"Vadilerin Sarıyazmalısı" diyorlar Loç Vadisi için.
Kastamonu'ya gittim, Cide'ye gittim. Başka bir deyişle "çevresinde dolandım" ama Loç'a gitmedim. Fotoğraflarını görmüştüm ama! Bugün de google'den haritaya bakıp yerini buldum. Gidilesi bir yer olduğu belli. Orayla ilgili yazılarda "Valla Kanyonu"nun ağzı ya da çıkışı olarak kabul ediliyor.
Doğa Derneği Başkanı Güven Eken burayı "Burada, Devrekâni çayı'nın Anadolu'daki en benzersiz akarsu sistemlerinden biri olduğunu anlıyoruz. Nispeten küçük bir akarsu olmasına rağmen birbiri ardına uzanan beş büyük kanyon sistemi ve bu kanyonlar arasında oluşan düzlükler, akarsu güzergahının muazzam bir canlı zenginliğine sahip olmasına neden oluyor. Kanyonları oluşturan kireçtaşı kayalıklarında sayısız nadir bitki ve kuş türü yaşarken nehrin düzleştiği ve yavaşladığı Loç gibi bölgelerde pek çok balık ve başka akarsu canlısı çoğalma imkanı buluyor. Bu düzen, birbiri ardına sıralanmış beş kanyon ve ardında uzanan düzlükler içinde her seferinde tekrar ediyor. Yani Devrekâni çayı yatağı üzerinde kendi kendini beş kez yeniden yaratıyor. Türkiye'deki pek çok akarsuda bu özelliği görmek mümkün değil" diyerek anlatıyor Loç Vadisi bloğundaki yazısında.
Sarıyazmalılar
"Loç Vadisi"nden haberim "Sarıyazmalılar'ın Eylemleri"yle oldu. "Sarıyazma" onların simgesi ve mücadelelerinin de bayrağı.
Anadolu coğrafyasının pek çok yerinde olduğu gibi "akar sular"ın akmasını durdurmaya yönelik HES'lere karşı çıkan onların "hayatlarını bozacağını söyleyerek" itiraz edenlerin arasındaydılar. Çevreyle, doğayla ilgili eylemlerden anımsıyorum. "Sarıyazmaları"yla katılırlar ve bu vadiden ve yitireceklerinden söz ederlerdi.
14 Aralıkta Fındıklı'daki Orya Han'ın önündeki protestolarının ilk haftasını doldurdukları gün yanlarındaydım, "Loç Vadisi Direnişçileri"nin.
İstanbul'un soğuk ve ıslak günlerinden birisiydi. Yirmi kişi ya varlardı ya yok! Onların oturdukları yerin az gerisinde bir polis midibüsü duruyordu. Loç'a HES inşa eden şirketin yönetiminin olduğu binanın önündeyse 4-5 polis ve sivil güvenlik görevlileri vardı.
Yanlarına gidip kendimi tanıttım. İçlerinden birisi "Zafer Abi" dedi.
Yanıma geldi, Zafer Keçin. Elimi sıktı. Sanki uzun yıllardır tanışıyor muşuz gibi yakın, içten ve dostça bir "ayaküstü sohbeti" yaptık. Bir yandan da ikram edilen ev yapımı kek ile, bir mandalini paylaşarak.
Loç vadisi'nden, oradaki köylerden, köylerde yaşayanlardan, o köylerin geçmişlerinden, HES'lerden, HES'lerin neden yapıldığından, gelecekten, kaybedilmiş ve daha da kaybedilecek olanlardan söz etti.
Sayıları "az"dı, ama "umutlu, inançlı ve dirençli"ydilar. Kendilerine, "insan"a ve "akla" güveniyorlardı. Ne "ilk" ne de "son" olmadıklarının da bilincindeydiler. Yapılmak istenenin aslında ne olduğunu da biliyorlardı. Amaç ne elektrikti, ne de oradaki ranttan payını almak. Amaç başkaydı; amaç "su"ydu.
