Postmodern karakterli yeniden paylaşım savaşının Güney Amerika cephesinde Amerika ve müttefiki bölge ülkelerinin başta Maduro Venezuela’sı olmak üzere bölgedeki solumsu iktidarlara karşı atakları yoğunlaşmaya başladı.
Venezuela’da 20 Mayıs 2018 Pazar günü gerçekleşen seçimlerin ertesinde, ABD ve paralelinde hareket eden Lima Grubu’nun Maduro’dan yeni bir Esad yaratma diye özetleyebileceğimiz senaryosunun son bir kaç aydır yürürlükte olduğunu daha önce yazmıştım, bu süreç artık hızlandı.
Venezuela’da seçimlere katılım yüzde yüz bile olsa gerçekte umurunda olmayacak olan ABD yönetimi hiç bir biçimde seçimlerin meşruiyetini tanımayacağını açıkladı. Seçimlere katılım yüzde 46’da kaldı. Bu oran Venezuela için bir hayli düşük. Son 20 yıldaki en düşük katılım oranı, geçmiş seçimlere katılım ortalaması yüzde 79’du. ABD ve destekçilerinin elbette asıl derdi seçime katılım oranı değil, yoksa öncelikle Irak seçimlerini (katılım oranı 44) ya da Venezuela’nın komşusu Kolombiya’yı dert etmeleri gerekir.
On yıllardır Kolombiya’da seçime katılım oranı 40’lı rakamları aşamadığı gibi (Örneğin FARC’la “barış”ın referanduma sunulmasında katılım yüzde 37’ydi ve kimse maalesef bu katılımla bu sonuç kabul edilemez falan demedi) ne Kolombiya oligarşisi ne de emperyal güçlerin Kolombiya’da siyasal sinikliğin bizzat devlet terörü ve devlet destekli paramiliterlerce yaratılmış olduğu gerçeğine aldırmadığı ise daha aleni bir durum.
Kendini Lima grubu diye adlandıran Venezuela’nın geleceğinden güya kaygı duyan ülkeler ittifakı, daha iki ay kadar önce gerçekleşen Maduro’nun davet edilmediği Amerikalar Zirvesin’de (Lima) Kolombiya Devlet başkanı Santos’un ağzından seçim sonuçlarını tanımayacakları ve Venezuela’ya karşı sertleşeceklerini hali hazırda dile getirmişlerdi.
Bu anlayacağınızın kartların fazla açık oynandığı bir oyun. Ve bu doğrultuda Lima Grubu (8 Ağustos 2017’de Maduro karşıtı bir deklarasyonla kurulmuştu) üyesi 13 ülke; Arjantin, Brezilya, Kanada, Şili, Kosta Rika, Guatemala, Guyana, Honduras, Meksika, Panama, Paraguay, Peru ve Santa Lucia sırf ABD’ye sadakatlerini göstermek için de olsa Venezuela’daki seçim sonuçlarını tanımayacaklarını açıkladılar. Seçimlerin tekrarını istediler. Kolombiya yönetimi ise bir süredir Venezuela sınırına asker yığarak gösterdiği tehdidini artırarak, diplomatik ilişkileri kesti ve elçisini geri çekti.
Yeni ABD Dışişleri Bakanı Pompeo petrol ambargosunu gündeme getirirken, “utanç verici seçimlerin bir şey değiştirmediğini” söyledi. Trump’sa neredeyse daha oylar sayılmadan seçim sonuçlarını tanımayacağını deklare etmişti.
Peki sorun ne?
Durum özetle şu: Obama’nın son döneminde başlayan Trump’la hızlanan-şiddetlenen ABD’nin dünya genelinde emperyalist hiyerarşi içinde erozyona uğrayan pozisyonunu onarmak için attığı adımlar öncelikle Güney Amerika’daki solumsu iktidarları alaşağı etmeyi hedefliyor.
Bu konuda hayli mesafe de alındı. Arjantin’de neoliberal Macri iktidarı, Brezilya’da “sivil darbe” ve şimdi de askeri darbe tehdidiyle (Niyeyse hiç bir “uygar” dünya üyesi ülkeden ne genel kurmay başkanının mahkemeleri tehdit eden mesajına ne de sosyal medyada genel kurmay heyetinin darbe tehdidi içeren fotolarına tepki geldi) Lula’nın hapsedilmesiyle devam eden Brezilya’daki yolsuzluklara batmış Temer hükümeti, Şili’de ise yeniden başkanlık koltuğuna oturan neoliberal Piñera bu gelişmelere örnek. Ayrıca Honduras’ta ABD yanlısı mevcut iktidarın protestoculara karşı devlet terörü uygulayarak seçimi çalması bir başka gösterge. Şimdi de sırada Venezuela, Bolivya ve Nikaragua (son bir aydır protestolar sırasında yaklaşık 50 kişi hayatını kaybetti) var. Ayrıca geçtiğimiz günlerde Güney Amerika Ulusları Birliği’nden (UNASUR) yer alan 6 ülke (Arjantin, Brezilya, Şili, Kolombiya, Paraguay ve Peru) ayrıldı. Bu Bolivarcı stratejiye önemli bir darbe oldu.
