Kızıldere katliamının 38. yıldönümünde lise yıllarımızdan söz etmek istiyorum.
Hüdai ile liseden arkadaştık. Ankara Akşam Ticaret Lisesi'nde aynı sınıfta dört yıl (o zamanlar akşam liseleri dört yıldı) boyunca birlikteydik. Okulumuz Ankara'da Opera semtinde Türkocağı'nın karşısında bulunan eski bir binadaydı.
Akşam Ticaret Lisesi'nde gündüzleri çalışarak geçimini sağlayan ve geceleri de okula devam eden yoksul öğrenciler okuyordu.
Ankara'nın bir memur kenti olmasından dolayı öğrencilerin büyük çoğunluğu devlet kurumlarında düşük ücretle çalışan kişilerdi.
"Makul ve mantıklı" ilişkiler
Okul ortamı klasik liselerdekinden çok farklıydı. Kız öğrencilerin son derece az olduğu okulda arkadaşlıklar, aşklar, kavgalar ve trajikomik olaylar yaşanmıyordu. Arkadaşlıklar ve dostluklar o zamanların deyimiyle daha çok "makul ve mantıklı" ilişkiler şeklinde yürütülüyordu.
Okulda resmi törenler, yarışmalar, münazaralar, müsamereler filan da yapılmıyordu.
Derslikler adeta birer etüt salonu gibiydi. Teneffüsler 5 dakikalık sigara molası (sigara içmek serbestti) olarak verilirdi. Koridorlar yoğun sigara dumanıyla kaplandığı için sigara içmeyen hocalar ve öğrenciler koridora çıkmazdı.
Okulun kantini derslere başlama saatinden kısa bir süre okula gelen öğrencilerin çay, simit, börek, tost gibi yiyecekleri atıştırdığı bir yerdi. Kantin muhabbeti ise ancak öğrenimin gündüz ve yarımgün olduğu cumartesi günleri yapılabilirdi.
Zaman zaman elektriklerin kesilmesi ise, bir gecelik de olsa okulun tatil edilmesi demekti. Bu da, bizim o geceyi dinlenerek geçirmemiz anlamına gelirdi.
Her gün sekiz saat çalıştıktan sonra akşamları da üç buçuk saat ders görmek bizim için oldukça yorucu bir yaşamdı. Bu nedenle bazı yaşlı ve yorgun öğrencilerin derslerde uyumasına hocalar pek ses çıkarmazdı.
Hem okul hem iş
Hüdai işçi çocuğu idi. Babasını ortaokulda iken kaybetmişti. Annesi ile birlikte Aktepe'deki işçi konutlarında yaşıyorlardı. Bir akrabalarının yardımıyla girdiği Standartlar Enstitüsü'nde memur olarak çalışıyordu.
Bu konuda Hüdai ile ortak yanlarımız vardı. Ben de Kayseri'nin Develi ilçesinden bir işçi çocuğu idim. Babam Ortaokul ikinci sınıfında iken ölmüştü. Ankara'da akrabalarımın yanında kalıyor, gündüzleri çalışarak geçimimi sağlıyor ve akşamları da liseye devam ediyordum.
İlkokulu ve ortaokulu okuduğum kasabamda lise olmasına rağmen, ortaokul son sınıfta yaptığımız yaramazlıklar nedeniyle okul disiplin kurulu kararı ile kasaba lisesinde okuyamaz raporu verilen üç kişiden biri olarak mecburiyetten bu liseye girmiştim.
Elinde Red Kit eksik olmazdı
O yılları hatırlarken Lise Yıllığı'nı karıştırdım. Yıllıkta Hüdai için şöyle yazılmıştı:
"Adını yorumlarsanız bir bakıma "Allahlık" anlamına gelir. Ne var ki böylesi bir niteliğin tam tersi yaradılışta. Çok güler ve cin gibi zekidir. Aynı zamanda da "gırgır" baştan aşağı. Yaşamayı da gırgır'a almaz, umudumuz. Başarılı göreceğimize inanıyoruz".
