Dün Lice'de, tam da barış sürecinde yapımları hızlandırılan, kalekollara yönelik sivil protesto eyleminde gerçekleşen ve askerin sivil kitleyi taramasıyla bir sivilin ölümü ve en az on kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan vahşetin ardından, sosyal medyada hızlıca dolaşıma giren "Lice'yle ilgili gerçekler (kopyala, yapıştır, paylaş)" başlıklı bir bilgi notunda şunlar yazılıyordu :
“Lice'ye yapılan karakol değil kalekol, yani yüksek güvenlikli TSK denetiminde sınır karakolu. Lice halkı neden kalekol istemiyor? Çünkü o kalekollar halka işkencenin aracı oldu senelerdir de ondan. 1993'te Lice devlet tarafından tamamen yakıldı, 1994'de TSK'nın gözaltına aldığı 8 genç kayboldu, cesetleri 2003'de toplu mezardan çıktı. 2009'da koyunlarını otlatmaya çıkan Ceylan Önkol kalekoldan ateşlenen havan mermisiyle parçalanıp oldu, annesi parçalarını eteğinde topladı, takipsizlik kararı verildi - en son bugün gösteri yapan köylülerin üstüne ateş açıldı, 1 kişi öldü 10 kişi yaralandı, kaymakam 'sadece havaya ateş açıldı, onlar birbirlerini vurmuşlardır dedi. Sonuç: Devlet hep katil. Lice'ye kalekol değil, barış ve adalet lazım”.
Bu paylaşımların verdiği ilham ile ben de doktora projem için son iki aydır arşivler dehlizinde, acının parmak uçlarında yürüyüp derlediğim Lice, Kulp ve Silvan'a dair notlarıma yeniden baktım ve bu bilgi notunun kurduğu neden-sonuç ilişkisini daha berrak bir şekilde anlatmaya karar verdim. Tam da bu neden-sonuç ilişkisini tarihsel bağlamına oturtmak için Cumhuriyet'e karşı Kürdistan'da ortaya çıkan ve en önemli merkezlerinden birisi de Lice olan ilk Kürd isyanı niteliğini taşıyan Şeyh Said İsyanı’ndan başlamam gerekiyor diye düşünürken, tesadüf bu ya, bugünün Şeyh Said ve dava arkadaşlarının İstiklal Mahkemesi'nce asıldıkları günün yıldönümü olduğunu farkettim. Ben de bu tesadüfün verdiği hüzünle dün Lice'deki halkın sivil direnişine “karakol yapımına neden karşı çıkıyorlar ki?” diye şaşıranlara Lice'nin son doksan yıllık direnişinin jeneolojisini özet bir şekilde anlatmaya karar verdim. Evet bundan tam seksen sekiz yıl önce yani 29 Nisan 1925'in şafak vaktinde aralarında Lice beyleri Hakkı ve İsmail Beylerin de olduğu 47 kişi idam edilmişlerdi. [1]
Şeyh Said İsyanı kapsamında Piran (Dicle) ele geçirildikten hemen sonra halk ayaklanıp Lice'yi de ele geçirir ertesi günün sabahı Şey Said Lice'ye girer. Yanında Lice Müftüsü Abdülhamit Bey, Liceli Mele Mustafa ve Lice Mirleri Hakkı ve Hüseyin beyler vardır. [2]
O günden sonra isyanın merkezine dönüşen ve Diyarbakır'ın ele geçirilmesi için kilit önem taşıyan Lice halkının tümü isyana katılır. Diyarbakır kuşatması başarılı olamayınca isyan kuvvetleri dağılmaya başlar ve 1 Nisan 1925'te Lice'deki isyan da kanlı bir şekilde bastırılır ve Lice tekrar devletin eline geçer. Lice için isyandan geriye kalan ise ölen 6.419 kişi yakılan 30 köy ve 1.284 evdir. [3]
İsyandan geriye kalan küçük ölçekli direniş gruplarını tamamen “temizlemek” amacı ile 24 Ekim 1927'de Genelkurmay Başkanlığı'nca Biçar Tenkil Harekatı ismiyle başlatılan geniş çaplı operasyonlarda Lice, Kulp, Hazro ve Silvan bölgesinde 280 köy yerle bir edilir ve 2.000'den fazla sivil insan katledilir. Bu isyandan en fazla etkilenen ilçe konumundaki Lice halkı uzun süre isyanın yaralarını sarmaya, yaşadıkları acıların gerçeği ile barışmaya çalışır. İsyanda yarattıkları algı ile Lice artık devletin gözünde “düşman”dır! İlçeye yönelik yatırımlar devletin askeri ve bürokratik egemenliğini tesis etmeye dönük hamlelerin ötesine geçmez. Şeyh Said isyanının bedelini sadece ölenler değil onların çocukları da üstlenmiş gibidir adeta.
