*Livissi.
Belki siz de gittiniz, gezip gördünüz. Livissi, Fethiye yakınlarında bir ören yeri. 1922'de terk edilmiş bir Rum yerleşmesi. Sırtını bir yamaca dayamış, arkasında Fethiye Körfezi ve Gemile Koyu yer alıyor. Yörenin tarihi antik çağlara kadar gidiyor.
Yakın tarihlere geldiğimizde, 100-150 yıl öncesi Livissi'de 700 kadar evde, 4 bin civarı nüfusun barındığı; sahip olduğu işlevlere bakıldığında buranın neredeyse bir kent özelliği taşıdığı anlaşılıyor.
Livissi'nin birbirine benzeyen evleri, yöresel koşullara ustaca uyumlu, özgün bir mimaride yapılmış. Bugün bu evlerin bir bölümü yarı yıkık durumda ayakta duruyor, meraklıları için pitoresk bir görüntü veriyor. Livissi özellikle 1980 sonrası giderek artan bir ilgi odağı oldu. Ölü Deniz'e giden yeni yolun yakınında olması da buraya ulaşımı kolaylaştırıyor.
Yerleşme Kayaköy diye de adlandırılıyor, ama Kayaköy aslında Livissi'yi de içine alan daha geniş bir alan.
Yeri gelmişken hatırlatalım, Kayaköy adını yeteri kadar "yerli ve milli" bulmayanlar dört yıl önce, burası "Kayıköy" olsun diye bir kampanya başlattı.
Burada Rumlardan önce Kayı boyundan gelen Yörüklerin yerleşmiş olduğunu ileri sürüyorlardı. Sonunda referanduma gidildi, köy halkının tamamına yakını ad değişikliğini reddetti, Kayaköy'ün adı "Kayaköy" olarak kaldı.
"Aşırı" korunan alan
Livissi, Kayaköy ve çevresi "aşırı" korunan bir alan. 1980'lerden başlayarak Koruma Kurulları'nın burası için aldığı sit kararları var. "Doğal Sit", "Arkeolojik Sit", "Kentsel Sit" ilan edilen alanlar neredeyse iç içe girmiş.
Ancak uzmanların içinden çıkabileceği ve yerinde donanımlı bir kurumsal yapı olmadan sürdürülmesi zor bir uygulama. Ömür törpüsü bürokratik işleri bir yana bırakın, bir ara bölgeden sorumlu Muğla Koruma Kurulu ile Başbakanlık Özel Çevre Koruma Başkanlığı mahkemelik bile olmuşlar.
Sonunda "Abi buraya bir çivi bile çakılamıyor" noktasına geliniyor. Ama bırakın çivi çakmayı, kaçak yapılaşma almış başını gitmiş. Hele son "İmar Barışı" furyası bu gidişatı iyice hızlandırmış. Geçen dönem Fethiye Belediye Başkanı olan Behçet Saatçı, yerel seçimler öncesi durumu şöyle anlatıyor:
"200'ün üzerinde kaçak yapı tespit ettik. Hepsi de imar barışından sonra yapılan yapılar. Gece gündüz inşaat yaptılar. Köyün giriş çıkışlarını denetledik. Hepsinin para cezası var, savcılığa gönderdik. Güzelim Kayaköy gözümüzün önünde tecavüze uğruyor. Rum evleri dağlara yapılmış, ovayı da tarım amaçlı kullanıyorlardı. Şimdi o ovaların hepsi inşaatla doldu."
Yeni seçilen Belediye Başkanı Alim Karaca da aynı doğrultuda konuşmuş. "Kayaköy'de kaçak inşaatlara yetkililer müdahale etmedi. Mücadele edeceğiz, buraları ranta teslim etmeyeceğiz" diyor. Yerel sivil toplum kuruluşları, Fethiye ve Muğla Belediyeleri ile birlikte Kayaköy ve çevresindeki plansız, kuralsız yapılaşmaya karşı mücadele ediyor. Yamaçta kalan Livissi evleri zaten kaderine terk edilmiş, oraya pek dokunan yok, ama düzlükte "İmar Barışı" yürürlükte.
