Mağdurun Dili’nde Nurdan Gürbilek bu defa, edebiyatın mağdurlukla olan ilişkisini tartışıyor ve edebiyatın “mağdurluk” denilen durumu nasıl anlattığını, mağdurluğun da edebiyatı nasıl şekillendirdiğini irdeliyor. Birbiriyle ilişkili beş uzun denemeden oluşan Mağdurun Dili, Oğuz Atay’dan, Dostoyevski’nin eserlerine uzanan bir çizgide ilerliyor.
Türkiye edebiyatının değerli denemecisi ve edebiyat eleştirmeni Nurdan Gürbilek’in son kitabı Mağdurun Dili 2008’in Mart ayında yayınlandı.
Türkiye’deki kültürel değişim, ulusal kültür- batılılaşma, Türkiye edebiyatı’nda doğu- batı sorunsalı ve kültürel imgeler üzerine yazan Gürbilek; eserlerinde, bu kavramların yazarlarda nasıl bir yazma endişesi yarattığını ele aldı. Vitrinde Yaşamak (1992), Yer Değiştiren Gölge (1995), Ev Ödevi (1999), Kötü Çocuk Türk (2001), Kör Ayna Kayıp Şark (2004) ve Walter Benjamin’in yazılarından derleyip sunduğu Son Bakışta Aşk Metis Seçkileri’nden yayımlandı (1993).
Acıların Çocuğu yerine Oğuz Atay ve İroni
Mağdurun Dili’nde ise yazar, bu defa edebiyatın mağdurlukla olan ilişkisini tartışıyor ve edebiyatın "mağdurluk" denilen durumu nasıl anlattığını, mağdurluğun da edebiyatı nasıl şekillendirdiğini irdeliyor.
Dışlanmak, horlanmak, haksızlığa uğramak ve "gurur yarası" almak kavramlarının Türkiye ve Dünya edebiyatının klasik yapıtlarında nasıl anlatıldığını ve böyle bir edebiyatın mağdurlara nasıl imkânlar tanıdığını değerlendiren Gürbilek, "ince ironilerin içine saklanan acı, Atay’da dosdoğru okurunu bulur" diyerek, özellikle Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanından çok etkilendiğini belirtiyor.
Derin kederlerden, "Yeşilçam sinemasına benzer bir melodram ve ulusal mağduriyet anlatısı çıkarmayan Atay, sonunda tutunamayanların galip geldiği bir mazlumluk anlatısı da çıkarmıyor" yazara göre.
Bir Dostoyevski klasiği: Yeraltından Notlar
Birbiriyle ilişkili beş uzun denemeden oluşan Mağdurun Dili insanları sınıfsal herhangi bir kategoriye koymadan horgörülmenin çocuk benliğimizde açtığı yaraları anlatıyor. Bu yüzden de kitap, Atay’dan, aşağılanmış olmanın kapanmayan yarasını en iyi anlatan yazarlardan biri olan Dostoyevski’nin eserlerine uzanıyor.
Yazara göre, özellikle Yeraltından Notlar’da parçalanmış ve kararsız bir mekân olan “yeraltı”; toplumu oluşturan değerlerin sahteliğiyle yaşayamayan mağdurların, tıkanmışlık duygusu ve uygarlık eleştirisiyle birlikte yeraltına inmesi; yasa-tanımazlığın verdiği cesaretle, horlanmış olmanın açtığı gurur yarasını yasaya meydan okuma kararlılığı ve meydan okunan tarafından görülme isteğini aynı anda anlatır.
Karşıt seslerin, karşılıklı mücadelesini aynı anda görmeyi sağlayan Dostoyevski’nin, Aydınlanma etkisindeki bir Rus modernleşme eleştirisi olan romanı Yeraltından Notlar; “aşağılanmışlığın acısıyla, bastırılmış olanın neden yıkıcı bir enerjiye sahip olduğunu; mağdurun ezik ve ıstıraplı halinin neden bir intikam ve hınç diline kilitlendiğini, bastırılanın geri döndüğünde başkalarını aşağılayacak enerjiyi nasıl bulduğunu ve mazlumluğun gün gelip nasıl baskıcı iktidar taleplerinin mayası haline geldiğini anlatan” muhteşem bir romandır.
