Türkiye’deki iltica ve geçici koruma mevzuatı ile ilgili uygulamalara eleştirel bir perspektif ve toplumsal cinsiyete duyarlı bakış açısıyla değerlendirdiğimde karşımıza hukuksal şiddet ve yapısal şiddet türleri çıkıyor.
Türkiye’de göç ve iltica konusunda yasa düzeyindeki ilk düzenleme olan Yabancılar ve Uluslararası Koruma Yasası Nisan 2014, ardından hazırlana Geçici Koruma Yönetmeliği ise Ekim 2014’de yürürlüğe girdi. Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin statüsünü belirleyen bu temel hukuki düzenlemeler, sürgündeki yaşamlar için hukuksal bir şiddet boyutuna evriliyor.
Yabancı ve Uluslararası Koruma Yasası, “mülteci”, “şartlı mülteci” ve “ikincil koruma” başlıkları altında çeşitli uluslararası koruma statülerini belirlemekte. Hukuki ayrıntılara girmeden özetleyecek olursak, Avrupa Konseyi dışındaki ülkelerden gelen kişilere Türkiye “mülteci” statüsü vermez, bu kişilere BM Mülteci Sözleşmesi’ndeki şartların varlığı tespit edildiği taktirde “şartlı mülteci” statüsü verilir ve üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar Türkiye’de kalmalarına izin verilir. Yapılan değerlendirme sonucunda şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen kişiler ise ancak ülkesine geri gönderildiği takdirde ölüm cezası ile karşılaşacak, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacak veya uluslararası veya ülke genelindeki silahlı çatışma durumlarında, ayrım gözetmeyen şiddet hareketleri nedeniyle ciddi tehditle karşılaşacak ise kendilerine “ikincil koruma” statüsü verilir.
Yasanın kendilerine uygulanması halinde Suriye’deki iç savaştan kaçarak Türkiye’ye gelen kişilerin “şartlı mülteci” sayılması veya “ikincil koruma” statüsü altında uluslararası koruma altına alınması gerekeceği açıktır. Bununla birlikte Türk hükümeti Suriye’den gelenler için Yabancı ve Uluslararası Koruma Yasası’nın uygulanmayacağına karar vererek, Türkiye’de sığınma arayan kişiler içinde en büyük grubu oluşturan Suriyeliler açısından henüz çıkardığı yasayı askıya almış, onları “geçici koruma” olarak adlandırılan istisnai bir başka rejime tabi tutacağını açıklamıştır.
Bu rejimin esaslarını düzenleyen Geçici Koruma Yönetmeliği’nin ilham ve hukuki kaynağı olarak gösterilen AB Geçici Koruma Yönergesi’ne göre, geçici koruma adıyla uyumlu olarak “geçici” olmak durumundadır. Geçici koruma devletlerin uluslararası hukuki yükümlülüklerini ortadan kaldırmaz ve kişileri 1951 Mülteci Sözleşmesi’ne göre uluslararası koruma başvurusunda bulunmalarını engellemek için kullanılamaz. Oysa Türkiye deki Suriyeli mülteciler “geçici” olarak adlandırılan olağanüstü bir hukuki rejim içine sonu belli olmayan bir süre için sürgün edilmiş ve uluslararası hukuki korumaya erişimleri de yasaklanmıştır. Zira "Geçici” Koruma Yönetmeliği’nin “Geçici” 1. maddesine göre Nisan 2011’den itibaren Suriye’den Türkiye’ye gelenler uluslararası koruma başvurusunda bulunmuş olsalar dahi geçici koruma altına alınmakta, geçici koruma altında bulundukları sürece, bireysel uluslararası koruma talepleri işleme konulmamakta . BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) Türkiye’deki Suriyeli mülteciler için kayıt, statü belirleme ve üçüncü ülkeye yerleştirme işlemi yapmıyor. Suriyeli LGBTİ bireyler çok sınırlı “kırılgan” Suriyeli mülteciler grubunda kabul ediliyor ve üçüncü ülkeye yerleştirilmek üzere BMMYK’ya başvurmasına izin veriliyor. Ancak uluslararası korumaya bu erişim fiili bir durum olup Türk devletinin takdirine bağlı olarak devam edebiliyor, belli dönemlerde sınırlamalar söz konusu oluyor.
Türk hükümeti Suriyeli mültecileri geçici koruma rejimi içine kapatırken sadece kendi mevzuatını değil taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin uygulanmasını da askıya aldı. Bunların belki de en önemlisi Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’dir. Bu sözleşmeye göre devletler kadına yönelik, toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti “mülteci” veya “ikincil koruma” statüsünün belirlenmesi açısından dikkate almakla yükümlüdür. Suriye’den Türkiye’ye gelen kadınların bir kısmı Suriye’de iken toplumsal cinsiyete dayalı şiddete uğramıştır, birçok kadın ve kız çocuğu ise Türkiye’ye geldikten sonra “evlilik” adı altında para karşılığında Türkiyeli erkeklere ev ve seks işçisi olarak satılmaktadır.
