*Fotoğraf: AA.
25 yaşındaki Jack Merritt geçen hafta London Bridge'de düzenlenen saldırının iki kurbanından biriydi.
Cambridge Üniversitesi Kriminoloji bölümü mezunuydu ve hapishanedeki mahkumlarla, Kriminoloji Bölümü öğrencilerini ve akademisyenlerini eğitim programı çerçevesinde bir araya getiren Learning Together (Birlikte Öğrenme) insiyatifinin kurs koordinatörlüğünü yürütüyordu.
İnisiyatifin amaçladığı şey basit ama zordu. Adalet ve özgürleşme üzerine eğitim yoluyla insanların iyiye ve güzel olana meyledeceğini, toplumsal ayrılıkların giderilmesini, farklı bireylerin diyalogla bir arada olarak, özgürleşmeyi öğrenebileceğini savunuyordu.
Özgürleşme pratiği
Cambridge gibi ayrıcalıklı bir üniversiteden mezun olan yine çoğu ayrıcalıklı sosyal ve ekonomik statüye sahip öğrencilerin, hapishanede her inançtan, geçmişten, ve genellikle düşük sosyo ekonomik sınıftan gelen çoğu genç erkek mahkum öğrencilerle bir araya gelmelerini ve bu birliktelikten bir özgürleşme pratiği yaratmayı umuyordu.
İnisiyatifin London Bridge'in kuzey ucundaki Fishmonger Hall binasında geçtiğimiz Cuma günü düzenlediği '5. yıl etkinliğinin' öğleden sonra bölümünde denetimli serbestlikten faydalanan 28 yaşındaki Usman Khan, elindeki bıçaklarla saldırıya geçtiğinde ilk hedefi onu durdurmaya çalışan Jack Merritt oldu.
Yine aynı bölümden mezun, 23 yaşındaki Saskia Jones da saldırıda hayatını kaybetti. İkisi Usman Khan'ı durdurmak için çabalayan üç kişi ise birden çok bıçak darbesine rağmen yaralı olarak kurtuldu.
Aralık 2018'de 16 yıllık mahkumiyetinin kanunlara göre yarısını tamamladıktan sonra şartlı tahliye edilen Usman Khan denetim altındaydı ve programa, daha önce katılan bir mahkum olarak davet edilmişti.
Üzerindeki elektronik çiple nerede olduğu takip edilebilir durumdaydı ve otoritelerce yaşadığı Stafford'dan Londra'ya gitmesine izin verilmişti.
Ama böyle bir etkinlikte üst araması yapmak, karşılıklı güveni zedeleyeceği için o gün Fishmonger Hall binasında atölye çalışmasına alınanlar aranmadı.
Khan, saldırı sırasında kendisiyle mücadeleye girişenler tarafından sıkışıtırılınca binadan dışarı, London Bridge köprüsüne çıktı.
Bir çoğu yine aynı binadan çıkan kişilerce yere yatırılıp elindeki bıçaklar alındıktan sonra olay yerine gelen ve üzerindeki patlayıcı düzeneğini gören (sahte olduğu daha sonra anlaşılacaktı) polis tarafından vurularak öldürüldü.
Üç yıl önce yine London Bridge'de, bu kez güney tarafındaki bir bar çıkışından başlayan ve sekiz kişinin öldüğü, elli kadar kişinin yaralandığı saldırıda da üç saldırgan benzer donanımla yakalanmıştı.
Polise teslim olmak ya da ömür boyu hapis cezasına çarptırılmaktansa, polis tarafından öldürülmeyi 'şehit' sayılacağı düşüncesiyle tercih eden bu saldırganlar listesine şimdi Usman Khan da eklenmişti.
Diyalog ve rehabilitasyon
Cambridge Üniversitesi'nde Dr Amy Ludlow ve Ruth Armstron'un kurduğu ve Cambridge, Oxford ve Middlesex Üniversiteleri de dahil pek çok üniversitenin katılıp, desteklediği Learning Together inisiyatifi, mahkum öğrencilerle üniversite öğrencilerinin ve akademisyenlerin, birbirlerinden öğrenme sürecinde, teorideki düşüncelerle, pratikte yaşananların eşleştirebileceğine, sınayacağına ve bu karşılıklı ilişki ve öğrenmeden doğacak kendini tanıma, ifade etme, farklılıklarla karşılaşma, diyalog kurmanın mahkumların rehabilitasyonu için de bir olanak yaratacağını düşünmüştü.