Görülmek, hor görülmek ya da hiç görülmemek
Bu yüzden de Gürbilek Mağdurun Dili’nde, "çatışmalarla dolu bir mekan" dediği "yeraltı"na Oğuz Atay, Cemil Meriç, Yusuf Atılgan ve Dostoyevski’nin eserleri eşliğinde; derin bir horgörülme ve ayrımcılığa maruz kalma trajedisi olarak bakıyor. Çünkü Türkiye edebiyatını ve düşünce dünyasını etkilemiş yazarlar Atay, Meriç ve Atılgan’ın temel noktası, Dostoyevski’den etkilenmiş olmaları: Atay, Kafka ve Dostoyevski’ye ‘tutunurken’; ezeli bir mağdur olan Meriç, yakın bir dostundan bahsedermiş gibi “Dosto” diyerek anlatıyor Dostoyevski’yi. Atılgan ise, mağdur ve caniyi bir araya getirdiği Anayurt Oteli romanının taşra sıkıntısından mustarip karakteri Zebercet’le, Dostoyevskivari bir ‘yeraltı adamı’ yaratır.
Gürbilek’e göre, bu üç yazarın en önemli özelliği; mağlupluk ve dışlanmışlığı eserlerinin merkezine koymaları: “Dilsel bir şiddetle ortaya çıkan mağduriyet, bir aşağılamaya dönüştüğünde; acının inandırıcılığını yitirilmeden, acı çekenin küçük düşürülmeden ve yüceltilmeden anlatımı için özellikle Oğuz Atay’da ortaya çıkan edebiyatın mücadeleye imkan tanıyan gücü” muazzamdır yazar için. Bu yüzden de, “Kendi kişisel hikâyesinden, Doğu’nun yağmalanma tarihine uzanan bir mağlupluk anlatısı kuran Cemil Meriç; Avrupa’nın istilasına uğramış biçare Asya ya da mağrur doğu imgesi ve kutsallığına zarar gelmiş bir Türk- İslam medeniyetiyle özdeşleştirdiği “mazlum”un yanında yer almıştı" der, sevgi ve nefret arasında gidip gelen med-cezirli eserleri “bu ülke”nin onu da şekillendiren yazarını anlamamız için önemli derken Gürbilek. Aslında günümüzde iyi- kötü ya da yeterli-yetersiz tartışmaları eşliğinde bir şan-şeref ve “ülke” sevgisi sınamasına dönüştürülmek istenen küresel ve elbette yerel bir yüzyıl sorunsalı olan milliyetçilik kavramını da enine boyuna, serinkanlı ve yansız düşünmek gerekliliğini de hatırlatıyor.
Ayrıca yazara göre, "Her ne kadar Dostoyevski, isyankar bir yeraltının, Atılgan özgürleştirici bir aylaklığın, Atay şahane bir tutunamamışlığın savunucusu olsa da esas önemli olan bu çizgiyi savunmak için; bütün yıkıcı enerjilerini serbest bırakmaları ve onun yanına başka bir düşünsel- duygusal aygıtı ve bu aygıtı da sorunsallaştırmamızı sağlayacak ikinci bir duygu-düşünce alanını eserlerine koyabilmeleridir. Bu da, bu yazarları diğerlerinden farklı kılıyor.
Sonuçta, Mağdurun Dili bir görülme, horgörülme ve hiç görülmemenin yarattığı mağduriyet, dışlanmışlık, acı ve gurur yarasının edebiyata nasıl yön verdiği ve nasıl anlatıldığı üzerine çok incelikli bir ‘usta’ işi çalışma. Görmek, bakmak, bakan ve bakılan olmak; bu kavramların eril ve dişil halleriyle konumlandırılmak Gürbilek’in ele aldığı yazarlarda incelediği temel sorunsallar. Bu bağlamda, Gürbilek Mağdurun Dili’nde sorunsalını ‘günümüzün seyirlik toplumunda varolan görülme arzusu ve küçük görülmenin yol açtığı gurur yarası ve tıkanmışlık’ üzerine kuruyor ve de büyük yazarın gücünü, “hor gören, istismar eden ve çaresiz bırakan “onlar’ı” kendi yapıtında kıstırabilmekte buluyor. (YK/NZ)
* Nurdan Gürbilek, Mağdurun Dili, İstanbul: Metis Yayınevi, 2008