Evet! Hüdai son derece zeki ve espritüel bir kişiliğe sahipti. Sürekli gülen, günlük yaşamın komik yanlarını alaya alan ve kendisiyle bile dalga geçebilen nadir insanlardan biriydi.
Hüdai yıllıkta herkese sorulan standart sorulara da şöyle yanıtlar vermişti.
1- İlgi duyduğunuz şeyler? -"Red Kit mecmuası, dişi mahlûkat, futbol, birazcık da tiyatro".
2- Arkadaşlık ve aşk konusunda düşündükleriniz? -"Arkadaşlık iyi şey, yalnız kafa dengini bulursak. Aşk; bekarların baş belası".
3- Güçlük duyduğunuz şeyler? -"Beklemek, bir dalkavuk karşısında kalmak"
4- Kaybetmekten korktuklarınız? -"Sevdiklerim."
5- Prensipleriniz? -"Samimiyet."
Gerçekten de Red Kit mecmuası elinden eksik olmazdı. 1.88 m boyu ile sanırım sınıfın en uzunuydu. Kendisini Dalton Kardeşler'in en uzun boylusu olan Averal'e benzeterek zekice espriler yapardı. Gözüne kestirdiği birini Joe'ya, William'a, Jack'a benzeterek yanına dikilir ve "N'aber Joe, William veya Jack" derdi.
Hüdai'ye, o zamanlar Hürriyet gazetesinde yayınlanan "Bizimkiler" çizgi romanındaki afacan bir çocuk olan 'Hüdaverdi'ye benzetilerek espriler yapılırdı. Hüdai ise bu tür benzetmelere kızmaz ve daha zekice esprilerle karşı saldırıya geçerdi.
Hüdai'nin Red Kit okuması sadece ona özgü bir şey değildi. O dönemde ben de (ki bizim kuşakta bu yaygın bir durumdu) Tommiks, Teksas, KaptanSwing gibi çizgi kitap dizilerini takip ederdim.
Senden n'aber Avarel?
Hüdai ile tanışmam da bu muhabbetlerden birinde olmuştu. Bir gün okula erken gitmiştim. Bodrum kattaki kantinde tek başıma çay içiyordum.
Kantinin kapısından eğilerek içeriyi Hüdai girdi. Bir çay ve simit alarak doğruca benim yanıma geldi. Her zamanki gülümsemesiyle "Naber Joe" dedi. Ben de "Senden ne naber Avarel" dedim.
Bir sandalye çekerek yanıma oturdu ve şöyle dedi: "Yav sen sınıfta bizim muhabbetlere pek takılmıyorsun. Ama sol takılıyorsun. Sence ben çok yaygaracı biri miyim?"
Ben de "Hayır arkadaşım. Sen öyle biri değilsin" dedim.
Arkadaş oluyoruz
İnsan ilişkilerinde içten ve cana yakın davranışları, kendine olan güveni, onurlu ve gururlu tutumları dikkatimi çekiyordu.
Bu nedenle Hüdai, sınıfta uzaktan izlediğim ve bir fırsatını bularak arkadaş olmayı istediğim birkaç kişiden biriydi.
Sanırım o da bunun farkında olmalı ki, böyle ani bir yakınlaşma hamlesi yapmıştı. Bu girişimi ile benden daha atak davranması da çok hoşuma gitmişti.
Ben ondan daha farklı bir kişilik sergiliyordum. Daha sakin, sessiz ve sanırım biraz da ciddi bir duruşum vardı. Gırgır ve şamatayı pek sevmezdim.
O sınıfta her şeyi gırgıra alırdı. Derslerde hocalara takılırdı. Futbol muhabbetine bayılır, futbol oynar ve takım tutardı.
Sosyalizm
Hüdai' o günlerde henüz sosyalist değildi ve en azından kendisini böyle tanımlamıyordu. Ancak sosyalist olmaya yatkın bir kişiliği ve tavrı vardı.
