Leyla Zana’yı 6 Kasım 1991 günü çıkan “yemin krizi”yle bildik asıl. Siyah tayyörü, başında kırmızı yeşil-sarı örgüsüyle kürsüye çıktı, yeminini okudu, sonra dedi ki, “Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum”. Bu cümleyi Kürtçe söyledi ve bütün o kravatlı erkekler topluluğunu delirtti! 1989’da Paris’te yapılan Kürt Konferansı’na katıldıkları için partiden ihraç edilen SHP milletvekilleri tarafından kurulan Halkın Emek Partisi, 1991 yılında SHP ile seçim ittifakı yapmış ve 18 milletvekiliyle meclise girmişti.
Leyla Zana’nın 12 Eylül darbesi sırasında Diyarbakır belediye başkanı olan Mehdi Zana’nın eşi olması dolayısıyla politikleştiği yolundaki kanaat, Kürt kadınlarına bakışı yansıtır: Ezik, cahil ve yoksul. Oysa Zana’nın seçildiği 1991 meclisinde kadın milletvekili oranı hepi topu %1,8’di zaten! Türk kadınlarının durumu da pek parlak değildi.
Leyla Zana, meclis kürsüsünde bu bakışı ters yüz etti. Yalnızca Kürtlerin değil, Türklerin gözünde de bir direniş sembolüne dönüştü. On yıllık hapishane döneminde iki kez Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi, 1995 yılında Avrupa Parlamentosu’nun verdiği Sakharov Düşünce Ödülü’nü aldı.

“Leyla Zana’ya yönelik saldırı, çözüm ihtimaline açılan alana doğrudan bir müdahale”
Uzun ve çok zorlu bir politik hayatı oldu; kendisinden sonra yetişen Kürt kadın politikacılardan farklı olarak, yanında yöresinde başka kadınlar yoktu. “Kürt siyasetinin mor rengi”nden dem vurmaya biraz daha zaman vardı.
Bu bakımdan Leyla Zana’nın hikâyesini daha büyük bir hikâyenin, Kürt kadın politikacıların hikâyesinin giriş noktalarından biri gibi düşünmek mümkün. Acıyla ve direnişle yoğrulmuş bir geleneğe doğup onu başka bir şeye dönüştürme hikâyesinin.
3 Mayıs 1961 günü doğdu, 14 yaşındayken kuzeniyle evlendirildi. 19 yaşında, biri kucağında biri karnında iki çocuklu bir kadındı, 12 Eylül darbesi oldu. Eşi Mehdi Zana, Diyarbakır belediye başkanıydı, tutuklandı ve 10 yıl hapis yattı. Leyla Zana bu süreçte okuma yazmayı öğrendi, ilkokulu, ortaokulu ve liseyi dışarıdan sınavlara girerek bitirdi. İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi kurucularından biriydi, Yeni Ülke gazetesinde gazetecilik yaptı. 1991’de milletvekili seçildiğinde, arkasında on yıllık bir politik tecrübe vardı. Tutuklu yakını tecrübesi, insan hakları mücadelesi tecrübesi, gazetecilik tecrübesi. JİTEM’in saldırılarına direnme vardı, Vedat Aydın cinayeti vardı. Kürsüde taktığı üç renkli örgüyü ona hediye eden Bismilli kadına verdiği söz vardı.
Kahramanın yolculuğu, başladığı yerde son bulur. Pek de hevesli olmadığı, zorunluluklar sebebiyle girdiği uzun yolda, değişir ve dönüşür. Evine döndüğünde, o artık başka biridir. Bu yolculuğu mümkün kılan, evdir. O sabit kalmalıdır ki kahramanın dönüşümünü anlayabilelim, yol haritasını izleyebilelim. Leyla Zana için böyle olmadı, yakılıp yıkılmış bir evden başladı, boşaltılmış bir köyde soluklandı. Efsanelerle, söylentilerle, dedikodularla karışmış bu hikâyenin aslını anlatma imkânı pek olmadı. Ama bir şey var, en başından beri tekrarladığı bir şey: O bu yolda yalnızca politik iklimi, Kürt kadınlarına dair imgeleri değiştirmekle kalmadı, kendini, “kendi küçük dünyasını” da alt üst etmeye cesaret etti.
İnsan düşünmeden edemiyor: Bu kahramanın evi, belki de anadiliydi. Başladığı ve döndüğü yer. (AB/TY)