Üniversite öğrencilerinin çoğunun seküler Hristiyan ya da agnostik arka plandan gelen kız öğrencilerden oluşması, hapishanede bulunanların ise çoğu Müslüman ve Hristiyan dindar geçmişlerden gelen genç erkeklerden oluşuyor olması, programın hem zorluğu hem avantajı diye yazmıştı programın blog sayfası yürütücüleri.
Eğitimleriin kendisinden ziyade, yapısının, insanların farklı insanlarla iletişim kurup, değer görüp, kendilerini ifade etmelerinin, kendilerini değerli hissetmelerine ve hayatları hakkında daha olumlu düşünmelerine yol açtığını tespit ettikleri program yürütücüleri ne yazık ki, sadece 20'şer mahkuma yer açabiliyorlardı her programda.
O nedenle, Learning Together ya da bazen birlikte çalıştıkları sivil toplum kuruluşu olan Sing Inside (İçeride şarkı söyle) ya da başka dernek ve platformlardan tek başına mahkumları rehabilite etmesini beklemek haksızlık olur.
Ama sanki bu saldırıyla birlikte programın ve bu insiyatiflerin temsil ettiği beraber yaşama, iyi bir topluma kendiliğinden yönelme prensipleri de başarısızlığa uğramış gibi, insiyatifin dayandığı temel ideoloji sadece Usman Khan tarafından değil, olaydan sonra hükümet tarafından yaratılan politik tartışmayla da saldırıya uğradı.
Öldürülen Jack Merritt'in babasının Twitter'dan verdiği sert tepki de - 'oğlum ölümünün daha fazla Drakon kanunları çıkarılması ya da daha çok insanın gereksiz yere hapsedilmesi için bir mazeret olarak kullanılmasını arzu etmezdi' diye yazmıştı aynı gün- Boris Johnson'ın olayı daha sıkı denetimlere, hapis cezalarına ve kutuplaşmaya çekme çabasını durduramadı.
16 tweetli Başbakan tepkisi
Kimin yüzünden Usman Khan'ın hapishane dışında olduğu sorgulandıktan sonra, Başbakan 16 tweet ile merak edilen yanıtı açıkladı.
Khan'ın kurul kararı olmaksızın hapishaneden çıkmasına izin verilmesinin İşçi Partisi'nin 2008 yılında çıkardığı yarı zamanı dolduran suçluların salıverilmesini öngören kanun değişikliği sayesinde mümkün olabildiğini söyledi. Oysa İşçi Partisi'nin bu değişikliği yaptığı 2008 yılında, tehlikeli addedilen suçlular için hala 'Kamunun Korunması amaçlı hapis cezası'nın (Imprisonment for Public Protection- IPP) var olduğu ve 2012 sonunda Muhafazakar parti tarafından kaldırılana dek verilen hükümlerde bu tür mahkumiyetlerin şartlı tahliye kurulu kararıyla istenen şartlar yerine getirildiğinde son bulabileceği biliniyordu. Yani İşçi Partisi'nin kanun değişikliği, Usman Khan'ın hapiste daha uzun süre kalmasına engel bir durum değildi.
Hatta mahkeme tarafından tehlikeli olduğu düşünülerek IPP kategorisi altında değerlendiren Usman Khan'ın ve beraber hareket ettiği diğer iki kişinin cezaları, Yüksek Mahkeme hakimin kararıyla mahkumiyet bozulup 16 yıllık belirli süreli hapis cezasına çevirmeseydi hala hapishanede çekiliyor olacaktı.
Kararın bozulma gerekçesi şuydu:
Aynı davada Usman Khan'la birlikte ceza alan ve Londra borsasına patlayıcı yerleştirmeyi planlayan grupla, Khan'ın bulunduğu ve Kabil'de büyük bir eğitim kampı -kendilerinin deyimiyle medrese- açıp, ardından bu kurumdan mezun olanları uluslararası operasyonlarda görevlendirmeyi planlayan Stoke-on-Trent grubunun cezasının aynı olması gerektiğini söylemişti.