Mimarlar: Barış ve dostluk köyü olsun
Kayaköy, 1980'lerin sonundan başlayarak Mimarlar Odası'nın gündeminde oldu. Yunanistan'daki mimarlar ile ilişkiler kuruldu, konu uluslararası örgütlere taşındı.
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği TÜRSAB, mimarlık okulları, mimarlık öğrencileri çalışmalara ortak edildi. Mimarlar, Kayaköy'ün bir "Barış ve Dostluk Köyü" olarak yaşatılmasını, kâr amaçlı kitlesel turizm yatırımlarına teslim edilmemesini istiyorlardı.
Mimarların Kayaköy'e ilişkin görüşlerini, önerilerini, çalışmalarını usta belgeselci Hilmi Etikan'ın yönettiği 2005 yapımı "Barış İçin Bir Yer - Kayaköy" filminden1 izleyebilirsiniz.
Galiba mimarlar biraz fazla "gerçekçi"ydi ve "imkânsız"ı istiyordu. Kâr üzerine kurulu, sömürü ve savaşa dayalı bir dünyada, sömürüden uzak, kalıcı bir barışın peşindeydiler.
İsmail Cem'in Dışişleri Bakanı olduğu, Yorgo Papandreu ile karşılıklı sirtaki oynadıkları yıllardı.
Kayaköy konusunda Dışişleri Bakanlığı Kültür İşleri Dairesi'nde yapılan bir toplantıya katılmıştık. İlgili diğer bakanlıklardan gelen temsilcilerin konuşmalarından projeye ilişkin sonuç alıcı bir görüşe sahip olmadıkları ortaya çıkıyordu. Dışişlerinden katılan iki genç diplomatın çelişik iki farklı görüşü doğrusu bizi şaşırtmıştı.
Birisi "Kayaköy'ün çevresi mümkünse tahta perdeyle çevrilmeli, burası bir ziyaret yeri haline gelmemeli" derken diğer genç diplomat, iki ülke arasında uzlaşılarak yapılan mübadelenin gizlenecek bir yanı olmadığını savunuyordu.
Mimarlar, derin politikaların ötesinde "gerçekçi" olmayı ve "imkânsız"ı istemeyi sürdürdüler. Getirdikleri önerilerin belki hiçbiri gerçekleşmedi ama konuyu gündemde tutmayı, Livissi'nin yok edilmesini önlemeyi başardılar. Somut işler de yapılmadı değil.
Örneğin, TÜRSAB'ın desteğiyle düzenlenen, Türkiye'den ve yurtdışından mimarlık öğrencilerin katıldığı bir yaz okulunda Taxiarhis ve Panaya Pirgiotissa kiliselerinin, bazı konutların röleveleri çıkarıldı, bu yapıların korunacak tarihi miras olarak tescili sağlandı.
Kayaköy çalışmalarında çok sayıda mimar ve mimarlık öğrencisinin yanı sıra Oktay Ekinci'nin, Ali Rüzgar'ın, Yunanistan ICOMOS [Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi Türkiye Milli Komitesi] örgütünden Dimitris Psarros'un ve Nikos Agriandonis'in verdiği katkılar önemlidir. Çalışmaların başlangıcında yer alan Türk Yunan Dostluk Derneği Başkanı Prof. Dr. Ekrem Akurgal'ın katkısını da unutmamak gerekir.
Patrik'in ziyareti ve tepkiler
Livissi'de iki kilise ile birlikte 14 şapel bulunmaktadır. Kiliseler bir ölçüde elden geçirilerek ziyarete açık duruma getirilmiştir. Patrik Bartholomeos ve diğer kilise görevlileri birkaç kez Kayaköy'ü ziyaret etmiş, hatta kiliselerde ayin düzenlenmiştir.
Bu durum, Kayaköy'ün inanç turizmi için önemli bir potansiyel taşıdığını göstermiştir. Ancak bu yöndeki gelişmelere tepkiler de söz konusudur. Genellikle pasif bir tutumla sürdürülen sessiz tepkilerin, somut gelişmeleri engelleyen kayıtsızlığın ötesinde çok kaba bir anlatımla dile getirilen tepkiler de var.
