2015 yılında İsrail’in Beerşeba kentindeki otobüs terminalinde bir linç meydana gelmişti. “Teröriste benzediği” için önce silahla vurulan Eritre asıllı Haftom Zarhum’un yerlerde kıvranırken hazır bulunanlar tarafından lince tabi tutulması kameralara ayrıntısıyla yansımıştı.
Geçtiğimiz günlerde karara bağlanan, olayla ilgili davada fiili gerçekleştiren kişilerden ikisi beraat etti. Diğer ikisi suçunu kabul edip daha önce zaten anlaşma yoluna gitmişti.
Kararda, ülkenin o ara bulunduğu gergin sürecin saldırganların zihinsel durumunu etkilemiş olmasından bahsedildi ve vefatın aslında linç yüzünden değil de sekiz kurşun yarasından kaynaklandığının altı çizildi.
Beraat edenlerden birinin avukatı müvekkilini “Kahraman” ilân etti.
Ayrıca: “Olay sırasında kahramanca davrandığı için ödüllendirilmesi gerekirken itham edilen bir kişi için bugün çok mühim bir gün. Takriben beş sene süren hukuki bir mücadele sonrasında mahkemenin beraat kararı vermesine sevindim” diyebildi!
Adaletin memleketlerinde adeta yerlerde süründüğünü bilen belgesel yönetmenleri Asaf Sudry ve Tali Shemesh olayın kamera kayıtlarından yola çıkarak 2016 yılında olağanüstü bir filme imza atmışlardı. Yoğun baskı ve sansüre rağmen kotardıkları işin hukuk açısından da faydalı olacağını ümit ettikleri kesindi.
Kendi ülkeleri en başta olmak üzere, dünyanın en mühim belgesel festivallerinden Hollanda’daki IDFA dahil, birçok etkinlikte ödüllendirilen olağanüstü film, 10. İnsan Hakları Belgesel Film Günleri kapsamında İzmir’de de gösterilmişti.
Bu nadide sinema eseri hakkında Murat Türker imzalı aşağıdaki yazı daha önce Express dergisinin Şubat 2017 tarihli 149. sayısında yayımlanmıştı.
Burası İsrail, Türkiye değil
"Eski Türkiye"nin stadlarında polis şiddetine şu tezahürat yapılırdı: "Burası Türkiye, İsrail değil!" Gelgelelim, o İsrail'de linç üzerine yerli yapım bir belgesel ödüllendirilirken, linç vakalarının vaka-i adiyeden sayıldığı Türkiye'de böyle bir şey hayal ötesi. Burası Türkiye, İsrail değil. 16-26 Şubat arasında 16. !f İstanbul kapsamında gösterilecek olan Terminalde Ölüm'e bağlanıyoruz. Burası İsrail...
Askerlerin birliklerine geri döndüğü bir pazar akşamı, nispeten ıssız bir otobüs terminali. Sırt sırta vermiş dörderlikten sekiz turuncu koltuk, fazla geniş olmayan salonun ortasında, bomboş. Güvenlik kameralarından izlediğimiz kadarıyla telaşsız bazı yolcular kapalı mekânın içinde sakin sakin hareket etmekte. Derken, herkes bir anda paniğe kapılıp dehşetle kaçışmaya başlıyor. Terminalin dışında açıldığı anlaşılan ateş yüzünden insanlar içeriye sığınıp saklanacak köşe bulmaya çalışıyor. Biri yaralı iki asker, danışma platformuna ulaşıp önüne yatarak kendini korumaya alıyor. Bir süre sonra kapıların birinden içeriye emekleyerek giren biri, telaşla koşuşmakta olan güvenlik görevlisinin dikkatini bir an çekince kurşunların hedefi oluyor ve danışmayla boş bankın arasındaki alanın tam ortasına yere yığılıyor. Makineli tüfekli askerlerin çoğunlukta olduğu kalabalık, yerde kıvranan bedenin çevresinde toplanıyor. Görünürde silaha benzer herhangi bir nesne taşımaması bir yana, vücudunda açılmış kurşun deliklerinden kanlar akan "terörist"in tehlike arz etmesi pek mümkün değil. Fakat azıcık da olsa hâlâ hareket edebilmesi, onu içeridekilerin hedefi haline getiriyor; hınç dolu insanlar ve özellikle üniformalılar, belirli bir mesafeden, hız alarak onu tekmeliyor, yanına fazla yaklaşamayan biri uzaktan sandalye fırlatıyor, iki kişi turuncu bankın bir yarısını zar zor kaldırarak savunmasız bedenin üzerine sallıyor. Linç dakikalarca sürüyor...
