Fotoğraf: AA
Demokrasi kültürü yerleşmemiş olan bölgemizde, diktatörlerin halklarının başına açtığı felaketler son 30 yıldır bütün çıplaklığıyla gözler önünde. Maalesef, gerçek gazetecilik kanalları yaygın olmadığı için geniş kitleler “körleşti”. Kendisini yakından ilgilendiren birçok gelişmeyi, anlayamaz, olanları yerli yerine oturtamaz hale geldi toplumlar.
Libya’da olduğu gibi.
Üç günde değişen karar
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 5 Ocak 2020 akşamı katıldığı televizyon programında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Libya konusunda Türkiye’nin arabuluculuk yapması gerektiği çağrısını şu sözlerle eleştiriyordu:
"İnanın uluslararası hukuku bu adam bilmiyor! Yav, bir tarafta darbeci var, bir tarafta meşru hükümet var. Meşru hükümetle darbeci arasında arabulucu olunur mu?”
9 Ocak’ta ise Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ziyaretinden sonra yapılan ortak açıklamada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın pozisyonunu tamamen değiştirdiği anlaşılıyordu.
“Mevcut kritik şartlar altında ve ilgili Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu kararlarının ortaya koyduğu amaçlar ışığında inisiyatif almaya karar verdik” diyordu.
Taraflar, 12 Ocak’ta ateşkes ilanı için Moskova’da masaya davet ediliyordu.
Bu süreçte pozisyon değiştiren bir kişi daha oldu. Libya Ulusal Ordu Komutanı General Halife Haftar.
Rusya ve Türkiye’nin ateşkes çağrısına, Türkiye’nin desteklediği Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanı Feyiz Serrac olumlu yanıt verirken, Haftar çağrıyı reddetmişti.
Ancak, iki gün sonra Haftar çağrıya uyacağını açıkladı.
Bu pozisyon değişikliklerinin arkasında, hiç şüphe yok ki
Rusya vardı.
Gerek Erdoğan’ı, gerekse Haftar’ı ikna eden, elindeki güçlü kozları masaya süren Putin olmuştu belli ki.
Çok dinamikli karmaşa
Ateşkes anlaşması Moskova’da taraflara 7 maddelik bir taslak olarak sunulurken, son anda beklenmedik bir şey oldu. General Haftar, imzalamaktan vaz geçti. Bir gece herkesi oyaladıktan sonra ertesi sabah Moskova’dan ayrıldı.
Ama neden?
Herkes bu sorunun yanıtını ararken Haftar, Türkiye’yi istemediğini açıkladı. Rakibi olan Birleşmiş Milletler’in tanıdığı Libya Mutabakat hükümeti sınırları içindeki Türk askerlerinin çekilmesini, milislerin silahtan arındırılmasını ve Türkiye’nin süreç dışında bırakılmasını istedi.
Ateşkes girişiminin çökmesinde başka bir neden vardı.
O da sahadaki gerçekle, masadakinin uymaması.
Evet Rusya, Son zamanlarda Haftar’ın yanında aktif olarak yer almış ve Sirte kuşatmasında Haftar’a Rus desteğinin katkısı büyük olmuştu.
Evet, Türkiye’nin gönderdiği özellikle dronlar, askeri malzeme ve Suriye’den topladığı paralı askerler El Sarraj’ın nefes almasına yardımcı olmuştu.
Ama “savaşan taraflar ve onların güçlü patronları, Rusya ve Türkiye” denklemi, “ateşkes” sağlamaya yetmiyordu.
Çünkü bu denklemde çok daha başka güçlü unsurlar vardı, Onların resmin dışında tutulmaları yanlıştı.
Haftar’ın Trablus’a kadar ilerleyebilmesini sağlayan Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Ürdün, Sudi Arabistan ve Fransa ‘nın uzak tutulduğu bir süreç başarılı olabilir miydi?
Birleşmiş Milletler’in şemsiyesi altında süren ateşkes görüşmeleri bir kenara itilip sıfırdan başlanmasına izin verilir miydi?
Haftar’ın Moskova’ya rest çekmesinde mutlaka dışarıda bırakılan müttefiklerden birinin kapalı kapılar arkasındaki desteği vardı.
Bu konuda bazı kaynaklar Birleşik Arap Emirliklerini, bazıları da Fransa’yı gösteriyor.
Nitekim, diplomasi kanallarındaki yoğun trafik, Haftar’ın Berlin’de bu hafta sonu yapılacak olan daha geniş katılımlı toplantıya gitmesini sağlayacak gibi duruyor.