Örneğin bir gazetede2 rastladığımız, Kayaköy projesini ve Patrik'in Kayaköy ziyaretlerini eleştiren bir yazıda yer alan şu satırlar, böyle bir "dostluk ve barış" anlayışını, daha doğrusu anlayışsızlığını ortaya koyuyor:
"Akif'in 'Tek dişi kalmış canavar' dediği Batı'yı ve öteden beri onun çanak yalayıcısı olarak âdeta sırf Türk düşmanlığı için peydahlanmış eniği olan Yunanlıyı, istiklâli kazandığımız 76 yıldan beri asla tanımadık... Şimdi hâlâ dostluk, muhabbet, ittifak dilenciliğine devam ediyoruz... Başta diplomatlarımız, liderlerimiz bazı yazarlarımız, tacirlerimiz hatta mahalli başkanlar ve o çıtkırıldım sosyetemiz,.. Her türlü hilenin ve Ortodoksça entrikaların cirit attığı patrikler, papazlar cenneti... Milletimizi aldatıp kendinizle birlikte köleliğe sürüklemeyin lütfen."
Keşke Melih Cevdet'in anlattıkları gibi olsaydı
Melih Cevdet Anday, 1977 yılında yayınlanan "Anadolu'da ve Sosyalist Ülkelerde" adlı kitabında Kayaköy'e yaptığı bir gezinin de izlenimlerini anlatır. Öğreticidir Melih Cevdet'in anlattıkları. Geniş çevreler belki Kayaköy'ü ilk kez onun anlattıklarından öğrenmişlerdir.
Melih Cevdet'e göre, 1922'ye gelene kadar burada insanlar barış içinde yaşayıp gitmişler.
Rumlar yaşamayı, eğlenmeyi iyi bilirler, zaman zaman bazı Türk gençleri de onların yaşamına ortak olurmuş. Gençler geç vakit Rum dostlarıyla birlikte oturdukları rakı sofrasından kalkıp ovadaki evlerine dönerken Rumca şarkılar mırıldanırlarmış.
Sonra mübadelede Rumlar Türk komşularıyla sarılıp ağlaşıp vedalaşarak evlerini terk etmişler, Yunanistan'a gitmişler...
Keşke yaşananlar, yaşananlara ilişkin belgeler böylesi iyimser anlatımları doğrulasaydı. Mübadeleye gelene kadar 1914-1918 yıllarında Livissi'de yaşananları bizde pek kimse dillendirmemiştir.
Her ne kadar Melih Cevdet, Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan bazı olaylardan, Rumlardan gelecek muhtemel bir kalkışmayı önlemek üzere Kaya'daki Türkler arasında örgütlenen "Kuvayı Milliye"den söz ederse de başkaca ayrıntı vermez.
Kayaköy'ün girişine yerleştirilen bir tabelada yerleşme hakkında resmi görüşü özetleyen bilgilere yer verilmiş. Tabelada kentteki yapıların 1922'de mübadele ile boşaltıldığı yazılmış. Bizde hemen herkesin bildiği de budur.
Mübadele öncesi neredeyse her şey güllük gülistanlıktı. Livissi halkı mübadelede adeta burunları kanamadan ayrılıp gitmişlerdi...
Ama 20 yıl önce Dışişleri Bakanlığı'ndaki toplantıda genç kadın diplomatın "Mümkünse burayı tahta perde ile çevirelim" demesinin bir nedeni olmalıydı.
Yüzleşmekten kaçındığımız bir durum mu söz konusuydu? Olay Türkiye dışında nasıl görülüyor diye bakmakta yarar var.
En yakın başvuru kaynağına gidelim, Türkiye'den erişimi engellendi ama gene biz bir kolayını bulalım ve İngilizce Wikipedia'nın "Kayaköy" maddesine bakalım.
Wikipedia'ya göre geçen yüzyıl başlarında, İttihatçıların Anadolu Hıristiyanlarını hedef alan "tehcir" politikası Livissi Rumları üzerinde de etkili olmuş. Önce 1914'de Makri (Fethiye) Rumlarına uygulanmaya başlayan baskı yöntemleri iki yıl sonra Livissi'de yaşayanlara yönelmiş.