Bu yüzyılın "su savaşları yüzyılı" olacağını düşünenlerin, "suya sahip olmanın", daha öncesinde "petrole sahip olmak" gibi büyük bir erk ve güç yaratacağını, o güce şimdiden sahip olmayı, en azından bunun hazırlıklarını yapmayı düşünenlerin planları ve kurgusunun tüm bunların nedeni olduğunu kavramışlardı.
Bu yüzden yapılanın yalnızca bir HES olmadığını, suya sahip olmak için Anadolu'nun yeniden "işgal edilmesi olduğunu", dolayısıyla mücadelelerinin de bir çeşit "kurtuluş mücadelesi" olduğunu düşünüyorlardı.
Çünkü su "hayat" demekti, hayat da "su". Başka bir deyişle yaşamı kuran da, kurtaran da "su"ydu.
Ama onlar için bu gerçek gelecekte değil şimdi, şu andaki bir sorundu. Bunun için orada "nöbet"i sürdürüyorlardı.
Suyun önünü bağlamak
Pek çok başka yerde olduğu gibi "suyun önünü bağlayınca" su "su olma" özelliğini yitirir, "ahlâkı bozulur", yarar yerine zarar vermeye başlar, olanak sağlamak yerine "sorun yaratmaya" başlar! Onlar doğanın içinde hep su ile birlikte oldukları için bu gerçeği biliyorlar. Ama bildiklerini yeterince iyi anlatamıyorlar. Çünkü suyun gerçeğini bilseler de "erk"i önceleyen, "erk"e tapan ve "erk" olmak isteyenlerin gözleri bundan başka bir şey görmüyor. "Su akar deli bakar" sözünün içindeki anlamı bozup, deforme edip, "aklın bir çıkarımı", "reddedilemeyecek bir doğru" olarak yeniden oluşturup, tutumlarına bir "kanıt" gibi sunuyorlar.
Evet "su akar." Suyun doğası budur. Akmadığı zaman, akma olanağı ortadan kaldırıldığı zaman, doğal çevriminden ve akışından koparıldığı zaman artık "su" olmayacağını bilmiyorlar. Su doğada akar! Su doğanın içindeki canlıların tümünde akar, tümüyle birlikte akar. Çünkü yaşamı var eden ve sürmesini sağlayan odur. Onu "su" olmaktan çıkardığınızda yaşam artık biter.
Doğa için bu bitiş süreci çok uzundur. İnsanın ömrüyle kıyaslayınca sanki "yaşamdan ölüme doğru gerçekleşen değişim" görülmeyecek kadar yavaştır. Ama eğer bir "deli" gibi bakmayı başarabilirseniz, onun gördüklerini görebilirseniz o akan suya ve onun varettiği yaşama, o zaman görebilirsiniz gerçekleri.
Bir "deli"nin bile yapabildiğini eğer akıllılar olarak yapmazsanız gözemeyeceğiniz açıktır. O zaman akıllı olmanızın bir anlamı kalmaz. Aklın üstünlüğünün bir önemi olmaz. Bir deli gibi ama aklınızla bakın suya, onun doğa ve yaşam içindeki akışına. O zaman suyun önünü bağlayıp, onu zincire vurduğunuzda, hem de suçsuzken, nelerin olduğu görebilirsiniz. Suyun değemediği yaşamın, yaşam kaynaklarının nasıl "ölüme doğru "seğirttiğini" fark edersiniz.
Önce hareket edebilen canlılar alır başını giderler. Suyun değmediği yerdeki yaşamın yarısı bir anda ortadan kalkar. Sonra hareket edemeyen canlıların varlıklarını sürdürebilmeleri için hareket edebilen son unsurları, tohumları alır başını gider, yeni yaşam kuracakları yerlere. Sonra "ölmeye yatar"lar. Ayakta ölürler, doğanın çaldığı bir "ölüm müziği" eşliğinde. Sonra birileri gelir, makinelerin homurtusuna doğanın çığlığını katarak çaldığı "cenaze marşı" eşliğinde "ölüm"ü ilan eder.
