Londra olimpiyatları geçici bir süre içinde olsa Macarların gülücükler saçmasına neden oldu. Elde edilen sekiz altın, dört gümüş, beş bronz onlara genel sıralamada dokuzunculuğu getirdi.
Macarlara sorarsanız bu da yeterli değildi çünkü özellikle su topu gibi geleneksel olarak başarılı oldukları bazı dallarda yeterince kendilerini gösterememişlerdi. Bu şenlenmede Temmuz ayı sonunda bu yıl 20'ncisi düzenlenen, epey bir turistik hareketlenmeye yol açan, Sziget Festivali'nin de önemli bir yeri vardı.
Macar tarihi yenilgilerle dolu. Kazanma namına Osmanlı'nın Avrupada'dan pılıyı pırtıyı toplama dönemine denk gelen bir kaç savaş ve "25 Kasım 1953 öğleden sonra saat 4'ü 4 geçe..." diye anlatılan; İngiltere'ye karşı aldıkları 6-3 lük galibiyet hatıralarda en önemli yeri işgal ediyor hala.
"Sosyalizm" döneminde olsun, bu gün olsun spor meselesinde biraz da milliyetçi saiklerle adeta bu yenik tarihin rövanşını alma hesabı var. Özellikle "sosyalizm" zamanında dönemin politikalarının gereği spor alanında da Batı'ya karşı başarılı olma uğraşı veriliyor. Ve bu dönem çeşitli gelenekler oluşturuluyor.
Macarlar neredeyse suyla haşır neşir bütün alanlarda ön plana çıkıyorlar. Tabii bu başarı hikayesinin bir de maliyet kısmı var. Böyle bir hikayeyi resmeden Hajdu Sabolcs'un yönettiği White Palms (Feher Tenyer-2006) filmi kazanma "azmi"nin nasıl zorla elde ettirildiğini anlatmaya çalışır. Yine de bu küçük ülkenin Londra Olimpiyatları'ndaki başarısının arkasında "sosyalizm" dönemi mirasının yattığını söylemek yanıltıcı olmayacaktır.
Olimpiyatlar Londra'da kalmadı. Hemen her gün televizyonlar olimpiyatlarda madalya alan birini ekranlarına konuk ederek, bu zaferi kutluyor. Şimdilerde tartışma konusu sporculara ne kadar ikramiye verileceği. Altın madalya alanların 100 bin Euro'nun üzerinde alması bekleniyor. Ayrıca hepsi maaşa da bağlanacak. Çünkü madalya kazanan çoğu sporcunun yarışmalara kendi olanaklarıyla hazırlandığı, yoksulluk nedeniyle zaman zaman sporu bırakmak zorunda kaldıkları gibi hikayeler, Olimpiyatlar sonrası konuşulan sorunlar arasında.
İlginç olan bu konuda herhangi bir köklü tedbiri akıllarına getirmeyişleri. Şampiyonlar kurtulacak belki ama gerisi ne olacak? Piyasanın vahşi kollarına düşmekten başka şansları var mı?
Şaşırdığım şeylerden biri de hükümetin olimpiyat başarısı sonrası kendine pay çıkarıp bu konuda çalım satmayışı. Bizim pek de alışık olmadığımız bir durum. Fakat olimpiyat süresi artı Sziget Festivali sayesinde insanların biraz yüzünün güldüğü, ülkenin üzerine çökmüş olan karabasandan biraz olsun uzaklaştıkları kesin.
Hükümet fazla gölge etmese de arada olimpiyatlara "katkı" sunmayı ihmal etmemişti. Son dört yılın kadınlar pentatlon alanında Macaristan'ın en iyi derecesini yapan sporcusu Leila Gyenesei'yi şampiyonaya göndermediler. Ve yine iddialı oldukları pentatlonda hiç de iyi sonuç elde edemediler. Açık bir gerekçe sunulmamakla birlikte Leila'nın suçunun babasının geçmişte Sosyalist Parti (MSZP) içinde etkili yetkili bir konumda olması olduğu tahmin ediliyor. Burada asıl kritik problemse basında bu konuda herhangi bir haberin dahi yer almayışı. Yani anlayacağınız burada "yandaşlar" tam siper.
Yine memleket...
Tüm bunlardan sonra Olimpiyatlar penceresinden Türkiye'ye bakıyorum. Özellikle son 30-40 yılda biz de sporda "yeni" dal'larla meşguldük. Katliam, provokasyon, işkence, hedef gösterme, linç, cinayet, tecavüz gibi ağır idman gerektiren sahalarda terimizi atıyorduk. İdman yeri ve nesnesi bulmakta hiç zorluk yaşamadığımız için bu konularda gelenek oluşturmakta dert olmadı. Biz bu mühim sporları talim eylerken arada güreş gibi ata yadigarlarını da el mecbur defin eyledik. Toprağı bol olsun.
Fazla gürültü yapanlara dikkat
Geçtiğimiz ay başında faşist parti Jobbik adına Avrupa Parlementosu'nda yer alan Csanad Szegedi'nin annesinin yahudi köklere sahip olduğu açığa çıktı.
E, ne var bunda diyeceksiniz! Elbette bize göre bir şey yok, fakat Szegedi bu güne kadar anti-AB, anti-Roman ve bilhassa ateşli anti-Semit konuşmalarıyla tanınıyordu. Sayın parlamenterimizin bir anda rengi soldu. Sessizce Jobbik'i bırakmak zorunda kaldı.
Nitekim yine Jobbik'te etkili yetkili pozisyonda olan kardeşini de kaçınılmaz olarak aynı son bekliyor.
Macarlar böyle saçmalıklara alışkın ve hatta müptela. Bunun en önemli simgesi Viktor Orban. Gençliğinde o da bu günün bir çok politikacısı gibi Genç Komünistler Birliği üyesiydi. Şimdiki duruma göre sıkı bir anti-komünist. Fakat bu vaziyet hızla değişebiliyor. Mesela bir Çinli yetkiliyle buluşmak bunun için yeterli, o zaman ruhunu anında derin bir "sosyalizm" özlemi kaplıyor. Bir başka örnek, "sosyalizm" döneminden hesap sorma çığırtkanlığı yapan bir vekile ait yine. O da babasının bir siyasi polis eskisi olduğunu öğrenince sessizce uzadı.
Tabii asıl sorun din ve milliyet gibi tarihsel yani geçici bir takım kültürel değerlerin insanlığın temel taşları yerine ikame ediliyor oluşunda. İster istemez din de milliyetçilikte ayrımcılığın üzerine oturuyor. Sorun üretmeye mahkumlar. Bu gün kapitalizm sayesinde daha da güçlenerek saldırganlıklarını tırmandıracakları ne kadar açıksa buna direnenlerin olacağı da bir gerçektir.
Başlıktaki Macar Toprağı sözü Nazım'ın 1952 de ki Macaristan ziyareti sonrası yazdığı bir şiirin başlığı. Onla başladık onun umuduyla bitirelim:
...
Hoşça kal.
Belki yine gelirim.
Belki ömür vefa etmez.
Ama bilirim, gün olacak, bilirim,
senden bize, bizden sana misafir gidip gelinecek,
bir bahçeden bir bahçeye geçer gibi. (AS/HK)