7 Haziran’da yapılacak Milletvekili Genel Seçimlerine iki ay kadar bir süre kaldı. Seçim kampanyalarının ve vaatlerinin ne olacağı aşağı yukarı şekillenmiş durumda; önümüzdeki kampanya döneminde partiler açısından tansiyonun hayli yüksek olacağını tahmin etmek zor değil.
Aslında 30 Mart 2014 tarihindeki yerel seçimlerden bu yana Türkiye “seçim atmosferi”nden çıkabilmiş değil. Önümüzdeki seçimde yürütülecek kampanyaların yerel seçimlerdekinden ne kadar farklılaşacağını, partilerin seçmenin, özellikle de kararsız seçmenin oyunu talep ederken ne gibi stratejilere başvurup hangi konu ve temalara odaklanacağını, liderlerin seçim vaatlerini sıralarken başvuracakları dilin ne ölçüde kapsayıcı olabileceğini çok yakında göreceğiz.
Ancak ben bu yazıda yaklaşık bir yıl öncesine dönüp, siyasi parti liderlerinin yerel seçimler öncesindeki konuşmalarına odaklanmak istiyorum. Tam olarak, liderlerin seçim konuşmalarında, bir arada ve barış içinde yaşayabilmenin temel koşulu olan demokrasi ve insan hakları ile ilgili konuları ele alma biçimlerine dair kaba bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.
Burada aktardıklarımı, mensubu olduğum Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki meslektaşlarımla (1) birlikte yürüttüğümüz TÜBİTAK 114K357 no’lu araştırma projesinin ilk evresinde elde ettiğimiz sonuçlardan derledim (2). Çalışma yalnızca yerel seçimleri değil, cumhurbaşkanlığı seçimlerini ve önümüzdeki genel seçimleri de kapsıyor. Hem iktidar partisi hem de muhalefet partilerinin genel seçimler öncesinde yürütecekleri kampanyaları eleştirel bir gözle “okumamıza” zemin hazırlayabileceğini düşündüğüm için burada sadece yerel seçimlerle ilişkili olarak, ulaşabildiğimiz toplam 180 seçim konuşması ve miting üzerinden yaptığımız incelemenin erken sonuçlarına yer vereceğim.
Amacım, liderlerin demokrasi kavrayışlarını ortaya koyabileceğini düşündüğümüz temel haklar, özgürlükler, katılım vb. konularda söylediklerinin ve “söylemediklerinin” Türkiye’de süregiden demokrasi ve insan hakları sorunlarıyla neden bir türlü baş edilemediği sorusuna verilebilecek yanıtlar açısından bir çıkış noktası oluşturması.
Söylenenler ve söylenmeyenler
Öncelikle, çalışma kapsamında tam metinlerine ulaştığımız ya da video kayıtlarından deşifre ettiğimiz konuşmaların 58’inin CHP lideri Kılıçdaroğlu’na, 31’inin MHP lideri Bahçeli’ye, 51’inin dönemin AKP lideri Erdoğan’a ve 40’ının da HDP (10) ve BDP’li (30) siyasetçilere ait olduğunu belirtelim ( Yerel seçimler öncesinde yapılan mitinglerde diğer partilerde geleneksel olarak kampanyaların merkezinde parti genel başkanları yer almaktayken bu iki partinin önde gelen siyasetçileri konuştu: Selahattin Demirtaş, Gültan Kışanak, Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya Önder).
Siyasal katılım “sandık”tan mı ibaret?
Konuşmalarda, bekleneceği üzere, bolca “siyasal katılım”dan söz ediliyor. Ancak liderlerin siyasal katılımdan kastettiği, çoğu zaman “sandık başına gidip oy vermek”. (Erdoğan’ın hem yerel seçimler, hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki kampanyasının temel motiflerinden birisi olan “milli irade” söyleminin sandığa yaptığı vurguyu ve bunun dışlayıcılığını hatırlayalım). Yurttaşların seçim dönemleri dışında karar alma süreçlerine katılımına değinen, siyasal katılmanın sandık başına gidip oy kullanmanın ötesinde, yurttaşların kendi hayatlarını ilgilendiren kararlarda söz sahibi olmasına olanak tanıyacak mekanizmalar/kurumlar yoluyla gerçekleştirilebilecek bir yanının olduğuna değinen konuşma çok az.