Sonra insanlar da kalamaz oralarda. Çünkü insanın da yaşama gereksinimi vardır. İnsan da varlığını sürdürebilmesi için suya gereksinir. Doğa ve insan gidince kuru bir dere yatağı, zincirlenerek ahlâkını yitirmiş ve hızla başka yerlere kaçmaya çalışan ve bunu zor da olsa başaran bir su birikintisi kalır. Sonra o da gider ve geriye bir çöl kalır.
Bunlar hemen her yerde ve örnekte doğanın kendisine yapılan bu müdahaleye verdiği değişmez yanıttır.
Doğa kendisini korur, biz de destek olalım!
İnsan ne kadar akıllı ve güçlü olursa olsun, ne kadar çok zor üretirse üretsin, o zoru üretmek için ne kadar çok ve öldürücü silâha sahip olursa olsun, doğayı yenemez. Doğayı alt edemez. Doğa bir şekilde, bir zaman sonra, bir süreçte kendisine yapılanı boşa çıkarır. Onun için bu "aptallığa son vermek" herkesin görevidir.
Loçlular da, Dersim'de , Artvin'de Anadolu'nun ve dünyanın her yerinde HES'lere ve suların zincirlenmesine itiraz edenler de bunun farkında ve onun için mücadele ediyorlar.
Bu mücadele yaşamı savunan, yaşamdan yana olan ve yaşamak isteyen herkesin mücadelesi olmak zorunda.
Herkes Orya Hanın önüne ya da Loç Vadisi'ne gidip direnemez belki; ama suyun akmasının gerektiğini anlatıp işaret edebilir, gösterebilir, doğanın gerçeğinin ortaya koyabilir. Yukarıda anlattığım süreci görünür hâle getirebilmek için bir çaba harcayabilir.
Bilim insanlarına sesleniyorum: Loç Vadisinin florasının, faunasının, oradaki yaşamın envanterini çıkarmalısınız, hem de ivedilikle. Tarihçilere sesleniyorum, Zafer Keçin'in Loç Vadisi'ndeki insan yaşamı ve uygarlık izlerini araştırın, onları bir daha hiçbir zaman ortaya çıkamayacak hâle gelmeden önce bulun. Coğrafyacılara, sağlıkçılara, hukukçulara, sosyal bilimcilere sesleniyorum, sizlerin hepinizin orada ve benzer yerlerde olan biteni ortaya koymak için sahip olduğunuz çok önemli olanaklarınız ve güçleriniz var, onları harekete geçirin, mevcudu, olanı ve olacakları ortaya koyun, koyalım.
Yazan, çizeni konuşan insanlara sesleniyorum, medyaya sesleniyorum, tüm bu gerçekleri daha çok insana, daha yaygın biçimde ve daha derinlemesine anlatın, anlatalım!
Görmeyen gözlerin, duymayan kulakların, hissetmeyen yüreklerin hissetmesini sağlayalım!.
Oradaki böceklerin, çiçeklerin, kokuların, taşın, toprağın, oradaki yaşamın bunlara, size gereksinimi var. Zaman geçiyor, hızla geçiyor çünkü! Gerçek "erk"in doğada olduğunu, doğadaki "erk"in ise aslında "erksizlik" olduğunu anlayın ve gösterin.
Görevinizi yapın. Başkaları için değil, kendiniz için, kendimiz için!
Kendimiz ve geleceğimiz için. Ağlamamak ve ağlatmamak için.
Yani "gülmek için", hep ve hep beraber gülmek için!
Yani yaşamak için, başarabildiğimiz kadarıyla... (MS/EÖ)