Farklı olana karşı duyulan "korku" özellikle milliyetçilik ve din bayrağı altında kısa zamanda bir linçe dönüşme potansiyeli taşıyor. Nitekim dünya ve Türkiye tarihi bunun çokça örneğiyle lekeli.
Geçtiğimiz günlerde 2. Dünya Savaşı suçlusu Laszlo Csatary'nin Budapeşte'de yaşadığı Yahudi kuruluşlarından Simon Wiesenthal Merkezi tarafından açıklandı. Bugün 97 yaşında olan Csatary, Nazilerle birlikte çalışan üst düzey bir polis yetkilisiydi. Döneminde Macar toprakları içerisinde, bugünse Slovakya'nın bir şehri olan Kösice bölgesinde başta Yahudiler olmak üzere yaklaşık 20 bin insanın katledilmesi ya da toplama kamplarına gönderilmesinden sorumlu tutuluyor. Katilliğinin yanısıra süreçte bir işkenceci olarak da rol oynadığı iddia ediliyor. Bir de buna dönemin Nazi yetkililerini bile iğrendirecek düzeyde vahşet sergilediği bilgisi de ilave edilirse sanırım Csatary'nin neme nem biri olduğu açıklığa kavuşur.
İlk önce İngiliz The Sun gazetesi bu konuyu manşetine taşıdı. Görüşmeye çalıştıkları Csatary herhangi bir suç işlemediğini söyleyerek kapıyı kapatmakla yetindi. Daha sonraki günlerde evinin önünde küçük protesto grupları belirdi. Uluslararası kuruluşlarının ve sınırlı da olsa kamuoyunun baskısı sayesinde Csatary, 18 Temmuz'da "savaş suçu" işlediği gerekçesiyle tutuklandı.
Bu zorlamalar olmasa Macar yargısının bu konuda pek bir adım atmaya niyeti yoktu. Önce Kösice'nin bugünkü Macaristan sınırlarına dahil olmadığı, sanığın yaşı, suçların sabit olmadığı gibi bazı gerekçelerle işi yokuşa sürme eğilimi gösterdiler.
Bu "yokuşa sürme" meselesinin nedeni henüz durum Türkiye'de ki kadar vahim olmasa da Fidesz hükümetiyle birlikte yargının bütünüyle hükümetin bir uzantısına dönüşmüş olmasıydı. Anti-semit oylara her zaman ihtiyaç duyan fakat aynı zamanda "Avrupalı" imajını da çizdirmek istemeyen muhafazakar Fidesz'e, Csartary'i feda etmek anlayacağınız biraz zor geldi.
Olayın en çirkin yönü ise bundan sonra karşımıza çıkıyor. Meğer Csatary'nin evinin önüne gelen 40-50 kişilik protestocu grup bir biçimde videoya alınmış. Daha sonra ise faşist parti Jobbik'in kontrolündeki bir internet sayfasında (Hadi Yahudi Avlıyoruz mealinde bir adı var sitenin) bu kişilerin tek tek fotoğrafları yayınlanarak, kimlikleri tespit edilmiş. Ve kişisel bilgileri internette yayınlanan bu insanlara karşı bir tür linç örgütlenmiş. Sürekli telefon ve benzeri tacizlere maruz kalan bu insanlardan ikisi, çareyi şimdiden ülkeyi terk etmekte bulmuş. Geri kalanların en azından basına demeç verenlerinin cesaretlerini kaybettiği söylenemez fakat büyük çoğunluk bir süreliğine ortalıktan kaybolmayı seçmiş. Vatandaş "kaybolurken" hükümetin başı Viktor Orban'sa bir gazlı içecek fabrikasına gidip "hayat"ın tadına bakıyor.
Böyle durumla karşılaşmak aslında bir sürpriz değil. Csartary'nin Budapeşte'de yaşadığı haberlerde duyurulunca "Umarım kimse gidip Csatary'i bir şey yapmaz, bu yine ister istemez Jobbik vb sayesinde anti-semit bir kampanyaya dönüşür" gibi endişeli sözler çalındı kulağıma.
Bu durum sadece Yahudiler için geçerli değil, önemli ölçüde ülkedeki siyasette baskın olan milliyetçilik/ırkçılık ülkenin önemli bir yüzdesini oluşturan Romanları da baskı altında tutuyor. Görece eşitlik içinde yaşadıkları "sosyalizm" dönemine göre, bu gün neredeyse toplumun "suç" alanına hapsedilmiş durumdalar.
Doğal olarak bir kısmı "suç" üretiyor bu koşullarda. Nitekim geçtiğimiz günlerde ülkenin taşrasında bir Roman tarafından işlenen bir cinayet vakası, sosyal medyada Roman karşıtı bir kampanyaya hızlıca dönüşüverdi.
Dinamizmden yoksun Macar kapitalizmi "taze kan" için din ve milliyet gibi değerleri baş tacı etmenin yollarını arıyor. İşin kötü tarafı şu, kendi yakın tarihlerinin de gösterdiği gibi bu arayışın sonunda gerçekten kandan başka bir şey bulamayacak oluşları. (AS/HK)