CHP ve MHP liderleri, sandık dışındaki katılma biçimlerine hemen hiç değinmiyorlar; Erdoğan’ın altı konuşmasında yurttaşların kanaatlerinin aracısı olarak “kamuoyu yoklamaları”ndan söz ediliyor. Ne var ki seçim dönemleri dışında da yürütüldüğünde yurttaşın kanaatini “evet-hayır” ikilemine sıkıştırmaya devam eden kamuoyu yoklamalarının yurttaşların siyasal kararları etkilemesi yönünde bir tür katılım aracı olduğu varsayımı pek de demokratik temellere dayanmıyor. Katılım olgusunu tıpkı seçimler ya da referandumlarda olduğu gibi bir tür oy verme mekanizmasına indirgemesi nedeniyle bu türden bir yaklaşım sorunlu.
Aslında, karar alma süreçlerine katılımı sivil toplum alanıyla da ilişkilendirerek demokrasinin yaygınlaştırılması talebini getiren siyasetçilerin yerel seçim kampanyaları sırasında yalnızca HDP ya da BDP adına konuşma yapan siyasetçiler olduğunu görüyoruz. Demokratik özerklik, yerinden yönetim, doğrudan demokrasi, sivil toplum örgütlerinin siyasal süreçlere dâhil olması talepleri yalnızca HDP ve BDP’li siyasetçiler tarafından dile getiriliyor. HDP ve BDP’li siyasetçilerin yaptığı 40 konuşmanın 30’unda bu temalara yer verildiğini görüyoruz.
Erkek siyaseti: Kadınlar ve gençlere siyasal arenada yer yok
Siyasal katılımın dezavantajlı gruplara yaygınlaştırılması konusunda da yukarıda çizdiğimiz tablo pek farklılaşmıyor. Gençlerin seçim dışında siyasete katılımına değinen tek konuşmacı, o da yalnızca bir konuşmasında (4 Mart tarihli İstanbul Küçükçekmece mitinginde) CHP lideri Kılıçdaroğlu. Ayrıca gençlerin siyasal temsilinin artırılması gereğine değinen tek siyasetçi de yine 15 konuşma ile Kılıçdaroğlu.
Kadınların siyasal katılımı da siyasetçilerin konuşmalarında itibar görmeyen konulardan birisi. Kılıçdaroğlu 10 konuşmasında kadınların siyasal temsilinin artırılması gereğine değiniyor. Bahçeli’nin incelediğimiz 31 konuşmasında bu konu hiç yer almazken Erdoğan yalnızca 1 konuşmasında kadınların siyasal haklarını sorunlaştırıyor. HDP-BDP liderlerinin 7 konuşmasında kadınların siyasal temsilinin artırılması gereğine değiniliyor. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, 38 konuşmada bu partilerin benimsediği “eşbaşkanlık uygulaması” nedeniyle kadınların siyasal alandaki varlığının parti açısından taşıdığı önemin altı çiziliyor.
Sorun, erkek liderlerin kadınların siyasal katılımının artırılması yönünde bir duyarlılık göstermemesinden ibaret değil aslında. Liderler, konuşmalarında genel olarak kadınların yaşadıkları hak ihlallerine ya da taleplerine değinmiyorlar.
