Hafta sonları ne yaparsınız? Dinlenir misiniz genelde? Yoksa içkiye mi vurursunuz kendinizi? Dans mı edersiniz? Gezer tozar, şehrin -kaldıysa tabii- tadını mı çıkartırsınız? Ailenizle mi vakit geçirirsiniz? Arkadaşlarınızla, varsa sevgilinizle?
Müzikle aranız nasıl? Hafta sonlarında daha mı çok dinlersiniz sevdiğiniz şarkıları? Filmlerle aranız nasıl? Ya kitaplarla?
Kendinizi kötü hissettiğinizde neler yaparsınız sahi? Kitap demiştik en son; kitapları nasıl bir ruh haliyle okursunuz? Ya da şöyle sorayım; kendinizi kötü hissettiğinizde neler okursunuz? Hangi yazar kendinize getirir bitkin/yorgun/sıkkın/yılgın sizi?
Misal Aslı Erdoğan'ı sever misiniz? Yukarıda saydığım ruh hallerinde tercih ettiğiniz bir yazar mıdır kendisi? Yoksa kaleminizi/ruhunu bildiğinizden dibe vurmuşken hiç el sürmediklerinizden midir?
Ben ne yalan söyleyeyim Erdoğan'ın kitaplarını mümkünse "çok iyiyken" okurdum. Keyfim çok yerindeyken, küçük çaplı sarsıntıları kaldırabilecek kudreti kendimde bulurken... ama bir "hata" yaptım ve geçtiğimiz hafta sonu ve son kitabını okumaya koyuldum.
Everest yayınlarından çıkan "Taş Bina ve Diğerleri"ni hayatımdan bezdiğim bir Pazar günü aldım elime ve içinde kayboldum.
Yazarın mürekkep döktüğü dizelerden öyle yollara saptım ki değil Lost dizisindeki "kahramanların" içinde debelendikleri o kasvete ulaştım. Ulaştım da yetindim mi peki? Asla... Erdoğan yetinmeyi bildirmeyen bir yazar malum. Asla sayfalarındakilerle yetinmenize müsaade etmiyor...
Kitap kafamdaki kırk tilkiyi doladı birbirine ve ne iyi gelmesi, olduğumdan daha da betere çaldım. Çaldıkça da tünelin ucunda bir ışık yokmuş hissine kapıldım... Az gittim, uz gittim ama ne dere ne tepeye varabildim...
Oğuz Atay'ın daha pişmemiş melankolisinden, umutsuzluğuna, eleminden, kederinden fazlasıyla nasibin alan Erdoğan'ın üstüme boca ettiği kasveti elbise yapmaya koyuldum... Diktim, biçtim, deldim ruhuma/bedenime uydurdum. Kıvranarak bitirdiğim elbiseyi üstüme giydim. Tüm Pazar günüm elimden sabun gibi kayıp gitti. Öyle ki Beşiktaşlı taraftarların homofobik/cinsiyetçi sevinçlerinden bile etkilemedi. Karşımda eşcinsellere ve kadınlara küfreden bir gruba bana mısın bile demedim.
Pazar bitti, pazartesi geldi, geçti... Salı oldu ben hala "Sabah Ziyaretçisi"ni, "Tahta Kuşlar"ı hatırladım... Hatırladıkça da bastılar bana. Afakan mafakan duyan geldi yani... Kendime gelemedim...
"Taş bina ve Diğerleri"nin etkisi sindi üstüme... Yıkandım geçmedi... Konuştum geçmedi... Okudum geçmedi... Öyle organım gibi oldu. Benle bütünleşti...
Kötüyken köpkütü oldum. İddia ettikleri gibi çivi çiviyi bu kez DE sökmedi. Ne akşam birası ne öğlen rakısı kar etmedi...
Vesselam sevgili okuyucu Aslı Erdoğan'ın cümleleri bana "yine... yeni.. yeniden..." iyi filan gelmedi. Kitabın/öykülerin/cümlelerin muhteşemliği, büyüsü malumunuz. Diyecek ne sözüm ne takatim var... Yazdıklarının asap bozduğu da, insana iyi gelmediği de doğru. iyi hissettirmediği de... Ama bazen kötü hissetmek de güzel iyi değil mi? "Taş bina ve Diğerleri"ni okuduğuna pişman mısın deseler asla hayır demeyeceğim de okuduğunuz bu yazıdan belli değil mi?
Siz boş verin yaz geldi, hafiflemek lazım diyenlere. Bazı "akılsızlar" güzel havalara rağmen serin akşamları özlemezler mi? Özlerler tabii... Sıcaktan bunalanlara Erdoğan'ın kitabı kasvetli bir serinlik vaat ediyor. Bu vaade kanıp kanmamayı sizin efendi gönlünüz bilmeli... Zira olayın aslı; Aslı Erdoğan... Ötesi Şam ilinde güzel bir meyve zati...(BÇ)
* Aslı Erdoğan, Taş Bina ve diğerleri, İletişim Yayınları, Mayıs 2009, 134 sayfa, 10 lira.