Zaman zaman déjà vu hissi uyandıran bu hamleler adeta bir başka Plan Condor dönemini andırıyor. Hatırlanacağı üzere 70’li yıllarda ABD’nin hazırladığı ve ilgili ülkelerin sağcıları, paramiliter güçleri ve silahlı kuvvetleri tarafından yürürlüğe konulan süreçte Şili’den başlayarak birçok Güney Amerika ülkesinde darbeler gündeme gelmişti. Benzer bir jeostratejinin bugün de yürürlükte olduğunu söylemek mümkün. Burada asıl dertse Çin’in(kısmen Rusya’nın da) bölgede artan ekonomik işgalini ve politik etkisini sınırlandırmak.
Tekrar Venezuela’ya dönecek olursak ABD ilk elden ekonomik ambargoyla zaten hali hazırda ciddi bir kriz içinde olan Venezuela ekonomisinin çökertilmesi, diplomatik baskı, paralelinde sokak hareketlerinin hız kazanması, paramiliter saldırılar ve bölge ülkelerinden yapılacak askeri tehditlerle Maduro’nun al aşağı edilmesini hedefliyor. Maduro ve Venezuela halkı bu sürece karşı koyduğu takdirde işin bölgesel bir savaşa taşınma olasılığı dahi gündeme gelebilir. Özellikle suyun kendisi için de ısıtıldığının farkında olan Bolivya Devlet Başkanı Morales’in bu tür bir meselede tarafsız kalması beklenemez.
Latin solu şu ya da bu nedenle (Bunun burada tartışmayacağım fakat ana neden bence solumsu iktidarların devrimci bir yönelim yerine Marksizmi aksesuara dönüştüren Latin milliyetçiliğine saplanıp kalmalarıdır) ABD hamleleri karşısında yeterli politika üretemiyor. Ayrıca toplumsal yozlaşmayı, yoksulluğu, yolsuzluğu, yaygın şiddeti kökten çözecek kadar elindeki olanakları değerlendiremedi. Ekonomik çıkış olarak da yapısal sorunları çözmek yerine çoğu zaman yine emperyal bir güç olan Çin’e yaslanıyor ve onun doğayı yağmasına ön ayak oluyor. Elbette Amerikan yanlısı iktidarlarla karşılaştırıldığında kat be kat solumsu iktidarların halkların lehine olduğunu da belirtmek gerekir. Arjantin’de neoliberal Macri iktidarıyla birlikte bugün yaşanan yoğun işten çıkarmalar, pahalılık, sosyal harcamaların buhar olması gibi durumlar dahi bunu anlamak için yeterli.
Ne olacak?
ABD’nin ataklarının tahrip gücünün yüksek olduğu aşikar. Güney Amerika halklarını yine zorlu zamanlar bekliyor. Fakat “Önce Amerika” diyen aklın halklara kölelikten başka önerebileceği bir şey yok. Nitekim şöyle ya da böyle ABD’nin etki alanında olan başta Arjantin, Brezilya, Meksika ve Peru olmak üzere bu ülkelerde hali hazırda gündemde olan ekonomik ve sosyal krizler siyasal alanda da, çanları çaldırıyor. Yapılacak seçimler Brezilya (Ekim ayı) Kolombiya (27 Mayıs 2018 Pazar), Meksika (Temmuz ayı), Peru (Kuczynski’nin istifası nedeniyle yeniden seçim gerekiyor) bu ülkelerde hiç bir sorunu çözme olasılığı barındırmıyor.
Güney Amerika’nın bir geleceği olacaksa asıl iş devrimci toplumsal hareketlere düşüyor. Neyse ki bu hareketler Plan Condor dönemindeki kadar zayıf değil ve yeterince tecrübeliler. ABD’nin çok yönlü savaş stratejisinin bir parçası olan “sivil hareketleri maniple etme” politikasına da karşı koyabilecek durumdalar.
Özetle, gelecek devrimcilerle değil de Erdoğan’la kucaklaşmayı yeğleyen Maduroların eliyle şekillenmeyecek. Yoksa her olan biteni emperyalizmin saldırganlığıyla açıklayıp “halk Maduro’yu seviyor” basitliğiyle tahlil yapanlara kalacak olursak yarın “ama halk Erdoğan’ı seviyor”a varma rezilliğiyle karşı karşıya kalabiliriz. (AS/HK)