Kapkara upuzun tünel. Sonra acı bir siren sesi. Kara tünellerden ışığa taşınan işçi bedenleri. Yas evi.
Arka arkaya sıralanan bu sahneler 14 Mayıs 2014’e ait değil. Yavuz Özkan’ın 1978 tarihli Maden filminin ilk üç dakikası.
36 yıl öncesine ait bu 180 saniyelik görüntü bugün tekrar tekrar yaşandı.
Belki de bu yüzden, 36 yıldır anlamadığımızı, öğrenemediğimizi, ders alamadığımızı yeniden öğrenmek adına tekrardan izlenmesi gereken bir film.
Özkan’ın senaryosunu yazıp yönettiği filmin başrollerine Cüneyt Arkın, Tarık Akan, Hale Soygazi var. Sonra Meral Orhansoy ve Halil Ergün.
Jönlerin ve küçük hanımların işçi ve orospulara dönüştüğü Maden, Darbe’ye iki kala çekilmiş, dönemin atmosferine uygun, sınıf bilinci yüksek ve birçok açıdan “yeni şeyler deneyen” bir film.
Hikayesi…
Bir maden ocağı. Bir devrimci. Sendika ağalarına ve patrona karşı direnen İlyas (Cüneyt Arkın). İlyas’ın yanında yeni yeni “bağırmaya” başlayan Nurettin (Tarık Akan). Nurettin’i ilk defa bağırtan Halkacı Kadın.
Agah Özgüç, 100 Filmde Türk Sineması kitabında filmi şu sözlerle anlatıyor:
“Her an ölüm tehlikesiyle karşılaşan maden işçilerinin çalıştıkları ocaklarda gereken önlemler alınmaz. Ve uyarı amacıyla imza toplanırsa da dayanışma sağlanamaz. Davasında yalnız kalan İlyas (Cüneyt Arkın) direnmesini sürdürünce sendika ağaları tarafından kurşunlatılır. Bir süre sonra da İlyas'ın göçük altında kalıp ölmesi sonucu ilk kez işçiler bir araya gelir. Ve film ‘işçiler birleşin’ sloganıyla biter.”
Özgüç’ün anlatımından da anlaşılacağı gibi filmde kadınlar çok yok. Kadının sınırlı varlığı sınıf tarifinin ilerici bir boyutu olarak önemli. Erkeklerin işyerinde, erkeklerin örgütlendiği, erkeklerin işçi, sendikacı ve patron olduğu filmde kadınların adları yok. Maden filminde kadınlar ya ‘Nurettin’in karısı’ ya da Halkacı Kadın.
Ama tüm bu cinsiyetçiliğin yanında halkacı kadın başka bir noktada duruyor. Hale Soygazi’ye Altın Portakal En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü de kazandıran halkacı kadın bir orospu. Soygazi’nin oyunculuğu ile boyutlanan bir orospu.
“Bağır ulan” sahnesini hatırlayalım:
N: Bana bak sen orospu değil misin yoksa?
H: Orospuyum
N: Ee öyleyse ne demeye
H: Ee o bastırsana parayı hıyar. Sen kendini ne sanıyorsun. Alain Delon musun ulan he? Parasız karı düzecek ne buluyorsun kendinde ulan.
N: Ne biçim laf lan o. Hem ne bağırıyorsun öyle.
H: Ver beş halka ha. Geçir bakalım Nurettin. Hadi Nurettin. Nurettin iyi geçirir. Sen orospu musun? Tabii orospuyum. Orospuyum. Kim orospu değil ki lan? Kim orospu değil ki!
Düz metin okunduğunda “ağlaklaşan” sahnenin “sınıfsal bilinci” Soygazi’nin oyunculuğunda yatıyor. Soygazi iki replikle mesleğinin “Orospu” olmasının illaki birileri ile seks yapacağı anlamına gelmediğini, illa yapacaksa bunu beleşe getirmeyeceğini, Nurettin sırf mesleği sebebiyle kendisiyle seks yapmak istiyorsa emeğinin karşılığını vermesi gerektiğini anlatıyor.
Öyle bir anlatıyor ki, Nurettin tüm film boyunca sınıf bilinci edinmek için İlyas’ın ölmesini beklerken, adı olmayan Halkacı Kadın sınıf bilincini bir çırpıda özetliyor. Nurettin “Yav sen orospu değil misin?” derken Nurettin’e kendi “orospuluğunu” hatırlatıyor.
Yavuz Özkan belki bilerek, belki istemsizce hala manasızca tartışılan “seks işçiliği işçilik midir” tartışmasını Halkacı Kadın’ın ağzından çıkan iki cümleyle kapatıyor. Hem de bundan 36 yıl önce.
Soma'da iş cenayetinde ölen madencilerin geride kalan karılarının da adları yok; bilmiyoruz onların isimlerini. Ancak aslında bugün madencilerin geride bıraktığı kadınların önümüzdeki günlerdeki mücadelesi ayrı bir önem kazanacak. Asıl sınıf mücadelesini yıllar sürecek davalarda onlar verecek.
Filmin diğer devrimci karakteri, başroldeki Cüneyt Arkın’ın canlandırdığı İlyas. Devrimci, işçileri örgütlemeye çalışan, bunu yaparken de hem sendika ağalarına hem de patronlara karşı direnen İlyas’ın unutulmaz nutuklarına kulak verelim:
“ Arkadaşlar oyuna gelmeyelim. Bu adamlar kargaşa çıkararak işi ‘oldu bitti’ye getirmek istiyorlar. Arkadaşlar burada cinayet işleniyor. Ocaklarda yeterli tedbir alınsa ölenlerimizin yüzde doksanı kurtulurdu. Başımızdaki sahte sendikacılar toplu sözleşmelerde alınan göstermelik kazanımlarla bizleri oyaladılar. Üstüne üstlük toplu sözleşmeye ‘işçiler yerlere tükürmeyecek ve açığa işemeyecek’ gibi bizi küçülten maddeler konulmasına izin verdiler. Yani ‘İşçiler hayvandır, önüne gelen yere işer, olmadık yere tükürür’ demeye getirdiler.”
İlyas’ın sözleri bugün hala geçerliliğini koruyor. “Ocaklarda yeterli tedbir alınsa ölenlerimizin yüzde doksanı kurtulurdu” sözü 36 yıldır kulaklarımızda çınlıyor.
Sonra, başka bir sahnede İlyas yine bir grup işçiye sesleniyor:
“Bu dünya bizim ulan hıyar. Şöyle bak bir etrafına bak bir. Gördüğün ne varsa bizim eserimiz. Ama sonuç ne? Biz kuralım sonra kendi ellerimizle kurduklarımızın altında ezim ezim ezilelim. Daha sandık başına gidip bir işçi gibi oy kullanmayı bile öğrenemedik be. Sözüm ona aklımız var ama neye yetiyor? ‘Kader’ demeye, ‘kısmet’ demeye, ‘alın yazısı’ demeye.“
Bugün bizi yönetenler “kader” diyor, “kısmet” diyor, “olağandır” diyor. İlyas’ın sözleri çınlamaya devam ediyor.
Maden filmi 36 yıllık bir film. 36 yıldır her izlenildiğinde aynı cümleleri kuruyor, aynı şeyleri anlatıyor. Ne acıdır ki film güncelliğini bir türlü yitiremiyor. (EA)