Topu topu yedi yaşındaki bir çocuğun, "Süreç böyle gerektiriyor" sözleriyle uyandım. Üç saat uyumuştum; o yüzden sabahın dokuzunda Sırrı Süreyya Önder'in Beşiktaş'taki seçim bürosuna gittiğimde aslında uyuyordum.
İçeri Baran girdi. Mendil satıyordu. Küçük bir kafası, bilmiş gözleri vardı. "Nerelisin sen?" dedim. "Batman" dedi.
Ben sormadan, seçim sonuçlarıyla ilgili tahminlerde bulundu. Ardından, nasıl bir strateji izlenmesi gerektiğiyle ilgili tespitler yaptı.
"Ancak büyük acılar yaşayanların ülkesinde, yedi yaşında bir küçük insan bu şekilde konuşabilir" dedim. Gülümsedi. 12 Haziran 2011 tarihli kısa film böylece başlamış oldu.
Bir avukat, bir öğretmen, üç partili ve bir gazeteciden oluşan ekibimizin görevi, ikinci bölgedeki okulları tek tek gezmekti. Asayiş berkemal mı diye kontrol etmek yani...
Ben kendimi gözlemci olarak atadım. İşleyişe müdahale etmeyip yalnızca izleyecektim. Elbette olmadı. Yalnızca bir saat içinde, kendimi polislerle tartışırken, bir Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) sandık görevlisinin fütursuz demeçlerini kameraya çekerken, mühürsüz oy pusulalarını ilçe seçim kuruluna şikayet ederken buldum.
Turuncu kalemler ve kırmızı tokalar
İlk sorun, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve CHP görevlilerinin, Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) temel bir kuralını çiğnemeleri sebebiyle ortaya çıktı.
Madde 15 açık: "Gözlemciler; rozet, amblem veya partisini belirtir herhangi bir işaret taşıyamaz." Ancak tüm AKP gözlemcileri, üzerinde parti adı yazan ve Tayyip Erdoğan'ın resminin basılı olduğu turuncu kalemler taşıyordu. CHP'lilerin kollarında ise, kırmızı lastik tokalar vardı.
Bu işaretlerin yasak olduğunu hatırlatmamız hoşlarına gitmedi. Ortalık karıştı: "Siz kim oluyorsunuz!"la başlayan, "Provokatörler!"le devam eden klasik bir Türkiye sarmalının içine düşüverdik.
Sağ bilek hizasına taktıkları Türk Bayrağı rozetlerini neden yakalarına takmadıkları sorulduğunda ise, suratlara otomatik olarak oturan o üstenci ifade, "bölücü" kelimesiyle tamamlandı.
Rahatladım. Kürtlerle dolaşıyordum ve itham edildikleri en önemli üç sıfatla ilk bir saat içinde tanışmıştım.
Bir okula gittiğimizde, diğer okullardaki müşahitlerin, "Acilen buraya gelin" telefonlarına yetişmek için elimizden geleni yapıyorduk. Bu arada sürekli gözaltı haberleri, engellenen seçmenlerin bilgileri gelip duruyordu.
Ne yapacağımızı düşünürken, beş tane fiyakalı eskort otomobil eşliğinde, Nimet Çubukçu geldi. Kendi aracının plakası da "NC"ydi. Otomobillerin üzerlerinde yanıp sönen ışıklardan vardı. Kendimi lisedeki fakir kız gibi hissettim.
Beşiktaş Gazi Mustafa İlköğretim Okulu'ndan gelen telefonla havasız aracımıza atladık. 1119 no'lu sandıkta mühürsüz pusulalar vardı. Sandık başkanı, o saate kadar verilen oyların, mühürsüz pusulalara basıldığını kabul etti.
Böyle bir durumda prosedür belli. Tutanak tutuluyor ve oylar ilçeye bağlı seçim kuruluna gönderiliyor. Sonra, avukatlar/müşahitler eşliğinde sayılıyor. Ama 1119 numaralı sandığın başındaki görevliler, oylar sayılırken mühürleri kendilerinin basacağı konusunda direttiler.
Videolarını çekmek durumunda kalacağım kadar hararetli tartışmalar yaşandı ve oradan ayrıldık. İlçe seçim kuruluna giderek şikayette bulunduk.
Görevimiz tehlike
Türlü sorunlar eşliğinde, Türkiye'nin yakın geçmişindeki en önemli seçim günü son buldu.
Önümüzde heyecanlı bir süreç var. Yeni bir anayasa, hatta muhtemelen yeni bir yönetim sistemi bizi bekliyor. Sarf edilecek milyonlarca kelime, yazılacak binlerce yazı, tartışılacak yüzlerce konu olacak. Büyük büyük tespitlerin arasında kalıp, ne yapacağımızı şaşıracağız.
Oysa durum net, yapılması gereken açık. Ortadoğu ve Balkanlarda imparatorluğunu ilan eden bir Başbakanımız var. Evet, uzlaşma arayacağını söyledi, bu olumlu bir şey. Ama gerçekten uzlaşmak mı istiyor, yoksa kendisine uyulmasını mı 'uzlaşmak' sayıyor yakında anlayacağız.
O, seçimlere katılmayan ülkelerin adlarını tek tek sıralamayı ihmal etmezken, "affedersiniz ama" bir Ermeni, Rum, Yahudi demeyi çok gören bir lider. Nerdeyse dünyanın yarısını kucaklamaya çalışan kollarına, Şırnak'ı sığdıramayan bir yönetici. Ülkedeki tüm denetim mekanizmalarını güçsüzleştirmeye gücü olan bir partinin tepesindeki insan.
Sonuç olarak, fazla iktidarın evrensel tehlikesi uzun bir süre daha bizimle. Yapmamız gereken ise, muhalefet... Yüzde 50'yi arkasına almış bir iktidarın, kendini kontrol edebilmesi için en çok ihtiyacı olan şey, akıllı muhalefettir.
Ben, içimdeki 'sabit muhalefet'in temsilcisini meclise yolladım. Ama asıl görevin bizde olduğunu, tüm Türkiye'nin her gün hatırlaması gerekiyor. "Görevimiz tehlike" çünkü "süreç bunu gerektiriyor." (IC/ŞA)