Alt mahkeme hakimi ikinci projenin daha geniş ve ideolojiyi yayma peşinde olduğu için daha büyük tehdit oluşturacağını düşünmüş, Yüksek Mahkeme ise tehditin yapılabilirliğine, planın yakın ve uzak vadeli oluşuna göre değerlendirilmesi gerektiğine hükmedip, Usman Khan'ın cezasını Tahliye Kurulu gerektiren IPP kategorisinden çıkarmıştı.
Başbakan Boris Johnson, mahkumiyetinin tamamını kendi partisinin hükümeti döneminde çekerek denetimli serbest kalan Usman Khan'dan İşçi Partisi'nin sorumlu tuttuktan sonra tehlikeli suçlular için erken salıverilmelerin sonlandırılacağını ve toplam cezalarının yarısını çekmek yerine tüm sürelerini doldurmaları gerekeceğini duyurdu.
Oysa zaten 2015 yılındaki Ceza Yargılaması ve Mahkemeleri Hukuku'nun kabul edilmesinden sonra hazırlık ve eğitim de dahil olmak üzere yeni işlenen tüm terör suçları ve yasada belirlenen ağır şiddet içeren tüm suçlar için, erken tahliye imkanı kaldırılmış ve ancak Tahliye Kurulunun kararıyla salıverilmesi kabul edilmişti.
Muhtemelen bahsettiği kısıtlama, geçmiş döneme ait ve yakında sonlanacak olan mahkumiyetler içindi.
Bunun üzerine kaç teröristin daha aramızda dolaştığı ve yakın vadede kaç terör suçlusunun daha salıverileceği medya ve otoritelerce incelemeye tabi tutuldu.
Ve yaklaşan seçimler...
İngiltere'de terör suçundan hapis cezasına çarptırılan toplam 195 hükümlü vardı.
2018 yılına dek bunlardan 53'ü cezasının hapishane mahkumiyeti kısmını doldurup salıverilmişti. Ama son iki yılda yani 2018 ve 2019 yıllarında, son on yılda cezasını dolduranlardan daha fazlası -62 hükümlü- mahkumiyetlerini tamamlayarak denetimli serbestlikle hapishaneden çıkmıştı.
Toplum için tehdit oluşturduğu düşünülen eski mahkumlar listesinde "terör suçu" işlemiş olup olmamasından bağımsız olarak ise yaklaşık 700 kişi olduğu tahmin edildi.
Bu ve benzeri korku, ve mutlak güvenlik amaçlı politikaların propagandası seçime iki hafta kala Hükümet'in işine yarayabilirdi. Güvenlik konusunda Jeremy Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi'ne göre daha sert görünmesinin avantajını Boris Johnson partisi için kullanmak istiyordu.
Ne var ki suça ve teröre karşı en katı politikaları uyguluyor görünme yarışının, aslında suçu ve terörü önlemekle sonuçlanmadığını gösteren yirmi yıla yaklaşan bir deneyim varken, İngiltere'de bu çok da kolay değildi.
Amerika'nın 'Terörle Savaşı' ilanından beri Tony Blair yönetiminde başlayan İşçi Partisi ile Muhafazakar Parti arasında teröre ve genel olarak suça karşı daha katı tavır takınma yarışının sonu hapishanelerin kaldıramayacağı sayıda mahkumun suç şebekesi içinde daha da aşırılaşması oldu.
Hapishane şartlarındaki bozulma, güvenliksiz ortam, ve şiddet, rehabilitasyonu imkansız kıldı. 2008'de İşçi Partisi'nin IPP kategorisinde olmayan hükümlülerin, mahkumiyetin yarısı tamamlanınca salıverilmesini öngören yasa değişikliği de, 2012'de Muhafazakar Parti liderliğinde kurulan hükümetin IPP ceza sistemini yürürlükten kaldırması da aynı nedenleydi.
İngiltere, hapishanelerin kapasitesinden çok daha fazla mahkumu hükümlü olarak tutmak zorunda kalmış, Avrupa'nın hapishanelerinde en çok mahkum bulunduran ülkesi olarak bir hapishaneler krizine girmişti.
Mahkumiyet şartları ağırdı ve dahası IPP kategorisinde toplum için tehlikeli olduğu varsayılan mahkumların minimum ceza sürelerini doldurduktan sonra hapishaneden çıkmasına onay verecek Tahliye Kurulu, dosyalara bakmakta yetersiz kalıyor, baktığı dosyalarda da çok az sayıda mahkumun çıkmasına izin veriyordu.