Rodos'taki İngiliz Büyükelçisi'ne gönderilmek üzere yazılan, yaşanan katliam ve baskıları anlatarak yardım isteyen bir mektubun Osmanlı yetkililerinin eline geçmesinden sonra durum daha da ağırlaşıyor. Livissi'de yaşayan ailelerinin bir bölümü yaya olarak Denizli'ye sürülüyor. Yollarda ölenler oluyor. Denizli'de şiddet ve baskı devam ediyor, ölümler yaşanıyor.
Sürgün 1917 ve 1918'de tekrarlanıyor, bu kez sürgün yeri Acıpayam. Yürüyüş 15 gün sürüyor. Yine yollarda açlık ve yorgunluktan ölenler oluyor, özellikle çocuklar ve yaşlılar yaşamlarını yitiriyor. 1919'da Yunan Ordusu İzmir'e çıktığında Livissi neredeyse boşalmış durumdaymış.
Daha ayrıntılı bilgi için 1919'da Paris'te yayınlanan "Persecution and Extermination of the Communities of Macri and Livissi: 1914-1918" adlı kitaba3 bakılabilir. [Kitabın adını "Makri (Fethiye) ve Livissi (Kayaköy) Halkına Yönelik Baskı ve İmha Olayları" diye çevirebiliriz.] Robert Kolej'den iki profesör ile İzmirli bir avukat ve bir doktorun derlediği kitapta olaylar yer, zaman ve kişiler belirtilerek anlatılmış. Kuşkusuz anlatılanların başka kaynaklar, özellikle Osmanlı arşiv belgeleri de incelenerek gözden geçirilmesi düşünülebilir.
Önemli olan, resmi tarih söylemlerinin dışında bir tarihin yaşanmışlığıdır.
Kayaköy kurtulur mu?
Mimarlar "Barış Köyü" olsun demişlerdi. Sonunda Kayaköy'e barış geldi, ama "İmar Barışı" geldi. Kayaköy'ün yüzyıllık yalnızlığının üzeri sanki "İmar Barışı" ile örtülecek gibi görünüyor.
Büyük bir olasılıkla Livissi'nin terk edilmiş yamaç evleri yine aynı koşullarda "korunur" ama çevresiyle bir bütün olarak Kayaköy artık başıboş, plansız, kuralsız yapılaşmanın tutsağı olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Hiç umut yok mu? Elbette var. Yerel yönetimlerin, sivil toplum kuruluşlarının ve yerel inisiyatiflerin gösterdiği tepkiler, iyimser düşünmenize neden oluyor.
Akademisyenlerin, mimarların, öğrencilerin ve genelde insanlarımızın Kayaköy'e ilgisi sürdükçe, Livissi yaşayacak diyelim.
Bazı kaynaklarda, Kayaköy'ün UNESCO tarafından "Dünya Barış ve Dostluk Köyü" olarak ilan edildiği, "Korunacak Kültürel Miras" listesine alındığı bilgileri var. UNESCO'nun resmi kayıtlarına baktığımızda bunu doğrulayacak bir sonuca ulaşamadık.
Belki de kamuoyunda böylesine yaygınlaşan söylentiler, yakıştırmalar resmiyet kazanmış kararlardan daha etkili oluyor.
Livissi bugüne kadar korunabilmişse, bunda "gayri resmi" çabaların azımsanmayacak bir payı var. Önemli olan bu çabaları sürdürebilmek.
İzninizle, son olarak bir "düzeltme" yapayım. Kayaköy'ün girişindeki tabelada "Evlerin kapı, pencere ve ahşap çatı döşemeleri doğal etkenlerle yok olmuş" deniliyor. Utangaçça uydurulmuş bir "resmi" yalan. Evlerin çevre yerleşmelerde oturanlar tarafından yağmalandığı, ahşapların yakacak olarak kullanılmak üzere sökülüp götürüldüğünü neredeyse herkes bilir.
(AŞ/PT)
(1) https://www.youtube.com/watch?v=5u-FHxZoJts&feature=youtu.be
(2) "Dostluk Değil Dilencilik", Türkiye, 26.10.2000
(3) http://greek-genocide.net/index.php/bibliography/books/256-persecution-and-extermination-of-the-communities-of-livissi-and-macri