Ben kendimi sosyalist olarak tanımlıyor ve çeşitli biçimlerde bunu yansıttığım için sınıfta sosyalist olarak biliniyordum.
Okuldaki öğrencilerin bileşimi fazlaca derme çatmaydı. Her yaştan, her meslekten, her kentten, her düşünceden insan vardı.
Bazı kentlerden tasdikname ile gelen birkaç öğrencinin dışında lise öncesine dayanan okul ve mahalle arkadaşlıkları pek yoktu.
Siyasal düşünce itibari ile okul çapında milliyetçilik ve muhafazakarlık etkindi. Kendisini solcu/sosyalist olarak tanımlayan öğrenci sayısı ise parmakla gösterilecek kadar azdı.
Solcu olmamızda Köy Enstitüsü kökenliler ile bazı meslek dersleri TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) üyesi hocaların etkisi olmuştu.
Bu hocaların derslerinde siyasal gelişmeler üzerine konuşmalar, espriler yapılır ve bazen de tartışmalar olurdu. Hüdai bunalır da gırgıra alır, ancak beni düşünmeye sevkeden derin espriler yapardı.
İlk devrimci dayanışma
Hüdai'nin dürüstlüğü, tutarlı davranışları ve samimiyeti beni etkilemiş ve onunla yakınlaşmamı sağlamıştı. Dördüncü sınıfa geldiğimizde iyi iki arkadaş ve dost olmuştuk. Artık okul dışında da görüşmeye ve siyaset konuşmaya başlamıştık.
Hüdai benimle ilk devrimci dayanışmasını okulun mezuniyet balosunda göstermişti. Diploma dağıtım töreninin ardından biraz da içkili olmanın verdiği cesaretle sahneye çıkarak mikrofonu ele geçirip sosyalizm propagandası yaparken, hocaların ve milliyetçi öğrencilerin tepkilerine karşı Hüdai yanıma gelerek beni korumuştu.
O gün liseyi bitirip üniversite heyecanı yaşarken sevgi, dostluk ve güven temelinde sürecek olan yol arkadaşlığına/can yoldaşlığına başlamıştık...
Mamak'tayken
Yedi yıl sonra ben Mamak Cezaevi'ndeyken Hüdai Kızıldere'de katledildi. Katliamdan hemen sonra Mamak'a getirilen Ertuğrul'la gizli bir yazışmamızdan olayın detaylarını öğrenmiştim.
Hüdai ile yoğun bir şekilde süren devrim ve sosyalizm mücadelemiz, 14 Haziran 1971'de benim yakalanıp cezaevine girmem, onun dışarıda mücadeleye devam etmesi ile farklı bir sürece girmişti.
Mamak'ta, Kızıldere katliamının haberini aldıktan sonra "tutuklanmamış olsaydım ben de orada olacaktım" diye düşünmekten kendimi alamadım.
On'ların öldüğünü bir türlü kabullenemedim ve Hüdai'yi uzun süre rüyalarımda gördüm. Bir gün daha fazla yaşayıp onların intikamını almak duygusuyla yanıp tutuştum.
Leyla hanımın ağlatan sözleri
1974'de cezaevinden çıktıktan sonra ziyaretine gittiğim Hüdai'nin annesi Leyla hanımın, beni çok üzen ve ağlatan bir sözünü hala unutmadım.
Leyla hanım "Benim oğlum öldü ama sen yaşıyorsun. Onun kanına sen girdin" demişti. Leyla hanımı her görmeye gittiğimde bu sözü tekrarlayacak diye ödüm kopardı.
Aslında Leyla hanımın bana yarattığı bu duyguya yabancı değildim. Ben bunu daha önce Nail Karaçam'ın katlinde de yaşamıştım. Ancak Hüdai'ninki bana cezaevi koşullarında daha ağır gelmişti... (Şİ/NM)