Hapishanelerdeki kötü şartların, bu ne zaman çıkılabileceği bilinemeyen bir Kafkaesk ortamda geleceği askıda kalan mahkumlar için yarattığı travmatik durum, bütün rehabilitasyon çalışmalarını sadece göstermelik kılıyordu.Avrupa İi̇ysan Hakları mahkemesi, 2012 yılında bu uygulamanın iptalini İngiltere'den istedi.
Mahkumları rehabilite edemeyen bu sistem, denetim altında izleme maliyetlerinin yüksekliği ve mahkum sayısının kümülatif olarak artması nedeniyle sürdürülemez haldeydi ve son sekiz yıllık hükümet döneminde bu düzen kaynak kesintilerinden dolayı daha da kötüye gitti.
Jeremy Corbyn, saldırının ardından kestirimci sonuçlar çıkarılıp, hapis cezalarını artırmak ya da uzatmak gerektiği fikrinin, ya da terör suçu işleyenlerin de ceza sürelerinin yarısını çekerek salınıverme hakkından yararlanabilmesinin engellenmesinin yanlış olacağını söyledi.
Saldırganın hapishanede ve hapishane sonrası denetimli serbestlik süresi içinde ne hizmetler aldığı, kendisiyle haftada iki kez görüşen denetim hizmetleri uzmanının ya da diğer izleme araçlarının neden yetersiz kaldığının sorgulanması gerektiğini söylemişti.
Corbyn'in sorularını Boris Johnson yanıtsız bıraktı ama yanıtların bir çoğu önceki aylardaki gazete haberlerinde aslında mevcuttu.
Denetimli serbestlik sırasında izleme hizmetlerini veren ve yarı özelleştirilen kurumda (National Probation Services) çalışanların bağlı olduğu sendika Napo'nun genel sekreteri Ian Lawrance, geçtiğimiz yıl, üyelerinin uzun süreler çalışma ve eksik personel nedeniyle büyük baskı altında olduğunu söylemişti.
"Eğer kamu güvenliğinin merkezde olacağı üst düzey bir hizmet bekliyorsak denetim altında izleme hizmetlerine yeterli kaynak ayırmalıyız ve bu hizmeti yeniden kamulaştırmalıyız".
Hapishanelerdeki güvensiz ve suça açık ortamın kamuoyunda çokça açığa çıkmasının ardından - drone'larla cep telefonu, uyuşturucu ve hatta silah ticaretinin çok sayıda hapishane için mümkün olması gibi- geçtiğimiz Ağustos ayında Boris Johnson, hapishanelerdeki suçlarla mücadele etmek ve rehabilitasyonu canlandırmak için 100 milyon poundluk yeni bir program açıklamak zorunda kalmıştı:
'Uyuşturucu, silah ve cep telefonlarının hapishanelere girmesini durduracağız ve böylece kurbanları, personeli, koruma altına alıp, şiddeti azaltacağız ve hapishanelerimiz mahkumları dönüştürmek ve rehabilite etmek için gerekli şekilde donanımlı hale gelecek.'
Johnson'ın ağzında aynı cümleye sığıveren bu hızlandırılmış rehabilitasyon umudu gerçeği yansıtmıyordu. Sorunun büyüklüğüyle bütçenin küçüklüğü uzmanlara göre örtüşmemişti.
Ama aynı zamanda, hükümetin bugüne kadar olan uygulamaları da sözleriyle tutarlı görünmüyordu. Pek çok cezaevi kurumu, rehabilitasyon amaçlı, kütüphane, psikoterapi destek üniteleri ve uzmanlık birimlerini lağvetti.
Bunların yeniden kurulması ve hapishanelerin insan onuruna uygun halde güvenli ortamlara dönüşmesi ise mahkumiyetlerini çekenlerin bir anda dönüşmesi anlamına gelmiyor.
Tutuk evleri eski genel direktörü Martin Narey, Başbakan'ın programı duyurumasından bir kaç gün sonra bir sempozyumda şunları söyleyecekti:
"Hayatları dönüştürebilecek hızlı bir tasarıları olduğunu söyleyen birisine -buradaki dönüşüm kelimesi önemli- hayatın bu kadar basit olmadığını kibarca anlatın. Altı haftalık ya da altı aylık bir kursun, koca bir ömrün yarattığı hasarı bertaraf edivereceğine sizi inandırmak isteyenleri nazikçe reddedin."