AKP liderinin kadın haklarıyla ilişkilendirilebileceğini saptadığımız 33 konuşmasının 15’i aslında teknolojik gelişmeler vb yoluyla kadınların ev ve aile ile ilgili yükümlülüklerinin nasıl hafifletildiğine, yaşam standartlarının iyileştirildiğine değiniyor. Başka bir deyişle, kadın ancak aile ve ev içindeki emekle ilişkilendirildiğinde “hak” sahibi olarak beliriyor. Erdoğan, ayrıca 32 konuşmasında kadınlara çalışma yaşamında, 40 konuşmasında da eğitimde tanınan fırsat eşitliğine değiniyor. Ancak bu konuşmaların tamamına yakını kadınların başörtüsü takabilmesine yönelik düzenlemelerle ilgili. Başka bir deyişle, kadının bu haklardan yararlanması ile artık başörtüsü takarak okula gidebilmesi ya da kamu sektöründe çalışabilmesi arasında sıkı bir ilişki kuruluyor. Tahmin edilebileceği gibi Erdoğan kadınların özgürleşmesinden, çalışma hayatında daha aktif bir yer edinmesinden ya da kadının eğitimde fırsat eşitliğinden söz etmiyor aslında. Kadınların sosyal ve kültürel hayata eşit katılımı, kadına yönelik şiddetle mücadele, kadınların temsil süreçlerine katılımı gibi konular da Erdoğan’ın seçim gündemine hiç girmiyor.
Kılıçdaroğlu’nun seçim konuşmalarında kadınların siyasete katılımına sınırlı da olsa yer verildiğine değinmiştik. Bunların dışında yalnızca 1 konuşmasında kadının bedenine yönelik düzenlemelere değindiğini görüyoruz. (18 Mart tarihli Muğla mitinginde hükümetin sezaryenle ilgili düzenlemelerini eleştiriyor). Diğer yandan Bahçeli’nin 11 konuşmasında kadına yönelik şiddet konu ediliyor. Ancak bu konuşmaların tamamında kadına yönelik şiddetin artışı ile işsizlik, yoksulluk ve aile yaşamının bozulması arasında ilişki kuruluyor. Yani kadın, yine ancak ev ve aile içinde varlık kazanıyor; kadının yaşama hakkı ve beden dokunulmazlığı ancak geleneksel aile yapısı içinde güvence altına alınabiliyor. Kadının birey olarak özgürleşmesinden (8 konuşmada) ve sosyal ve kültürel yaşama eşit olarak katılmasından (4 konuşmada) söz eden siyasetçiler, yine yalnızca HDP ve BDP liderleri.
Gösteri ve protesto hakkı: Bir hak mı, rejime karşı bir tehdit mi?
Liderlerin konuşmalarına genel olarak hâkim olan ve siyasal hakları ağırlıklı olarak seçim süreçlerine katılma ve oy verme ile açıklayan siyaset anlayışının yurttaşların kamusal alandaki siyasal varlığına olumlu bakmadığını ileri sürmek, özellikle son yapılan “iç güvenlik paketi” düzenlemesinin yasalaşmasının ardında yatan zihniyeti de dikkate aldığımızda, pek de zor olmasa gerek.
Yurttaşların gösteri ve protesto hakkından söz edilen konuşma sayısı toplamda 61. İncelediğimiz tüm konuşmaların yüzde 34’ü kadar. Ancak gösteri ve protesto hakkının yurttaşların bir muhalefet ve siyasal katılım aracı olarak değerlendirildiği konuşma sayısı yalnızca 8. Bunlardan 5’i CHP liderine ait, diğer üçü geri kalan partilerin liderleri arasında dağılıyor. Gösteri ve protesto hakkından kamu otoritelerinin izni alınmaksızın kullanılabilecek bir hak olarak bahsedilen tek konuşma da yine Kılıçdaroğlu’na ait.
Geriye kalan konuşmaların 28’inde AKP lideri Erdoğan “iç ve dış mihrakların kışkırtmasından” ve 20’sinde “kamu düzenini ve özel mülkiyeti tehdit eden durumlar”dan söz ediyor. Başka bir deyişle hakkın kullanımına değil, hakkın sınırlanması gereğine değiniyor.
MHP liderinin de 14 konuşmasında gösteri ve protesto hakkının benzer bir çerçeve içinden ele alındığını görüyoruz. Dahası, Erdoğan beş konuşmasında illegal, marjinal grupların eylemleri ile ve 20 konuşmasında da hükümeti yıkma, darbe girişimleri ile ilişkilendirerek demokratik bir toplumda yurttaşların bir katılım ve muhalefet aracı olarak değerlendirilebilecek olan gösteri ve protesto hakkının kullanımını rejime karşı bir tehdit olarak işaretliyor.
