Liberaller yaklaşık bir yıldır çok mutsuz.
Zaman zaman doğrudan başbakanın şahsından, zaman zaman da devletin çeşitli birimlerinden kaynaklanan tavırlar karşısında şaşkınlar. Hiç beklemedikleri durumlarla karşı karşıyalar.
Gelişmeleri açıklamakta zorlanıyorlar. Bu nedenle olsa gerek, son günlerde yazılarında en yaygın olarak kullandıkları kalıp "anlamakta güçlük çekiyorum".
Anlamakta güçlük çekilen olayların başında Hrant Dink Suikasti Davası geliyor. Hrant Dink suikastinde asıl hedefin Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) olduğuna kani oldukları için, hükümetin vurdumduymazlığını, mahkemenin gevşekliğini açıklayamıyorlar.
KCK tutuklamaları da hükümetin anlaşılmaz işlerinden biri olarak görülüyor. Tam da şahinlerin kolu kanadı kırılmışken, Kürt sorununa demokratik çözüm devreye girecekken, önüne gelen Kürdü içeri tıkmak da neyin nesi böyle.
Bir süre, acaba bu da müzakerelerin hızlandırılması için mi, diye düşündüler ama sonra anlamakta güçlük çektiler.
Zaten Kürtçe köy ve yer adlarının iadesi, okullarda ana dilinde eğitim değilse bile anadili öğrenimi, merkezi yönetim yetkilerinin bir bölümünün yerel yönetimlere devri gibi adımların bugün yarın atılmasını bekliyorlardı. Artık bunların bile lafının edilmemesini hiç anlayamadılar.
Hükümete yönelik protesto gösterilerini, darbecilerin oyununa gelen gençlerin işleri olarak gördüklerinden, pek tasvip etmiyorlardı. Ama yine de, yüzlerce üniversite öğrencisinin içeri atılması -benzetmek gibi olmasın- pek kötü dönemleri hatırlattığından, rahatsız oldular. Üstüne üstlük, yumurta atmanın terör, taşın silah, molotofun bomba sayılmasının gündeme gelmesi içlerine sinmedi.
Şaşırtıcı tavırlar dur durak bilmedi. Ucube heykel, arkeolojik şeyler, İdris Naim Şahin derken sıra tiyatroların muhafazakarlaştırılmasına geliverdi.
Bir zamanlar, bugün artık ağza alınmayan Kürt, Ermeni, Alevi, Roman açılımları gibi "komşularla sıfır sorun" sloganı da dillerden düşmezdi. Artık başbakanının haşin üslubunun sınırları aştığı, Sünni olmayan komşu ülkeleri de fırçalamaya başladığı bir ülkenin dış politikasını anlamakta da güçlük çekilir hale gelindi.
Bütün bu sayılıp dökülenlerin ve daha fazlasının gündeme gelmesi, ilk sıralar yadırganmakla birlikte büyük bir şaşkınlık da yaratmamıştı. Sonuçta, iktidar partisinin genel kültür düzeyinin övünülecek kadar yüksek olmadığı, liberal aydınlar tarafından bilgilendirilmeye muhtaç olduğu malumdu. Uyarı görevlerini azimle yerine getirdiler.
Ancak uyarıları başbakan tarafından, hiç beklemedikleri kadar sert bir tepkiyle karşılandı. Başbakan köşe yazarlarının kendisine akıl öğretmesine sinirlenmişti ve bunu da açıkça belli ediyordu. Aslında haksız da sayılmazdı zira bu yazılarda iktidarın kendi çıkarlarının farkında olmadığı, durduk yere kendi ayağına kurşun sıktığı, bazı hükümet üyelerinin saçma sapan laflar ettiği söyleniyordu.
Bu yazılara bakılırsa, AKP'nin bir misyonu vardı ve AKP yöneticileri kendi misyonuna uygun davranmıyordu. Başbakan, bütün sinirine karşın, AKP'nin liberallerin tahayyül ettiği parti olmadığını açık bir dille söyledi. Kimsenin kendilerini aptal yerine koyup akıl vermesine ihtiyaçları yoktu, kendi politikalarını kendileri oluşturuyor, kendi yollarında yürüyorlardı.