Sınırlar ötesi atıf
İngiltere hapishaneleriyle ilgili en büyük başvuru kaynağı olan Prison Oracle web sitesinin editörü, kendisi de eski bir mahkum ve şimdi ceza sistemi uygulamaları ve politikaları uzmanı olan Mark Leech de Narey'e katılmış ve şu benzetmeyi yapmıştı:
"Okuldan atılmalarla, işsizlikle, az bir fırsatla, kötü ebeveynlik deneyimleriyle birlikte yüksek suç oranlı şehir içi toplu konutlardan alıp, hapishanelere attığımız insanların orada dönüşüme uğrayacağını ummak, hapishanelerin pek çoğunda yaşanan günlük deneyim saygısızlık ve sıklıkla taciz, şiddet ve pislik iken, imkansız bir dilek gibi gözüküyor. Bu, hastanelerin acil servislerinden kazaları azaltmalarını istemek ve araba kazaları artınca doktorları suçlamak gibi bir şey."
Uluslararası bağlantılı nefret söylemiyle motive olan şiddet suçları için de bu ortamı daha büyük ölçekte resmetmek de mümkün. Devletlerin büyük suçlar işlediği, savaşlarla milyonlarca insanın nefretini, düşmanlığını kazandığı, çocukların, masum halkların ölümüne yol açtığı bir dünyadan alıp şiddet, pislik ve taciz olaylarının sıkça görüldüğü hapishanelerde iyi yönde bir değişime uğrayacaklarını ummak, dünyanın pisliğinden çöp kutusunu sorumlu tutmaya benzetilebilir.
Jeremy Corbyn de suçun ve nefret ortamının bu sınırlar ötesi durumuna atıfla geçtiğimiz Pazar günü York üniversitesinde, London Bridge saldırısını yorumlarken, dünya genelinde devlet eliyle yaratılan karışıklıklar ve istikrarsızlıklar yüzünden pek çok neslin bu yanlış kararların acısını, bu nefret ortamının sonuçlarını hissetmekte olduğunu söyledi. Irak savaşına karşı çıktığı zamanki sözlerini tekrarladı:
"16 yıl önce Irak'ın işgaline karşı hükümeti uyarmıştım. Bu işgal; savaşları, terörü, ve sonraki nesillerin mutsuzluğunu körükleyecek bir çatışma, nefret, keder ve ümitsizlik döngüsü yaratacak. Ve bugün hala, bunun sonuçlarını yaşıyoruz."
İngiltere'de hükümetlerin, Irak'ın işgali, El-Kaide'nin güçlenmesi ve ardından IŞİD'in yayılımıyla, artan terör tehdidine karşı, kendi izleme ve istihbarat sistemlerinin yetersiz kalmasıyla istihbarat, izleme ve ceza sistemlerinin toplam maliyeti hapishanelerin idaresinden çok daha fazlasını kapsıyor.
Yalnızca denetimli salıverilenler değil, kamusal tehdit oluşturduğu düşünülen 700 kadar kişinin takibi, daha ötesi IŞİD'e katıan ya da katılan eşlerinin peşinden kamplarda kalan İngiliz vatandaşı kadın ve çocukların yeniden ülkeye dönmesi programı, tüm bu 'şüpheli'lerin istihbaratı için girişilen faaliyetler devasa bir bütçeyi gerektiriyor.
Muhafazakar Parti'nin bunun için geliştirdiği ve maliyeti yaymak için önleyici çalışmaları topluma ve kurumlara kaydırma gayreti ise panoptik bir yapıda toplum bireylerin diğer bireyleri gözlemekle yükümlü tutuyor.
2003'te İşçi partisi tarafından savunmasız bireylerin radikalleşerek terör suçu işlemesini engellemesi planlanarak çıkarılan Önleme politikası dökümanı, 2011 ve 2015 yılında Muhafazakar parti liderliğindeki koalisyon hükümeti tarafından genişletilerek, okulların, yerel yönetimlerin, hatta sağlık kurumlarının personelinin radikalleşmeye karşı 'bilinçlendirilmesi', ve radikalleşmeye meyilli bireyleri ve buna yol açabilecek faaliyetleri raporlamaları görevi getirdi.
