük cemaatçi özlemleri harekete geçirmekte ve “güvenlik” merkezli ilişki ağlarının meşrulaştırdığı dışlama biçimleri, mahalleyi de sorunlu hale getirmektedir. Maneviyatçı bir söylemle idealize edilen kavram, geleneğin geriye dönük, katılaşmış yorumlarını kamufle eden, boş bir biçime dönüşmüştür. Boş biçimlerin yarattığı gettolaşmaya karşı, yeni direniş hatları ve kolektif yaşam formları da inşa ediliyor neyse ki. Benim gibi mahalle yaşamını seven ve sistematik bir kapanmaya yol açan politikalara direnen insanlar için, “başka bir mahalle de, başka bir hayat da” mümkün.
Bu çerçeveden bakıldığında, son yıllarda kasıtlı olarak üretilen düşmanlığın hedefi yapılan Cihangir’in de hakkını teslim etmek gerekir diye düşünüyorum. Cihangir de her yer kadar kentsel dönüşümün saldırısına maruz kalmış bir mahalle. Beyoğlu savunması içinde, kendince çözümler üretme arayışında olan, yaşam tarzınızla ve ne’liğinizden çok kim’liğinizle sizi içine alan bir mahalle. Mahallenin Gençleri de bu mahallede tiyatro eğitimi alan, dersler kadar sokaktan da öğrenmeye açık ve hevesli gençler. Bu nedenle de “Bize her yer mahalle” diyerek çıktıkları yolda, sadece sahnede olmanın hiçbir şey ama mutfakta birlikte üretmenin her şey olduğu bilgisiyle hareket ediyorlar. Seyirci ile kurdukları ilişkinin, “üretim” ve “dayanışma” merkezli bir yaklaşımın ürünü olması da, bu açıdan büyük anlam taşıyor. Sanatı ve tiyatroyu kendi içinde “amaç” olarak belirlemekten ziyade, birlikte yaşamanın belki de en demokratik ve estetik aracı olarak, toplumsallaştırdıklarına tanık oluyoruz.
Mahalleyi yeniden inşa etmeye yönelik çabaların hareket noktası, “Ne görmek ve nasıl yaşamak istiyorsan, onu yaratmak için katkı sun” olabilir. Dolayısıyla hareket noktamız, bir çağrı olsun, zorlama değil. Seçkinci bir nostaljiye dalmak yerine, Beyoğlu’nu, çoğulcu yapısı içinde yeniden düşünen ve mevcut heterojenliği, kolektif bir yaşam olanağı ile yeniden inşa etmek isteyenler için, Mahallenin Gençleri, cesaret verici bir örnek ve Beyoğlu için mücadele eden pek çok oluşumla buluşması gereken bir deneyim.
“Bize her yer mahalle” diyerek yola çıkan gençler, “ayaklı gişe” uygulaması ile tiyatro biletinizi istediğiniz yere ulaştırmayı da vaat ediyorlar. Tiyatro ve seyirci ilişkisine yeni bir soluk kazandıran bu uygulama, yeni bir örgütlenme biçimine de işaret ediyor. Farklılıklarımızı, üretimin ortaklığında buluşturan bir öneri olarak da okumak mümkün bu süreci. Kaldı ki kendileri de yola çıkarken, birlikte üretmenin ve birlikte öğrenmenin yolu olarak tiyatroyu seçtiklerini ifade etmişler. Oyunun, adaptasyon-reji-kostüm-müzik-logo-görsel materyal ve makyajı kadar, sahnelendiği mekan da tam anlamıyla eşine az rastlanır bir dayanışmanın ürünü. Görmek istediğimiz mahalleyi kurmuşlar bile...
Gelelim oyuna...
“İki Efendinin Uşağı - Alaturka” Kıvanç Kılınç’ın başarılı uyarlaması ile dikkat çekiyor. Carlo Goldoni’nin “İki Efendinin Uşağı” adlı komedyasından yapılan uyarlama, dar anlamda çeviri ve adaptasyonun ötesinde, kültürel bir çevrim niteliğinde. Geleneksel tiyatro formlarını, gündelik yaşamın eleştirisi ile buluşturan, genç ve muzip bir dil kurmayı başarıyor. Uyarlamanın, gelenekseli gündelik ve popüler olanla buluşturan yapısı, halk tiyatrosu formuna yeni bir nefes kazandırmış ve alaturka’ya yüklenen anlamla da mizahi bir biçimde yüzleşmiş. Genç kuşak için, yabancı ve uzak bir kavram olma riskinden de kurtarıyor, alaturkayı.
Muhammet Uzuner’in dinamik rejisi, oyuncular için, hem zorlayıcı bir performans, hem de önemli bir sahne deneyimine olanak sağlayan türden. Oyunculuk macerasına yeni başlayanlar için, zorlayıcı olduğu ölçüde, öğretici bir performans deneyimi olarak da düşündüm rejiyi.
Berktay Akyıldız, uyarlama ve rejinin ruhuna uygun, özgün müzikleri ile dikkat çekiyor. Oyunu ilk izlediğim günden bu yana, özellikle açılış şarkısı dilime yerleşti diyebilirim.
Veli Kahraman’ın tasarımı olan kostümler, tek başına, kültürler arası bir köprü niteliğinde. Commedia dell’Arte’nin karakteristiğini, hem orta oyunu, hem de bugünün genç çizgisiyle sentezlemeyi başarmış. Arzu Gamze Kılınç’ın makyaj tasarımı, kostümlerin ve rejinin ruhunu bütünleyen bir tasarım olmuş. Ve Cihan İşbaşı’nın harika logo tasarımı, afişle birlikte, ekibin ruhuna uygun bir dinamizm ve sıcaklık yakalamış.
Bütün ekip her şeyden önce yarattıkları sıcak atmosferle alkışı hak ediyor. Oyunculardan ayrı ayrı söz etmek yerine, birlikte oluşturdukları sempatiyi ve sıcaklığı daha önemli bulduğumu söylemeliyim.
Yazıyı, oyunun açılış şarkısı ile bitireyim ben de, “Hoşgeldiniz” Mahallenin Gençleri “Aman ne iyi ettiniz”... (OY/HK)
* Oyun ve Mahallenin Gençleri hakkında geniş bilgi için tıklayın.