Kadıköy’de yaşayanlar bilirler, bir türlü ıslah edilemeyen Kurbağalıdere’nin kokusu ciğerlerimizi dağlamaya devam ediyor. Özellikle yaz gelince bir başka kokuyor haliyle. Camı açsanız bir türlü, açmasanız başka türlü. Geçtiğimiz haftalarda Biamag’a bu konuyla ilgili Deniz Erkmen yazmıştı. Çok katıldığım şöyle bir cümlesi vardı; “Kurbağalıdere ülke için dev bir metafor bugünlerde sanki.” Kurbağalıdere, ülkenin boktanlığına dair önemli bir sembol işlevi görüyor gerçekten. Koktukça kokuyor ve biz bu kokudan kurtulamıyoruz. Ne halimizi izah edebiliyoruz ne dereyi ıslah. Dere sanki hayatımızın tam ortasına bağdaş kurmuş durumda, hiçbir yere gitmeye de niyeti yok. Ve neredeyse alışıyoruz bu kokuya, duyarsızlaşıyoruz, onu kabullenmeye çalışıyoruz. Böyle böyle yaşayıp gidiyoruz işte.
Derken...
Ihlamur mevsimi geliverdi. Ve son günlerde İstanbul’un birçok yeri ve özellikle de Kadıköy-Moda sokakları buram buram ıhlamur kokmaya başladı. Akşamları yapılan yürüyüşler pek keyiflendi. Kurbağalıdere’nin hâlâ orada olmasına ve kuvvetle muhtemel hâlâ kokmasına rağmen ıhlamurların kokusu öyle bir bastırdı ki, bok kokusunu duymaz olduk.
Haziran ayı, ıhlamurların çiçek açma zamanı...
Ülkede de 2013 yılından beri Haziran’da muhteşem kokular yükseliyor. Ihlamurlar çiçek açıyor, lağım kokularına rağmen. Gezi’yle başlayan ıhlamurlanma süreci, bu yıl liselilerin zarif protestolarıyla devam ediyor. Ihlamurlar elden ele dolaşıyor sanki, mis gibi kokuyor ortalık ve hepimizin umutlanma ihtiyacını besliyor.
Son zamanlarda günlerime yeni bir merak ve heyecan geldi. Acaba bu hafta hangi liselerden protestolar gelecek diye. Protestoların bildirilerine dair metin analizi yapmak değil bu yazıda amacım. Zira içeriğiyle değil, biçimin kendisiyle ilgileniyorum. Gezi’yle birlikte gelen “artık baba istemiyoruz”, “kimsenin baskısına ihtiyacımız yok” tavrını şu an liselilerden görmek gerçekten ülkenin geleceği adına umut verici. Çünkü artık kimsenin tahammülü kalmadı; üstten tavırlara, kendisine karışılmasına, türlü haksızlıklara, tek tipliliğin, tek adamlılığın dayatılmasına, sömürülmeye, aptal yerine konulmaya...
Zizek’in Gıdıklanan Özne kitabında sözü edilen simgesel anlamda “babanın öldürülmesi” hayvandan insana geçiş için olması gereken bir adımdır. Çünkü baba otoritesinin simgesel anlamı, yasakları ve tabuları barındıran ve inşa eden kültürün temel kaynağıdır.
Lacan için de Babanın Adı’nı tanımak kişinin kendi öznesini oluşturma adımıdır. Artık bundan sonra kişi/özne “kültürel düzen”in simgeleriyle düşünecektir. Lacan’a göre bunun en önemli kısmı cinselliğin içgüdü olmasına rağmen bir tabuya dönüşmesidir. Bu durumu toplumsal kastrasyon (hadımlaştırma) olarak isimlendirir.
Baba otoritesinin gölgesinde insan toplumsal hadımlaştırma korkusu yaşamakta ve özgürce davranamamaktadır. Buna göre insanın kendini var etmesi için baba otoritesini (sembolik anlamda) yok etmesi gerekir.
Gezi’yle başlayan ve şu aralar liselilerin protestolarıyla sürdürülen bu itirazlanma süreci, sembolik “babanın öldürülmesi”ni, geç de olsa özneliğimizi ve öznelliğimizi inşa etme sürecine girdiğimizi düşündürüyor bana.
Gerçek özgürlüğe bu şekilde kavuşacakmışız gibi geliyor.
Burada en fazla hoşuma giden şey bu protestoları yapan gençlerin “ergen”, “apolitik gençlik”, “z kuşağı”, “bencil nesil” gibi adlandırmaları nasıl da haksız çıkarttıkları...
Şu an bu gençlerin hepsi tüm kötü kokuları bastıracak şekilde ıhlamur kokusu yayıyorlar etrafa. Ve onlar sayesinde bizlerin de içi çiçekleniyor.
Bu arada ıhlamurların tarihçesine dair bir dipnot belirtmekte fayda var. Eskiden Orta Avrupa’da ıhlamur ağaçları köylerin meydanında bulunur ve insanların buluşma noktası olarak kullanılırmış. Ve köy mahkemeleri genelde burada kurulurmuş. Bu yüzden ıhlamur, “mahkeme ağacı” ya da “mahkeme ıhlamuru” olarak da bilinirmiş.
Ihlamurlar, bizim memlekette de mahkeme kuruyor Haziran’da. Ve bu mahkemede türlü haksızlıklar, adaletsizlikler, zulümler yargılanıyor.
Darısı gelecek Haziran’ların başına...
Velhasıl sevgili okuyucu yazın toplanan bu ıhlamurlar, kışın içimizi ısıtacak şifalı çaylara dönüşecek umudunu taşıyorum.
Ne (u)mutlu bize! (TI/NV)
Not: Bu yazının babalar günü haftasına denk gelmesi bilinçli bir tercih değildir. Olsa olsa bilinçdışımın bir oyunu olabilir. Canım bilinçdışı!