Başbakan tarafından tekrar tekrar azarlanmak moral bozucu oldu. Bu durumda yapılabilecek iki şey vardı. Bunlardan biri başbakanın açıklamalarını doğru kabul ederek, AKP hakkındaki analizlerini yeniden değerlendirmekti. Diğeri de, eski analizlerinin doğruluğunda ısrar ederek, AKP'nin sonradan değiştiğini varsaymaktı.
Liberallerin hemen hepsi ikinci yolu seçtiler. Aslında AKP ceberut devlete karşı toplumu temsil ediyordu. İçe kapanmacı, korumacı, devletçi politikalara karşı Anadolu sermayesinin partisiydi.
Anadolu sermayesi dışa açılmadan, küreselleşmeden, ileri teknolojiden yana bir kesimdi. Serbest piyasadan yana olduğu için de demokrattı, özgürlükçüydü, dünyayla bütünleşmek istiyordu. Anadolu sermayesi Türk-Kürt, Sünni-Alevi, Müslim-Gayrimüslim ayırt etmezdi. Bu fitneleri hep devlet çıkarıp milleti birbirine düşürmüştü.
Fakat ne olduysa, AKP birdenbire değişmişti. Artık, kendi başkanını cumhurbaşkanı yapmak için mi, Milliyetçi Hareket Partisi'ni (MHP) eritmek için mi, Avrupa Birliği'nin anlayışsızlıklarına illet olduğu için mi, bürokrasisini kuramadığı için mi, devletin oyununa geldiği için mi, rivayet muhtelif.
Ama artık AKP'nin devletleştiği söyleniyor. Eski devletin hortladığını iddia edenler var. Anadolu sermayesi bu hususta ne düşünüyor, henüz belli değil. Mesele, Türkiye'de geleneksel olduğu üzere, komplo teorilerine doğru gidiyor.
Ama belki de başbakan haklıdır, liberallerin AKP analizleri doğru değildir. Bu durumda liberallerin AKP'ye ilişkin temel varsayımlarını sorgulamak gerekiyor. AKP gerçekten Anadolu sermayesinin partisi midir? Gerçekten Anadolu ve İstanbul sermayeleri arasında büyük çelişkiler var mıdır? Anadolu sermayesi gerçekten dünyayla bütünleşmekten mi yanadır?
Bu sorulardan herhangi birine verilecek 'hayır' yanıtı, AKP'ye ilişkin liberal varsayımları geçersiz hale getirir. Ben her üç sorunun da yanıtının 'hayır' olduğu kanısındayım. Söz konusu varsayımların hiç birinin maddi temeli yoktur, bir araştırmaya dayalı değildir, üstünkörü şekilde ortaya atılmıştır.
Fakat her şeyden önce, son yıllarda ısrarla sürdürülen bir kavramsal kargaşaya son vermek gerekiyor. Türkiye'de liberal ve demokrat kavramları genel olarak yan yana ve hatta çoğunlukla birbirinin yerine kullanılmakta. İlk önceleri 'Amerika'da kullanılan anlamıyla liberal', 'Avrupa'da kullanılan anlamıyla liberal' türünden açıklamalara yer veriliyordu. Şimdilerde bu da bırakıldı, doğrudan doğruya demokrat anlamında, liberal deniyor.
Bunun bilgisizlikten ya da dikkatsizlikten kaynaklanan bir hata olduğunu sanmıyorum. Bu, sosyalistlerle ya da genel olarak solla darbeciler arasında bir yakınlık keşfetmeye çalışan kişiler tarafından kurulan bir paralellik. Liberalleri demokrat göstermeye çalışan bir halkla ilişkiler faaliyeti.
Oysa liberal ve demokrat kavramlarının birbiriyle ilgisiz, hatta tarihte zaman zaman görüldüğü gibi, birbiri ile çelişen kavramlar olduğu biliniyor. Dünyada en liberal programların askeri darbe dönemlerinde uygulandığı, liberal iktisatçıların bazı askeri darbe liderlerini yere göğe koyamadıkları bilinmeyen bir durum değil.
Peki, liberal iktisat politikalarının uygulanması için baskı politikalarını şiddetlendiren bir yönetime neden şaşılıyor, ben de bunu anlamakta güçlük çekiyorum. (BD/BA)