İdlib formülü
Türkiye, Suriye’de olduğu gibi Libya’da da yalnız kaldı Bir elinde Haftar’ın dizginleri, diğerinde Erdoğan’ın eli Libya denkleminde İdlib formülü devreye sokuldu. Haftar’ın Moskova’daki ateşkes girişimini, elinin tersiyle itmesine bakmayın.
Haftar eninde sonunda masaya dönecek.
Bu süreçte Türkiye’yi, İdlib’de olduğu gibi, “kestaneleri ateşten alma” görevi bekliyor.
Libya’da da, “milisleri silahsızlandırma, dışarıdan gelenleri geri götürme” işi Türkiye’ye düşebilir.
Türkiye , her fırsatta askeri gücünü öne sürerek catışmalarda çözüm masasında bulunması gereken aktör haline gelmeye çalışırken, öte yandan da uluslararası platformda, “zapt edilmesi gereken unsur” niteliği kazanıyor ve amaçladığı “yaptırım gücü” ne sahip olamıyor.
Rusya ve Amerika karşısında eli zayıflıyor.
Türkiye, Suriye’de El Kaide uzantıları ve çeşitli cihatçı örgütleri desteklemekle suçlanmıştı, şimdi Libya’da aynı suçlamayla karşı karşıya.
Ürdün Kralı Abdullah, salı günü NATO toplantısına katılmak üzere gittiği Brükselde, İşid’in Suriye’den Libya’ya kaydığını ve kaosun Avrupa’nın kapısında olduğunu söyledi.
“Binlerce savaşçı, İdlib’i kuzeyden terk ederek Libya’ya geldiler. Bu bizim bölgemizin olduğu kadar Avrupa açısından da 2020’de üzerinde durulması gereken bir mesele olacak” dedi Kral Abdullah.
Burada kast ettiği, Türkiye’nin Trablus’a Fayiz El Sarrac’a destek için yolladığı paralı askerlerdi.
Bataklık
Libya’daki iç savaşı ve unsurlarını kesin olarak kategorize etmek mümkün değil.
Etnik temelde, aşiret, bölge ya da dini farklılıklar temelinde birleşen gruplar, esas olarak Kaddafi’ye karşı savaştan arta kalan unsurlar.
Kaddafi sonrasının iktidar ve doğal kaynakların paylaşıldığı masalarda istediklerini alamayan grupların
silahlı yapılara dönüşerek sürdürdüğü bir iç savaş ve yıkım süreci ile karşı karşıyayız.
Bu gruplar 2011’den bu yana belli bir tarafın adamı da olmadan, kah bir tarafta kah diğerinde, ya da kendi başlarına ayaklanarak çatışmanın kaderini belirlediler.
Haftar’ın laik güçlerin lideri olduğu da şehir efsanesi. Suudi Arabistan’ın büyük desteği olan Haftar’ı destekleyenler arasında Selefi damarı görmezden gelmek mümkün değil.
Örneğin Suudi Selefi vaiz Rabi el Madkhali, Haftar’ın Zintan ve Rujbar’daki hakimiyetinde çok önemli bir rol oynamıştı.
Fayiz El Serrac’ın Trablus Hükümeti’nde Müslüman Kardeşler var.
Ulusal Uzlaşma Hükümeti, iddiayı yalanlasa da, Batı Medyası bu konuda kesin konuşuyor.
Ancak her ikisini birleştiren nokta, Libya’nın zengin kaynaklarından daha fazla pay alma hırsı.
Libya’da iç savaşın giderek büyümesinin bir nedeni iç güçlerin paylaşım savaşıysa, diğer nedeni de dış müdahaleler.
Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ,Ürdün Haftar’ı desteklerken, Trablus Hükümeti’nin yanında sadece Katar ve Türkiye var. İtalya da var ama aktif olarak resme giremedi.
Rusya, savaşın başından beri iki tarafa da eşit mesafede davranıyordu ancak son zamanlarda, Haftar ve güçlerinin ilerlemeye başlamasıyla kazanan güçten yana ağırlık koydu ve paralı askerleri (Wagner) ile çatışmaya doğrudan müdahale etti.
Böylesine parçalı bir çıkar çatışmasının atışine dışarıdan benzin dökerek “çözüm” bulabilmek mümkün mü?
Diyelim çözüm bulundu, bunun kalıcı olması mümkün mü?
Hiç sanmıyorum.
Zavallı Libya, başına ne geldiyse doğal kaynaklarının zenginliği, stratejik önemin yüzünden geliyor. Kıyılarından köpek balıkları hiç eksik olmayacak mı senin?