HDP ve BDP liderlerine ait toplam yedi, CHP liderine ait bir konuşmada ise polisin gösteriler sırasındaki aşırı ve orantısız güç kullanımına değiniliyor.
Sosyal ve ekonomik haklar popülist söylemlerin içinde yer bulabiliyor
Genel olarak, tüm siyasal parti liderlerinin 30 Mart yerel seçimleri öncesindeki konuşmalarında sosyal ve ekonomik haklarla ilişkili konulara değindiklerini belirtebiliriz.
Yoksulluk (yüzde 73) ve işsizlik (yüzde 69) değinilen temaların başında geliyor. Örneğin yoksulluk temasının ele alındığı toplam 121 konuşmanın 47’si Kılıçdaroğlu’na, 27’si Bahçeli’ye, 24’ü HDP ve BDP liderlerine, 23’ü ise Erdoğan’a ait. Muhalefet partilerinin liderleri bu konuşmalarını sıklıkla yolsuzluk iddialarıyla ilişkilendiriyorlar. İlginç olan, muhalefet partilerinin yolsuzluk iddialarının hedefindeki parti olan AKP lideri Erdoğan’ın da 43 konuşmasında yolsuzluk konusuna değinmesi. (Hatırlanacağı üzere, Erdoğan konuşmalarında sık sık asıl yolsuzluğu AKP iktidarından önceki siyasetçilerin-bürokratların yaptığını söylüyor).
Diğer yandan, yaşam standardı hakkı ile ilişkilendirebildiğimiz 52 konuşmada Erdoğan, iktidarı dönemindeki teknolojik gelişmelerin özellikle kadınların hayatını ne kadar kolaylaştırdığından söz ediyor.
19 konuşmada ise HDP ve BDP’li liderlerin partili belediye yönetimlerinin çeşitli uygulamalarıyla bölge halklarının yaşam standartlarının ne ölçüde iyileştiğine değindiğini görüyoruz. CHP liderinin bu mahiyette bir konuşmasını saptayabildik.
Sağlık, eğitim, ulaşım hizmetleri, barınma hakkı gibi konular da ağırlıklı olarak AKP liderinin konuşmalarında yer buluyor. Örneğin yerel yönetimlerin çalışma alanıyla da yakından ilişkili olabilecek ulaşım hakkı konusunda yapılan 60 konuşmanın 52’si Erdoğan’a ait. Kılıçdaroğlu yalnızca beş konuşmasında HDP ve BDP liderleri ise üç konuşmalarında bu haktan söz ediyor.
Diğer yandan sosyal güvenlik hakkına değinen 29 konuşmanın 23’ü CHP liderine, sendikal haklara değinen 5 konuşmanın tamamı yine CHP lideri Kılıçdaroğlu’na ait.
Bu sonuçlar, aslında, Türkiye siyaset geleneği içinde hakim bir yeri olan popülist politikalar ile seçim konuşmalarındaki sosyal ve ekonomik haklara yapılan vurgunun niteliği (yoksulluk ve işsizliğin bütün muhalefet partilerinin liderlerinin konuşmalarındaki ana temalardan birisi olması) arasındaki ilişkiyi sorunlaştıran bir tartışmaya zemin oluşturabilir. Ancak böyle bir tartışma bu yazının amaçlarını aşmakta.
Çokkültürlülük-çoğulculuk talepleri ya da “devletin bekası”
Her ne kadar siyasetçiler retorik olarak konuşmalarının başında “Türk, Kürt, Laz, Çerkez , Süryani, ... Kardeşlerimiz”den söz etseler ya da konuşmaya bunlara hitapla başlasalar da, azınlıklar konuşmalarda hak talepleri ile değil, genel bir kategori olarak yer bulabiliyor.
