Lazcadaki ''Nena '' kelimesinin hem dil hem ses anlamına geldiğini öğrendiğimde ''bu bir dil için olabilecek en güzel eş anlam'' diye düşündüm. Sorgusuz, sualsiz bütünüyle doğru olan buydu: İnsanın dili, aslında insanın sesiydi. Sesimiz olmadığında söyleyecek sözümüz, olmaz, dilimiz-sesimiz olmadığında sesimiz kimse tarafından duyulmazdı.
İkisi birlikte başlangıcını bilmediğimiz bir tarihten bu yana var olmuşlardı. Hiç kimse bir dilin ya da bir sesin ne zamandan bu yana yaşadığını bilemez. Onlar geçmişin uzak derinliklerinde bilinemeyen bir zamanda doğmuş ve yayılmışlardır.
Toplum yapısına devletiyle, vatandaşlığıyla, ulusalcılığıyla, hukukuyla egemen olan modernite, iktidarda olanın dilini geçerli ilan edip, öteki dilleri kenarı sıkıştırdığı, yasakladığı zaman, öteki dili konuşanlar azaldıkça azaldı. Dilin sahiplerinin sesi soluğu çıkmaz oldu.
Tıpkı İngilizce'nin Galce'ye, Fransızca'nın Brötanca'ya, Kastilyaca'nın Katalanca'ya yaptığı gibi Türkçe'de Lazca'yı yok etmeye başladı. Binlerce yıldır Karadeniz'in kuzeydoğusunda Hopa, Arhavi, Fındıklı, Ardeşen, Pazar'da yaşayan insanların dili konuşulmaz oldu. Laz dilinin masalları, oyunları, destanları, ağıtları, şiirleri, öyküleri, şarkıları unutulur oldu, yok olmaya yüz tuttu. İnsanın var ettiğinden bir parça daha ortadan kalkacaktı.
Büyük Laz şairi Hasan Helimişi, yazarak kendini ifade edememeyi bir mazeret olarak görmeyip, şiirlerini, türkülerini elindeki makara bantlara kaydetmiş. Doğduğu toprakların, kendi zamanına ait sesinin yok olmasını izin vermemişti. ''Mu P'at E Skiri (Ne Yapalım Ey Sevdiğim)'' adlı eserinde, Hopa'daki evinden uzak kalmanın hüznü yanında, Sovyetler Birliğinde yaşamanın hayal kırıklıklarını Lazcanın ulaşılması zor ustalığında, sanatçılığının en naif duyarlılığında anlattı.
Bugün onun işaret ettiği Laz Dili ve Kültürüne doğru yol alınması için büyük özverilerle yapılan çalışmalar var ve çok umut verici görünüyor. Bu gayretler karşılığını, Lazca eğitimde, Laz Enstitülerinin kurulmasında bulmalı diye düşünmekteyim.
Bu güne kadar mağdur edilen dilleri, bir kültür ve tarih değeri olarak geri döndürmeyi, modernite sonrası toplumun kazanımı olarak gördüğümüz noktada her şey daha kolaylaşacaktır. Eylem ve hareket yönünden böylesine zenginliğe, masallarında kulağa hoş gelen tatlı sesdeşliğe sahip Laz dilinin yaşaması, genişletilmesi, yeniden üretilmesi süreci sahiplenilmelidir.
Bugün yapılması gereken, henüz 1985 yılında alfabesine kavuşmuş olan Lazcayı, annelerin-babaların dilini, büyük kentlerde yaşayan gençlere yakınlaştırmak, Lazca konuşulması, yazılması, okunması yönünde desteklemek olmalıdır.
İnsanlık tarihini oluşturan dillerin özgürlüğü ve yaşamlarını sürdürmeleri, hep birlikte nena'mızı yükseltmemize bağlıdır. Çünkü Heidegger'in dediği gibi '' Dil, varoluşun evidir'' . (NE/EK)