Siirt-Şİrvan’da 17 Kasım’da meydana gelen maden faciasının üzerinden üç hafta geçti. On altı yoksul maden emekçisi yaşamını yitirdi. İkisi hala toprak altında.
TIKLAYIN - SİİRT MADENİNDE 15’İNCİ CENAZEYE ULAŞILDI
Bazı doğa olayları afete dönüşünce, nedenleri çok açık olduğu için hemen yorumlamak mümkün. Örneğin sel ve heyelanların veya depremin afete dönüşmesi gibi. Deyim yerindeyse, ülkemizde kopya olaylar gibiler. Ama konu maden işletmesi olduğunda, her ne kadar ana nedenler biliniyor olmasına karşın, yorumlamak için teknik inceleme sonuçlarını beklemek gereklidir.
Olayın gerçekleştiği andan itibaren, oluşma nedenleri hakkında birçok resmi açıklama yapıldı. Tümünde, aşırı yağışlar sonucu meydana gelen doğal bir heyelan olayı öne çıkarılmaya çalışıldı. Bir anlamda sorumluluktan kaçma çabalarıydı. Ama nafile! Ne demişti Karl Marx: Görünen gerçek olsaydı, bilime gerek kalmazdı.
Olayın, ülkemizin jeolojik-topoğrafik ve iklimsel faktörler nedeniyle heyelana elverişli bölgelerinde, alınmayan bilimsel önlemler ve uygulanan yanlış yerleşim politikaları sonucu yaşanan facialara alıştırılmış bir toplumun unutkan hafızasına havale edilme çabaları, namuslu mühendislerin gözlem ve açıklamalarıyla boşa çıkarıldı. Tarihsel jeolojik verilerin göz önüne alınmaması, işletme sürecinde ortaya çıkan zemin hareketlerinin ve olası risklerin değerlendirilmemesi, açık maden işletmeciliğinde mutlaka uyulması gereken olmazsa olmaz kuralların ve işletme tekniklerinin uygulanmaması nedeniyle; daha az yatırım, daha çok kâr mantığı şeklinde formüle edilen uygulamaların en vahşi örneklerinden birinin daha acı sonuçlarıyla karşılaştık. Üstelik aylar öncesinden geliyorum diyen, 25 Temmuz 2016 tarihinde uyarı niteliğinde benzer bir olayın yaşanmasına karşın hiçbir önlem alınmayan bir sürecin sonunda.
İşletme sorumlusu ve iş güvenliği uzmanı dört mühendisin tutuklanması da klasik bir uygulamaya dönüşmüş durumda. Geçmiş olaylarda da buna benzer tutuklamalar oldu. Hiçbir mühendisin bilerek böyle bir olayın oluşmasına göz yumacağı beklenemez.
O zaman geriye iki alternatif kalıyor. Ya bu mühendisler mesleki olarak yetersizler (ki bu son yıllarda özelleştirmeler sonucu kamudaki deneyimli mühendislerin devreden çıkmasıyla sıkça karşılaşılan bir durum), ya da bu riskleri ortadan kaldıracak maliyetli yatırımların işverence yerine getirilmemesi ki son yıllardaki birçok olayın asıl nedeni de bu.
Jeoloji Mühendisleri Odası, maden sahasında yaptığı gözlemleri geçtiğimiz günlerde kamuoyu ile paylaştı. Birçok okur için ayrıntı olabilir ama sahanın jeolojisini bilen uzmanların katkılarını da içeren rapor, birçok tartışmalı konuya ışık tutması açısından önemli ve bilgi verici. İçerik bütünlüğü açısından uzunca bir alıntı zorunluydu.