Konuşmalarda çokkültürlülük ve çoğulculuk taleplerini dile getiren siyasetçiler, yine HDP ve BDP mitinglerinde karşımıza çıkıyor (28 konuşmada). Buna karşılık AKP ve MHP liderleri, Türkiye’nin bir halklar ve dinler mozaiği oluşturduğundan, yıllardır barış ve uyum içinde yaşandığından söz ediyorlar (toplam 24 konuşmada). Ancak bu uyum içinde birlikte yaşama vurgusu altında azınlık mensuplarının eğitim, kültürel, dinsel ve ekonomik haklarının neredeyse tamamen göz ardı edildiğini saptamak mümkün. HDP ve BDP’li siyasetçiler 13 konuşmada bu konulara değinirken AKP liderinin yalnızca 1 konuşmasında azınlıkların dinsel, kültürel, ekonomik haklarından, bir konuşmasında eğitim hakkından ve 2 konuşmasında da sosyal haklarından söz ettiğini görüyoruz. MHP liderinin konuşmalarında, tahmin edilebileceği gibi, bu konulara hiç değinilmiyor. Diğer yandan CHP lideri 52 konuşmasında farklı inanç ve dinsel kimliklere saygı gösterilmesi gereğinden söz etse de, azınlıklar bu konuşmalarda da genel bir kategori olarak ele alınıyor; Kılıçdaroğlu’nun yerel seçimler öncesinde yaptığı ve bizim inceleme kapsamına aldığınız konuşmalarda, örneğin “Alevilerin” din ve inanç özgürlüklerinden hiç söz edilmiyor.
Başka bir deyişle, azınlıkların hakları ve hak talepleri, siyasetçilerin yerel seçim gündeminde ya hiç yer bulmuyor, ya da ikincilleştiriliyor. Ortaya çıkan bu tabloya, MHP liderinin 5 konuşmasında, Erdoğan’ın ise 1 konuşmasında azınlıkların bu türden hak taleplerinin “iç ve dış güçlerin kışkırtması” olarak nitelendirildiğini de eklemek gerekir. Bu çerçeveye uygun düşecek biçimde Kürtlerin hak talepleri, konuşmalarda ağırlıklı olarak (yüzde 59’unda) “devletin bekasıyla ve toplumsal bütünlük talebiyle” ilişkilendiriliyor. Örneğin 52 konuşmasında toplumsal barışın sağlanması gereğine ve 22 konuşmasında çözüm sürecine değinen Erdoğan, 45 konuşmasında Kürtlerin hak taleplerine devletin bekasını öne çıkaran bir söylem çerçevesi içinden bakıyor. Konuşmalarında sıklıkla Rabia işaretiyle ilişkilendirdiği “tek dil, tek millet, tek devlet, tek bayrak”tan söz ediyor.
Basın özgürlüğü(?)
Yerel seçimler öncesinde, hükümetin basın kuruluşlarına müdahalesi, sosyal medyaya getirdiği kısıtlamalar ve yasaklar Türkiye’nin gündeminde önemli bir yer tutmuştu. Siyasi parti liderlerinin konuşmalarında da basın ve iletişim özgürlüğü ile ilgili konulara değinildiğini görüyoruz. Araştırmamız, miting meydanlarında basın ve iletişim özgürlüğü ile ilgili konulara en çok değinen liderin bu yasakların yaratıcısı Erdoğan olduğunu ortaya koyuyor.
Erdoğan’ın 36, Kılıçdaroğlu’nun 25, Bahçeli’nin 23 konuşmasında ve HDP ve BDP’li siyasetçilerin de 5 konuşmasında hükümetin ya da “cemaat”in kendi güdümünde medya oluşturma girişimleri; medyaya yönelik sansür ve kısıtlamalar, medya çalışanlarına yönelik hak ihlalleri konu ediliyor. Erdoğan 18 konuşmasında devlet içindeki gizli örgütlerle mücadele, 18 konuşmasında kişi itibarının ve özel hayatın korunması, 14 konuşmasında devletin ve milletin “bölünmez bütünlüğünün” ya da devletin çıkarlarının korunması amacıyla basın özgürlüğünün kısıtlanabileceğine değiniyor. Başka bir deyişle, dönemin AKP liderinin sözlüğünde “basın özgürlüğü”, bu özgürlüğün kısıtlanma gerekçeleri ölçüsünde yer buluyor.