2015 yılından beri oluşan ortamda, uygulamalar öyle bir hal aldı ki, üniversitelerde ifade özgürlüğünün ve her görüşe dengeli şekilde yer verme sorumluluğunun yerine getirilemediğini sadece akademisyenler değil mahkemeler de kabul etti. Programın kişilerin fişlenmesi, verilerinin izinsiz kullanılması ve özellikle üniversitelerde ve müslüman toplum içinde bir çok etkinliğin kısıtlanması, küçük yaşta çocukların gereksiz yere sorgulamaya tabi tutulmaları gibi olaylarla gündeme gelmesinin ardından mahkemelerin, sivil toplum kuruluşlarının ve Af Örgütü'nün hükümetin politika dökümanını gözden geçirmeye zorlamak için baskısı arttı. Hükümet Önleme politikası rehber dökümanının bağımsız bir kurul tarafından gözden geçirme sürecini geçtiğimiz Ağustos ayında başlattı.
Son söz
Ama tüm bu arka plan, toplumları istikrarsızlaştıran politikalar, içerideki ve dışarıdaki bireylerin kişisel geçmişlerinden getirdikleri yükler, önyargılar, öfkelere rağmen, insanların bir araya gelip öfke de olsa kendi görüşlerini, duygularını test edecekleri, diyalog kuracakları topluluklara ihtiyaçları var. İnsanların dışarıdayken de içinde kalmaya mahkum edildikleri kendi küçük hapishanelerinde, ya da günlük hayat deneyimi çok daha haşin yaşanan hapishanelerde.
Eğer yapılabilseydi, 5. yılı kutlanılan programın bu etkinliği, Eventbrite sitesinde yazdığı gibi 'Kutlamak, bağlantı kurmak ve iş birliği yapmak için düzenlenmiş bir gün' olacaktı. Oysa etkinliğin dayandığı inanç, hem nefret söylemiyle beslenen bir radikalleşmenin, hem de aşırı güvenlik politikalarıyla korku ve güvensizlik ortamını besleyen politikaların hedefi oldu.
Yine de ilk iki günkü güvenlik çığlıkları, Corbyn'in açıklamaları, saldırı anının detayları ve hayatını riske atarak yaralanan ve öldürülenlerin hikayelerinin duyulmasıyla bastırıldı.
Boris Johnson'ın daha fazla güvenlik için sınır ve hapishane kapılarını daha çok insan için ve daha uzun süre kapalı tutma stratejisinin bu olayla güçleneceğini düşünenlere olayın kahramanları yeniden hatırlatıldı:
Hayatını kaybeden ve rehabilitasyonun değerine inanan iki suçbilimci gencin dışında, başkalarını korumak için saldırganı durdurmaya çalışan ve Fishmonger Hall binasında duvara asılı sopayla onun peşinden koşan Polonyalı restoran şefi Lukacs da, atölye çalışması sırasında onu durdurmaya çalışırken bıçak darbelerine maruz kalan ve adam öldürmekten mahkumiyetini doldurmuş Marc ve James adındaki iki eski hükümlü de Johnson'ın şiddet suçlarından mahkum edilenlerin erken salıverilmesinin önlenmesi de dahil olmak üzere savunucusu olduğu politikalar gerçekleşmiş olsaydı muhtemelen orda olmayacaklardı.
Hayatını kaybeden kurs koordinatörü Jack Merritt'in babası David Merritt'in The Guardian'da önceki gün yayımlanan yazısı oğlunun ardından bir son söz gibiydi:
Her şeyiyle mücadele ettiği "nefret söylemi"nin kurulmasında kendisinin kullanıldığını bilse ölümünde de hayatında da sinirden küplere binerdi. Hiçkimse unutmasın Jack, tekmeleyerek kırıp açtığı kapıdan bizim geçmemizi isterdi. O kapı birilerini kilitleyip, anahtarı da fırlatıp atacağımız bir dünyaya açılmıyor. Belirsiz süreli mahkumiyet cezaları verdiğimiz, amaç ortaklığı üzerinden herkesi aynı cezaya çarptırdığımız bir dünya olmayacak. Hapishane bütçelerini kesip tırpanlamadığımız, intikam değil rehabilitasyona odaklandığımız. Toplumun can damarı olan kamu hizmetlerinin sürekli olarak altını oymadığımız...
(VA/PT)