Yaşanan dehşetin bütün detayları yaşlıların uzun kış gecelerindeki anlatımlarıyla köklü bir tarihsel hafızaya ve Lice'lilerin kimliğini kuran bir direniş ivmesine dönüşür. Bu hafızayı besleyen diğer bir boyut ise kaçakçılık yapan Liceli grupların İran, Irak ve Suriye Kürdistanı'ndaki gelişmelerden haberdar olması, Mahabad Cumhuriyeti'nden Barzani hareketine kadar tüm siyasal gelişmeleri ilçenin gündemine taşıyor olmalarıdır. Nitekim bu tarihsel hafızanın siyasal bedene büründüğü ilk görünümler 1959'daki ilk Kurd siyasal kıpırdanışı olarak görülen 49'lar Davası'dır. Davada yargılananlar içerisinde iki Liceli üniversite öğrencisi de vardır. O dönemin bütün gündemi bu davada yargılanan gençler ve dava ile geçmişte ilçede gerçekleşen arasında kurulan süreklilik ile ilgilidir. 1965 yılında kurulan ve Xoybûn'dan sonraki ilk Kürt teşkilatı olma özelliğini taşıyan Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi'nin o dönemdeki kalesi de Lice olur.
Daha sonra Kürdistan genelinde gerçekleşen Doğu Mitingleri'nin ikinci dalgası 24 Ağustos 1969'da Lice'deki büyük bir miting ile başlar. İlçede Şeyh Said isyanında oluşan siyasal ruh günden güne daha örgütlü bir boyuta ulaşırken, 6 Eylül 1975'te meydana gelen Lice Depremi, ilçe için ikinci büyük felaket olur. Üç binden fazla kişinin öldüğü depremde ilçe merkezi kelimenin gerçek anlamında yok olur. Devlet Lice'ye yönelik şefkatli kollarını açmaktan imtina etmeyi sürdürmeye devam eder. Depremin ardından devlet tarafından gönderilmeyen yardımlar, açlık ve sefalet içinde kalmış olan Lice halkının öfkesini artırır ve halk 17 Kasım 1975'te devlet dairelerini işgal ederek tavrını ortaya koyar. Ekim ayında yetiştirileceği sözü verilen prefabrik evler yapılmadığı için Lice halkı 21 Kasım 1975 tarihinde Diyarbakır merkeze doğru üç günlük protesto yürüyüşü başlatır. [4]
Depremin bütün korkunçluğuna rağmen Lice 1970'lerin ortalarında yükselen Kürt hareketlerine kayıtsız kalmaz yine de. Bütün Kürt örgütleri hızlıca örgütlenme imkanı bulur Lice'de. Nitekim 12 Eylül darbesinin ardında ayakta kalmayı başaran yegane Kürt örgütü durumundaki PKK de 1978'de Lice'nin Fis Ovası’nda kuruluş toplantısını gerçekleştirir ve o günden sonra Lice halkı örgütü desteklemekten geri durmaz. 1990'larda savaşın en yoğun gerçekleştiği merkezlerin başında gelen Lice'de halk bu defa korucu olmayı reddettiği için göçe zorlandı, şiddete maruz kaldı, öldürüldü. Onlarca köy boşaltıldı ve 1990'dan 1995'e gelindiğinde ilçe nüfusu 47 binden 24 bine düştü. 1999'a gelindiğinde Lice'ye bağlı 54 köy içerisinde 34 köyün nüfusunun yarıdan fazlası göç etmek zorunda kalmıştı.