Sonuç yerine: Nasıl bir demokrasi?
Araştırmanın bu ilk sonuçları, Türkiye siyasetini şekillendiren liderlerin ve siyasetçilerin “demokrasi” anlayışının aslında evrensel haklar, değerler ve ilkelerle oldukça sınırlı düzeyde bir ilişki kurduğunu ortaya koyuyor.
Gerek katılım talepleri, gerekse çokkültürlülük ve azınlık haklarına yaptıkları vurgu ile HDP ve BDP adına konuşma yapan siyasetçiler, yukarıda çizmeye çalıştığım panaromada farklı bir konuma yerleşiyorlar. Ancak başta Erdoğan olmak üzere, siyasal parti liderlerinin demokrasi kavrayışı çoğu zaman “pragmatist”, “indirgemeci”, “dışlayıcı” ya da en azından farklı toplum kesimlerinden gelen demokratikleşme taleplerini “görmezden gelen” bir çerçeve içinden gelişiyor.
Kadınların ya da gençlerin siyasal katılımına yaptığı vurguyla CHP lideri Kılıçdaroğlu en azından biçimsel düzeyde katılımın genişletilmesi talebine yanıt veren bir çizgiyi benimsemiş görünüyor. Ancak Kılıçdaroğlu’nun konuşmalarında da siyaset seçim süreçlerine ve sandığa indirgenmeye devam ediyor.
Azınlık hakları, toplumsal barış talepleri bu konuşmalarda ya çok sınırlı bir yer bulabiliyor ya da hiç yer bulamıyor. Bahçeli’nin konuşmalarında ise demokrasiyle ilişkilendirilebilecek evrensel değerler ve ilkeler yerine, toplumsal ve siyasal alana yönelik bir homojenlik talebini n ve temel hak ve özgürlüklerin devletin bekası adına sınırlanması vurgusunun öne çıktığını görüyoruz. (ÜD/ÇT)
* Ülkü Doğanay, Prof. Dr., Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi
(1) Araştırma ekibinde Yard. Doç. Dr. Halise Karaaslan Şanlı, Yard. Doç. Dr. Kenan Demirci (Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi), Dr. İnan Özdemir Taşdan, Araş. Gör. Ceren Salmanoğlu Erol, Araş Gör. Merve Diltemiz Mol, İlqar Seyidov ve Tuncay Şur bulunmakta.
(2) “Siyasi Parti Liderlerinin Seçim Konuşmalarında Demokrasi Söylemi” başlıklı bu araştırma, yerel seçimlere, Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’ne ve önümüzdeki genel seçimlere odaklanıyor. Seçimlerden önceki bir aylık kampanya süresince AKP, CHP, MHP ve HDP (yerel seçimler için hem HDP hem de BDP) liderlerinin (cumhurbaşkanlığı seçimleri için aynı zamanda adayların) seçim konuşmalarını inceliyoruz. İlk olarak, liderlerin konuşmalarında temel haklar ve demokrasi ile ilişkili olduğunu saptayabileceğimiz temalara ne ölçüde yer verdiklerini belirliyoruz. Örneğin basın özgürlüğü, siyasal katılım, kadın hakları, azınlık hakları, gösteri ve protesto hakkı, sosyal ve ekonomik haklar gibi hakların ve bu haklarla ilişkili temaların liderlerin seçim konuşmalarında ne kadar ve nasıl yer aldığını ortaya koyuyoruz. Ardından liderlerin demokrasi söylemlerinin temel unsurlarına, örneğin kullandıkları dile, bu dilin ne kadar kapsayıcı ya da dışlayıcı olduğuna odaklanıyoruz. Araştırma tamamlandığında Türkiye siyasal hayatında baskın rol oynayan liderlerin demokrasi kavrayışlarını seçim kampanyalarına taşıma biçimlerindeki temel sorunları ortaya koymuş olacağız.