Son bir haftadır Türkiye'nin çeşitli kentlerinde linç girişimlerine tanık oluyoruz. Daha önce de sıklıkla tanık olduğumuz bu linç girişimleri kendisini egemen olan dil ve kimlik üzerinden var ediyor: Türk, heteroseksüel, erkek, Müslüman, Sünni ve hatta Hanefi...
Tanıl Bora "Türkiye'nin Linç Rejimi" adlı broşür kitabında linçi tanımlarken sözlük ustası Ali Püsküllüoğlu'nun Türkçe Sözlük'ündeki anlamına atıfta bulunuyor. Püsküllüoğlu'na göre linç "Halktan bir topluluğun, bir suçluyu ya da kendilerine göre suç olan davranışta bulunmuş birini yumruk, taş, sopa gibi araçlarla döve döve öldürmesi."
Bir eylemin linç olarak nitelendirilmesi için ucunda ölüm olmasına gerek yok aslında. Zira Bora'ya göre "ölüm" linçin en uç noktası. "O noktaya varmayan şiddete" de linç ya da linç girişimi diyebiliriz pekala.
Türkiye'de linç giderek olağanlaşan bir duruma dönüşüyor. Zira linçi gerçekleştirenler devlet nezdinde "Tepkisini koyan, hassas vatandaşlar" olarak görülüyor. Bu anlamda 2008'de İstanbul'da eylem yapan DTP'li bir gruba mahallenin pompalı tüfekle ateş açması üzerine Başbakan Erdoğan şöyle diyor:
"Eğer siz vatandaşın mağazasının camlarını indirirseniz, vatandaşın hayatına kastederseniz, hayatına kastettiğiniz vatandaş kalkıp da elinde böyle bir tedbiri, böyle bir imkanı varsa, o da kendini savunma yolunu seçecektir."
Bu tarz bir açıklama, bu linçi onaylaya dursun, bizzat yeni linçlere çağrı yapmıyor mu? Bu açıklamayla "devlet otoritesi" kendisini yok saymıyor mu? Linçin olduğu yerde hukuktan bahsedilebilir mi? Kendi cezasını, kendisi vermek isteyen bir güruhun olduğu yerde...
Linçe maruz kalan iki kere mağdur
Linçi gerçekleştirenler çoğu zaman "Milli hissiyatlarla" hareket ediyorlar. Tekbir getirip, İstiklal Marşı söylüyorlar örneğin. Hakarete varan sloganlar atıyorlar.
Tıpkı Süngü'de olduğu gibi... Kürt ve Alevi olan Evli ailesi, evinin önünde ramazan davulu çalınmasını istemediği için linç girişimine maruz kalabiliyor; tıpkı İstanbul Ayazağa'da Kürt işçiler mahalleli gençlerin linç girişimi gibi...
Bu ve benzeri olaylar linçe maruz kalanların aleyhine sonuçlanıyor. Ya bulundukları semti terk etmek zorunda kalıyorlar, Ayazağa'da olduğu gibi, ya da linçi gerçekleştirenleri "tahrik ettikleri" gerekçesiyle haklarında dava açılıyor.
Aynı zamanda bu olaylar halklar arası kutuplaşmayı da beraberinde getiriyor. Örneğin, televizyonu başındaki bir Kürt, Ayazağa'daki işçilerin Kürt oldukları için linç girişimine maruz kaldığını çok iyi biliyor. Aleviler bu yüzden "Malatya, Sivas olmayacak" diyor.
Linçi gerçekleştirenler ağır cezalara çarptırılır ve zihinlerdeki milliyetçi, cinsiyetçi ve militarist algı yıkılırsa linçin olmadığı bir Türkiye görebiliriz. (SK/HK)