Tarihsel direniş hafızasının verdiği dirençle korucu olmayı ısrarla reddeden Lice halkının başına neler getirilmedi ki! Sadece iki örnek vermekle yetinelim: Birincisi 13 Aralık 1990'da Dibek ve çevre köylerinde halk korucu olmaya zorlandığı için ilçe merkezine doğru yürüyüş gerçekleştirdi, askerlerin ateş açması sonucu bir kadın ve bir çocuk yaşamını yitirdi. [5]
Yine 20 Aralık 1996'da ilçe merkezinde yaşları 15–70 arası yaklaşık 2.500 kişi zorla toplatıldı ve korucu olmaları dayatıldı. Bu teklife yanaşmayan halka küfür, baskı, şiddet uygulandı ve kitle içerisinden 100 kişi seçilerek ellerine zorla silah verildi. Öfkesini gemleyemeyen devletin özel timleri işyerlerini taradı. [6]
Bütün bunlar devletin Lice'ye yönelik nefretini azaltmamış olacak ki 22 Ekim 1993'te Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın suikast sonucu yaşamını yitirmesi gerekçe gösterilerek ilçe adeta yok edildi. Üç gün boyunca ilçeye tüm giriş-çıkışlar yasaklandı. Sonrasında ortaya çıkan manzara dışarıdan bakanlar için tüyler ürpertici, Lice halkı için oldukça tanıdıktı! 30'dan fazla kişi öldü, 60'tan fazla kişi yaralandı, 401 konut ve 241 işyeri tamamen yakıldı. Devlet bu vahşetle de yetinmedi ve daha aradan bir yıl geçmeden 24 Ağustos 1994'te Lice merkez tekrar yerle bir edildi. Bir kişi öldü, 20 kişi yaralandı ve 108 ev yakıldı. Savaş süresince devlet güçlerince öldürülen onlarca sivilin yanı sıra 1990–1999 arası dönemde, 61 sivil JİTEM tarafından kaçırılarak zorla kaybettirildi. Örneğin, 1994 yılında devlet güçlerince gözaltına alınan 8 kişinin kemikleri 2003 yılında Kulp'ta açılan bir toplu mezarda bulundu.
Lice özelinde aktardığımız bu kısa tarihsel özet Şeyh Said'den günümüze değişen ve değişmeyenlerin ne olduğunu apaçık gösteriyor sanırım ve bütün bu yaşananların sadece Lice'ye özgü olduğunu söylemek de naiflik olacaktır elbette. Kürdistan bölgesinde herhangi bir yerin tarihsel hafızasına hakikatle bakmak aşağı yukarı benzer bir devlet geleneğinin ve bu ceberut geleneğe karşı direnen bir halk olduğunu rahatlıkla ortaya çıkartacaktır. Ama yine de Lice'nin en ayırt edici özelliği bu direnişi doksan yıl öncesinden bugüne kesintisiz bir şekilde devam ettirmesi ve hiçbir zaman devletin hizaya çekemediği bir karşıt duruş geliştirmesinin devlette yarattığı intikamcı ızdırap olsa gerek. Bu bağlamda Lice, devletin bütün intikamcı şiddet mangalarını doğrulttuğu ilk hedef olmasına rağmen direniş geleneğinden asla geri adım atmamış bir ilçe olarak devletin Kürdistan gerçeğine çarptığı keder duvarıdır ve olmaya devam edecektir.
* Adnan Çelik, Antropoloji, EHESS, Paris
[1] Kahraman, Ahmet. (1992). Kürt İsyanları, Istanbul: Evrensel Basım Yayım
[2] Tîgrîs, Amed. (2008). Licê, Istanbul: Apec
[3] Chirguh, Bletch (1930). La Question Kurde, syf. 52, Kahire
[4] Miliyet Gazetesi, 21 Kasım 1975
[5] Cumhuriyet Gazetesi, 13 Aralık 1990
[6] Cumhuriyet Gazetesi, "Lice'de Korucu Terörü", 26 Aralık 1996
** Bu yazı Toplum ve Kuram'da yayınlandı.