“Açık ocak yöntemiyle işletilen maden ocağındaki jeolojik birimler, alttan üste doğru, bazalt, yeşil renkli kiltaşı ve kireçtaşlarıdır. Sahada, çok eski tarihlerde, ocak işletmeye açılmadan önce kireçtaşı içinde bir heyelanın (paleoheyelan) meydana geldiği tespit edilmiştir. Bu heyelan nedeniyle kayan malzeme bugün ocak içinde yeşil kiltaşının hemen üzerinde gözlenmektedir. İşletmenin genişlemesi nedeniyle bu paleoheyelan içinde de yeni basamaklar oluşturulmaya/açılmaya başlanmıştır. Paleoheyelan nedeniyle bu kesimdeki malzeme alttaki jeolojik birimelere göre oldukça zayıf dayanımlıdır. Paleoheyelan topuğundan itibaren takriben +1550/+1577 metre kotlarında açılan üç basamak nedeniyle eski heyelanın zaten zayıf olan malzemesinin dengesi bozulmuştur. Bozulan denge nedeniyle çalışma basamaklarının üstünden +1662 kotunda (basamakların üstündeki doğal topoğrafyada) oluşan gerilim çatlağından kopma ile kayma meydana gelmiş ve 16 emekçimiz kayan malzemenin altında kalmıştır. Sonuç olarak olay, bu eski heyelan içinde yapılan çalışma neticesinde meydana gelmiştir.
İşletmede yapılan görüşmelere ve basına da yansıyan bilgilere göre olay bölgesinin üst kesimlerinde ilk başlarda çatlakların geliştiği daha sonra da kaymanın oluştuğu belirtilmektedir. Teknik olarak bilinmektedir ki, kaymalar oluşmadan önce meydana gelen çatlaklar kayma olacağının habercisi niteliğindedir. Ayrıca, ocak içerisinde kayma öncesinde oluşan gerilim çatlaklarının sürekli olarak kil ile doldurulduğu ve önemsenmediği de iddia edilmektedir.
Olayın meydana geldiği ocak bölgesinde kaymanın belirtileri olan çatlaklardaki hareket izleme çalışmalarının sürekli yapıldığı ve bir hareketin belirlenemediği de basına yansımıştır.
Diğer taraftan edinilen bilgilere göre paleoheyelanın heyelan düzlüğünde su çıkışları da bulunmaktadır. Bu alandaki kaynaklardan sızan suların, zaten zayıf olan heyelan malzemesini suya doygun hale getirerek, malzemenin daha da zayıflamasına sebep olmuştur.
Yapılan gözlemler ve incelemeler sonucunda;
Herhangi bir bakir arazide doğal olarak meydana gelen heyelanlarda veya açık ocaklarda meydana gelen kaymalarda, hareketten önce (günler hatta aylar önce) çatlaklar gelişmeden büyük kaymaların oluşması durumu bugüne kadar görülmemiştir. Ocak içinde yapıldığı belirtilen hareket izleme çalışmalarında, hareketin belirlenememiş olması mümkün görülmemektedir. Eğer hareket tespit edilememişse ya ölçüm aletinde bir sorun vardır, ya da alınan ölçümler doğru değerlendirilememiştir. Aletin bozuk olması veya değerlendirmenin yanlış olması alınacak önlemlerin göz ardı edilmesine neden olmamalıdır. Çalışanlar tarafından belirtilen çatlak oluşumlarının ocak içinde gözlenmesi, önlem alınması için yeterli bir sebeptir.
Bu gözlem ve değerlendirmelerin daha sağlıklı yapılabilmesi için aşağıda belirtilen soruların cevaplanması gerekmektedir.
1. Olayın meydana geldiği kesimde Çatlak oluşumları ilk ne zaman gözlenmiştir?
2. Çatlak oluşumları gözlenmesine rağmen ne tür önlemler alınmıştır?
3. Gözlenen çatlak oluşumları hareket izleme cihazı ile tespit edilmiş midir? Eğer tespit edilememişse, hareket izleme ölçüm aletinin bozuk olup olmadığı veya değerlendirmelerin doğru yapılıp yapılmadığı araştırılmış mıdır?
4. Çatlak oluşumlarından önce ve sonra tecrübeli mühendislerden oluşan bir ekip tarafından şev stabilitesi çalışmaları yapılmış mıdır veya bu çalışmalar yaptırılmış mıdır?
Eğer bu çalışmalar yapılmışsa,
I. Paleoheyelanın (zayıf malzemenin) varlığı saptanmış mıdır?
II. Olası kayma mekanizmaları incelenmiş midir?
III. Kayma mekanizmaları incelenmişse, kaymanın sadece heyelan malzemesinin içinde mi oluşacağı veya kaymada alttaki yeşil kiltaşının da bir rolü olup olmadığı araştırılmış mıdır?
