Geçtiğimiz Salı (21 Ekim) günü, Galatasaray Üniversitesi Lion Queer Kulübü’nün düzenlediği etkinlikte Nicholas Kontovas Lubunca üzerine yazdığı araştırma tezini anlattı. Indiana Üniversitesi Orta Avrasya Çalışmalarında yüksek lisansını Lubunca üzerine hazırlayan ve hala doktorasına orada devam etmekte olan dilbilimci Kontovas, konuşmasında Lubuncanın tarihinden, hangi dillerden beslendiğinden, şu an ne konumda olduğundan ve geleceğinden bahsetti.
Kontovas’a göre Lubunca, bir diyalektten ziyade -ki diyalekt bir dilin belirli bir bölgede genel coğrafyadakinden farklı konuşulmasıyla oluşuyor- daha çok Türkçe’deki bir argo dil ya da jargon, ağız olarak tanımlanabilir. Yani belli bir sosyal grupça kullanılan ve o grupla bağdaştırılan bir dil. Lubunca ise günümüzde başta transseksüeller, transseksüel seks işçileri, olmak üzere LGBTİ’ler ve LGBTİ camiasına yakın duranlar tarafından kullanılan bir dil.
“Lubunca” sözcüğü aslında “lubunya” kelimesinden geliyor. Lubunya ise Çingenece’deki kadın fahişe anlamındaki “Lubni” kelimesinden geliyor. Bu kelime Türkçe’ye Lubunya olarak geçiyor.
Nicholas Kontovas, ‘Lubunya kelimesinin ilk başta efemine eşcinsel erkekle trans kadın arasında bir kimlik için tanımlandığını söylemek doğru olabilir’, diyor. Günümüzde ise genç LGBTİ’lerin bir kısmı tarafından eşcinsel erkek anlamında; bir kısmı tarafından da aslında “queer” kelimesinin karşılığı olarak kullanılmakta olduğunu söylüyor.
Nicholas Kontovas Lubuncanın tarihini incelerken verilerini çeşitli kaynaklardan toplamış. Yazılı kaynaklar, filmler ve internet bunlardan başlıcaları. Osmanlı Dönemi’nde ve erken Cumhuriyet Dönemi’nde Lubuncayla ilgili ya da Lubunca kelimelerin olduğu kaynaklara pek rastlanılmadığını söyleyen araştırmacı, Lubunca’nın en parlak döneminin 80’lerde ve 90’larda olduğunu söyledi. Ancak 80’lerden sonra yazılan makalelerde, kitaplarda veya dergilerde Lubunca kelimelere öncekiler kadar sık rastlanmadığını belirtti. Yazılı dil bir tarafa, o yıllarda translarla birlikte geylerin de bu dili konuştuğunu şimdi ise geylerin topluma daha çok entegre olduğu için (örneğin bir transseksüele göre kimliğini gizleyerek de olsa iş bulabildiği için) bu dilin artık daha çok translar ve seks işçileri tarafından konuşulduğunu yani kullanım alanının daraldığını söyledi.
Lubuncaya giren kelimelerin geldiği diller en çok Çingenece ve Türkçe. Bunun dışında Arapça, Farsça, Kürtçe, Ermenice, Yunanca, Bulgarca, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca ve Rusçadan aldığı kelimelere de sahip Lubunca. Tabii nerden geldiği henüz tespit edilememiş kelimeler de yok değil.
Kontovas araştırması sonucunda Lubuncaya ait 153 kelime ve 85 kök toparlamış. Lubuncanın sadece kelimelerden ibaret olmadığını söyleyen dilbilimci, eklerin de dile katkıda bulunduğunu savunuyor. İnsanların bu ekleri kullanarak şahsi, doğal girişimleriyle bazı kelimeler türettiğini söylüyor. Hatta Lubuncanın haznesinin bu şekilde de genişleyebileceğini de ekliyor.
Kontovas’ın derlediği kelimelerin çoğu bağlamsal olarak seksle ilgili. Bunun dışında yaş, güzellik, beden, toplumsal cinsiyet, para, suç, etnisite gibi kavramları içeren kelimeler de bulunuyor. Seksle ilgili olan kelimeler de kategorilere ayrılıyor. Bunların en başında cinsiyet rolleri geliyor. Bunları daha sonra sırayla cinsel ilişki, cinsel organlar, seks işçiliği, ilişkiler, flört ve fetişle ilgili olan kelimeler takip ediyor.
Nicholas Kontovas, konuşmasının sonunda bu alanın çok yeni bir alan olduğunu ve üzerine araştırılacak, yazılıp çizilecek daha birçok şey bulunduğunu belirtti. Bu meseleye merak duyan kişileri araştırma yapmaya teşvik etti.
Kontovas’ın bu çalışması, alanın önünü açmış gözüküyor. Araştırma tarihsel bir arka plan sunmasının dışında daha çok bir dilbilimci gözüyle yapılan bir araştırma. Kontovas dilbilimi açısından somut veriler sunuyor: Lubuncayı dil bilgisi, kelime dağarcığı açısından; fonolojik (sesbilimsel), morfolojik (biçimbilimsel), semantik (anlamsal) ve sentaktik (sözdizimsel) açıdan inceliyor.
Tez bu hâliyle birçok soru işaretini beraberinde getiriyor. Örneğin Lubuncanın geleceği meselesi. Lubuncanın ömrü Kontovas’a göre sona erebilir ya da bu ihtimal yüksek. Lakin bu dil yaşamaya devam etmeli mi etmemeli mi? Hangisi daha iyi hangisi daha kötü? Yaşayıp zenginleşmesi mi yok olup gitmesi mi? Var olması ne gibi sorunlara yol açar yok olması ne gibi sorunlara yol açar? Dili kullanan özneler bu dilin varlığından hoşnutlar mı, zorunluluktan mı kullanıyorlar yoksa bu onları marjinalleştirdiği ve toplumun dışına ittiği için bu dili kullanmaktan kaçınıyorlar mı? gibi sorular direk akla gelmekte. Sırf bu sorular bile yeni araştırmalara gebe olacak gibi. Bunların dışında buna benzer bir dilin diğer kültürlerde de var olup olmadığı veya varsa da nasıl bir geçmişten beslendiği, Lubuncayla ne yönden benzerlikler ve farklılıklar taşıdığı da kendi adıma bir merak konusu. (MUY/ÇT)