Yönetmenliğini Tali Shemesh ve Asaf Sudry'nin paylaştığı belgesel Terminalde Ölüm (Death in the Terminal) şiddet dolu bir ülkede, korku, kin ve nefretle beslenmiş bir toplumun röntgenini çekiyor. Uluslararası Tel Aviv Belgesel Film Festivali DOC Aviv'de ödüllendirilen 2016 İsrail yapımı Terminalde Ölüm, dünyanın en büyük belgesel etkinliklerinden Amsterdam'daki IDFA'nın "en iyi orta metrajlı belgesel" ödülüne de layık görüldü.
Güvenlik önlemlerinin had safhaya ulaştığı bir coğrafyada, devletin ve halkın imajını epey zedelemesine rağmen belgeselcilerin mevzubahis görüntüleri elde ederek 52 dakikalık bir insanlık dersine dönüştürebilmelerine ne demeli?
Ya da belgeselin ülkedeki en saygın sinema festivallerinden birinde yer alıp onurlandırılmasına ne buyrulur? Hadise 18 Ekim 2015'te Beerşeba kentinde meydana gelmişti. Güvenlik kamerası çekimlerinin çok kısa bir bölümü yetkililerin izniyle televizyonlarda gösterilince toplumda infial yaratmış, fakat ülkedeki şiddet sarmalının yoğunluğu konunun bir hafta içinde gündemden düşmesine sebep olmuştu. Bir panik anında içlerinden fışkırabilecek "hayvan"ın varlığını hisseden yönetmenler topluma acilen ayna tutma ihtiyacı duymuşlar. Toplam 11 sivilin yaralandığı, bir askerin öldüğü, bir diğerinin de yaralandığı olay, lince maruz kalan 29 yaşındaki Eritreli mülteci Haftom Zarhum'un ölümüyle sonlanmıştı.
Televizyon ekranlarına yansımadığında hasıraltı edilen benzer birçok vakanın aksine, devlet terminal lincine katılanlar aleyhine dava açılmasına imkân tanımış. Aralarında o anda görevde olmamasına rağmen inisiyatifi ele alarak müdahaleye fiilen katılan bir hapishane gardiyanının da olduğu dört kişinin yargılanması devam ediyor. Belgeselde, muhtelif kameralardan yansıyan görüntülerin girift montajında, çoğunluğun aksine davranan sarı tişörtlü, siyah kıvırcık saçlı genç bir adama dikkat çekiliyor: Yerde can çekişmekte olan bedenin ne olursa olsun korunması gerektiğine inanan, insanlığını yitirmemiş bir vatandaş. Canavara dönüşmüş kalabalığa karşı tek başına direnen, üstelik bunu, ellerinde koca koca makineli tüfeklerle her türlü çılgınlığa hazır haldeki iri kıyım askerlere karşı yapan bir "melek". Savunmasız kurbana hunharca saldıranlara karşı bedenini siper etmesi, elleriyle üniformalıları iteklemesi linci adeta köpürtüyor, bir "suçlu"yu korumaya yeltenmesi tepki doğuruyor, sırtını döndüğü anda yerdeki "kara derili"ye yönelik tepelemenin şiddeti artıyor. Etraftaki histeriye rağmen sağduyusunu korumayı başaran genç adam, belgeselde ifadesine başvurulan diğer insanlar gibi, Shemesh ve Sudry'nin kamerasına konuşurken, "bir ara maktule doğru eğilip yakından baktığını ve onu 'terörist'e pek benzetemediğini" söylüyor.
Terminalin üst katında tezgâhtarlık yapan Filistinli bir gencin görüntüsü de bu arada güvenlik kameralarına yansımıştır. Lincin gerçekleşmekte olduğu kata inip yerde yatan bedeni cep telefonuyla kaydetmeye girişen ta kendisidir. Röportajında, içinden "böyle bir saldırıyı gerçekleştirecek adama benzemiyor" diye geçirdiğini o da ifade ediyor, ama Arap bir vatandaş olarak bu düşüncesini dışa vurması asla mümkün değildir.
Kreşendosu eksik olmayan kurguda, söylenenlerin sağlaması farklı kameralardan yansıyan çekimlerin görüntüleriyle sağlanırken, İsrailli gençle terminaldeki başka bir-iki kişi kadar cesur olma şansı bulunmayan Filistinlinin cep telefonu çekimlerine de bağlanıyoruz.
Mülteci Haftom’un saldırıyla herhangi bir ilgisi olmadığı kısa bir süre sonra anlaşılıyor; kendisi de esmer tenli olduğundan farkettiği ilk potansiyel suçluyu vurup belki şahsına yönelebilecek şiddeti içgüdüsel olarak bertaraf etmeye çalışan terminalin güvenlik görevlisi hata etmiştir. İsrail'den tüm dünyaya ve özellikle otoriter rejimlerde güvenlik paranoyasıyla yokuş aşağı sürüklenen ülkelere Raşomonvari bir tanıklık, öfke hezeyanlarında kavrulan, ırkçılıkla beslenmiş toplumlara isabetli bir uyarı! (MT/AS)