IV. Yapılan çalışmalar sonunda zayıf olan paleoheyelan malzemesi içinde oluşturulacak işletme basamaklarının şev açıları, basamak yükseklikleri ve basamak genişlikleri için neler önerilmiştir?
V. Önerilen proje uygulanmış mıdır?
VI. Bu tür zayıf malzemelerde ilk çalışmalara paleoheyelanın (zayıf malzemenin) topuğundan değil üst kotlardan başlanması gerektiği önerilmiş midir?
Kaymanın gerçek nedeni yukarıdaki soruların cevaplandırılması, proje çalışmalarının, uygulama aşamalarının ve işletme süreçlerinin detaylı incelenmesi sonucu belirlenebilecektir.
Ancak, Siirt Madenköy bakır ocağında meydana gelen kayma sonucunda yaşanan facianın nedenleri de, daha önce başka ocaklarda meydana gelen kaymalar nedeniyle yaşanan faciaların nedenlerinden farklı değildir. Afşin-Elbistan Çöllolar sahası vb. facialar dahil bu felaketin her yönüyle irdelenmesi ve araştırılması büyük önem taşımaktadır.
Buradan hareketle, ülkemizde halen devam etmekte olan tüm madencilik faaliyetleri ve projelerinin olası riskler, işçi sağlığı ve güvenliği açısından yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.”
Türkiye madenlerdeki ölümlerde ilk sıralarda
Madenlerde ölümlerin inşaatlardaki ölümlerle yarıştığını daha önce de yazmıştık. İşçi sağlığı ve güvenliğini önceleyen değil, daha az yatırımı ve daha çok kârı önceleyen özeleştirme ve taşaronlaştırma politikalarında ısrar edilmeye devam edildiği sürece bu katliamların süreceğini de. Ülkenin her yanı inşaat şantiyesine dönüşmüş olmasaydı, madenlerdeki ölümler inşaatı da geçebilirdi. Madencilik potansiyeli bağlamında değerlendirildiğinde, maden ölümlerinde dünya sıralamasında ilk sıralarda olmamız bir şeyleri anlatmaya yetmiyorsa daha ne denebilir?
Her ilinde, birçok ilçesinde üniversitesi, bunca yetişmiş yetenekli mühendisi olan bir ülkede bilinmeyen veya becerilemeyen ne var?
Bunca yıldır söylenmeyen ne kaldı?
Her katliamdan sonra tartışılan konuların içeriğinin benzer olması bir anlam ifade etmiyor mu?
Bütün bu yaşananların nedenlerini tek tek araştırmak elbette gereklidir. Ama bunların temelinde yatan yanlış politikaları bütüncül bir anlayışla sorgulamadan, değiştirmeden, insanı önceleyen anlayışları hakim kılmadan bu katliamların sonlanacağını düşünmek saflıktan öte cehaletle açıklanabilir.
Elbette biliyoruz bütün yaşanmışlıklara rağmen süre giden bu politikaların neden değişmediğini… Neden karar vericilerin bu uyarılara kulaklarını tıkadığını… Neden yoksulların hanesine hep ölümün yazıldığını…
Elbette biliyoruz tüm yaşananların sorumlusu olan kapitalist sistemin vahşiliğini, zalimliğini. Üstelik yeni değil, dünya sahnesinde yer aldığından bu yana. Elbette tanıyoruz onu! İnsanca yaşama hakkını savunan her sese karşı acımasız oluşundan tanıyoruz. Emek sömürüsünden, emekçi düşmanlığından tanıyoruz. Yoksul coğrafyaları yıllardır sömürmesinden, dünya üzerinde milyonlarca insanın açlıktan ölmesine yol açan politikalarından tanıyoruz. Daha çok sömürü ve kâr uğruna çıkardığı savaşlardan tanıyoruz. Yaşadığımız doğal çevreye verdiği geri dönülmez zararlardan tanıyoruz. Para için her kötülüğü mübah gören zalimliğinden; Marx’ın dediği gibi: gölgesini satamadığı ağacı kesen alçaklığından tanıyoruz. (Şİ/HK)