İstanbul Sözleşmesi’ne taraf bir devlet olarak Türkiye’nin yükümlülüğü bu kadınların mağduru oldukları toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin şartlı mülteci statüsünün veya ikincil korumanın tanınmasına temel olup olmadığı yönünde değerlendirme yapmaktır. Bunun için ise bu mağdurların uluslararası koruma başvurusunda bulunmalarına olanak sağlayan düzenlemelerin yapılması gerekir. Geçici koruma altındaki Suriyeli kadınlara, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet mağduru olup olmadıkları konusunda ayrım yapmaksızın uluslararası koruma başvurusu yolunu kategorik olarak kapatan Geçici Koruma Yönetmeliği’nin Geçici 1. Maddesi İstanbul Sözleşmesi’ne açıkça aykırıdır.
Türk hükümeti, Suriyeli mültecileri kendi ulusal mevzuatının yanı sıra taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin de uygulama alanı dışında “geçici koruma” adı verdiği hukuki “tampon bölge” içine kapatmıştır.
Nurcan Özgür Baklacıoğlu ile birlikte hazırladığımız “Sürgünde Toplumsal Cinsiyet” isimli kitap çalışmamızın saha araştırması boyutunda mevzuat suskunluğunun mülteciler üzerinde bilinçli bir şiddet oluşturduğu gözler önünde.
Bu çalışma sonrasında ortaya çıkan veriler;
Suriyeli kadın ve LGBTİ mültecilerin Türkiye’deki deneyimi derin yoksullaşma, yoksunlaşma, ve yapısal ve hukuki şiddetle yüzleşmeyi işaret etmektedir.
Savaş ve sığınmak durumda kaldıkları ülkelerdeki dışlayıcı iltica politikaları sonucunda kadın ve LGBTİ mülteciler gerek savaş ortamında, gerekse de iltica ederken sınırlarda, sığındıkları ülkelerde, kamplarda, kentlerde ve geri dönüşlerde şiddet, psikolojik, ekonomik ve cinsel istismarın hedefi olmaktadır. Günümüzdeki savaşlardan kaçış ve iltica kadın ve LGBTİ mültecilere daha güvenli ortam ve sığınak sunmamakta, aksine bu gruplar savaşın şiddeti ile sığındıkları ülkelerde hukuki ve ekonomik şiddet ile sosyal dışlanmanın, nefret söyleminin hedefi olmaya devam etmektedir. Heteroseksist cinsiyetçi hukuk ve idari uygulamalar güncel savaşların başlıca mağduru olan kadın ve LGBTİ’lere yönelik uluslararası koruma duyarlılığının gelişmesini de engellemektedir.
Türkiye’de sayısı son derece yetersiz olan Kadın ve LGBTİ sığınma evlerinin sayılarının arttırılması, yönetimlerinin toplumsal cinsiyet duyarlığına sahip, hak temelli çalışan bu konuda uzman sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülmesi ancak devletin de Türkiye ulusal mevzuatı ve uluslararası hukuk yükümlülüklerine uygun olarak bu sığınma evlerinin maddi ihtiyaçlarının karşılanması gereklidir. Ayrıca Suriyeli kadın ve LGBTİ mültecilere yönelik üçüncü ülkeye yerleştirme programlarının geliştirilmesi gerekmektedir.
Türkiye’de hızla yayılan ve zaman zaman yerel çatışmaların yaşanmasıyla da gündeme gelen Suriyeli mültecilere yönelik nefret söylemiyle mücadele için acilen harekete geçilmesi, hukuki ve idari tedbirlerin alınması gerekmektedir.
Bunun yanı sıra Suriyeli mültecilerin ve LGBTİ’lerin sesinin, tecrübe, endişe, beklentilerinin aracısız ve yorumsuz bir şekilde topluma aktarılması ve onlarla şeffaf diyalogun kurulması toplumun onları doğru tanıması açısından önem taşımaktadır. Bu bağlamda mültecilerin örgütlenerek kendi çözümlerini geliştirmeleri ve bununla ilgili mücadele yürütmeleri açısından dernekleşmeleri önemlidir. Göçmen ve mültecilerin dernek kurmaları ve üyelikleri önündeki yasal engellerin kaldırılması gerekmektedir.
Suriyeli mülteciler özelinde kadın, LGBTİ ve çocuk mültecilerin emek ve bedeninin sömürülmesinin önlenmesi, haklara erişilmesinin sağlanması, yaşam alanlarının genişletilmesi yoluyla özgürleşmeleri önündeki hukuki mevzuat içine örülmüş olanlar dahil tüm yapısal engellerin kaldırılması mutlaka ve acilen gereklidir. (ZK/EA)
Bu makaleyi Hêvî LGBTİ Derneği’nin kolektif çalışması olan Mülteci LGBTİ’ler kitabından aldık.