Kıyısında İsviçre'nin Lozan, Montrö ve Cenevre şehirlerinin bulunduğu Leman Gölü geçtiğimiz günlerde Avrupa'nın en köklü festivallerinden birini ağırladı.
Yaşlı kıtanın saygın belgesel etkinliklerinin oluşturduğu Doc Alliance'ın üyelerinden Visions du Réel, Roma İmparatorluğu kentlerinden Nyon'un epey hareketlenmesine sebep oldu.
Dünyanın çeşitli ülkelerinden belgesellerin gösterildiği festivalde Choeurs En Exil (Sürgündeki Korolar) adlı yapım Ermeni kültürünün kaybolmakta olan dini müzik geleneğinden yola çıkarak soykırımın anılmasını sağladı.
Ermenistan'ın İsviçre büyükelçisi olan dünyaca ünlü şarkıcı Charles Aznavour'un himayesinde gerçekleşen dünya prömiyerine ilgi yoğundu.
Ermenistan'a özel
Birbirini tanımayan kişilerin bile nezaketle selamlaştığı, birbirine gülümsediği hatta flört etmekten çekinmediği medeni Nyon'da insan kendini Avrupa'nın korunaklı, güvenli ve huzur dolu bir bahçesindeymiş gibi hissedebiliyor.
Zaten 19 Nisan Pazar günü saat 14'te gerçekleşen gösterimde kentin Belediye Salonu (Salle Comunale) tıklım tıklım olmasına rağmen çevrede gerginlikten eser yoktu.
Festivalin başkanı Claude Ruey Ermenistan'ı onurlandırmak üzere düzenlenen bu özel gösterimde konukları şahsen ağırladı. İsviçre- Ermenistan Birliğinin başkanı Sarkis Shahinian ve Ermenistan'ın en saygın sinemacılarından Harutyun Khachatryan da konukların arasındaydı.
Bayrağı devralan Vision du Réel'in sanat direktörü Luciano Barisone sahneye belgeselin yönetmenleri Turi Finocchiaro ve Nathali Rossetti'yi, ayrıca film boyunca yolculuklarına tanık olduğumuz müzisyenler Aram ile Virginia'yı da konuk etti.
Belgesel, ikilinin Ermeni kilise müziği geleneğini yaşatmak üzere yürüttüğü çalışmalara odaklanıyor: Müzeye kaldırılacak eski bir eser olarak değil de, yaşayan bir kültür ifadesi şeklinde var olması yönündeki faaliyetleri takdire şayan.
Belgeselin senaryosunda Polonyalı bir tiyatro grubuyla Türkiye'ye yaptıkları yolculuk önemli yer tutuyor. Mesela Dersim ve Palu'nun harabeye dönmüş kiliselerinde ses aracılığıyla o toprakların acı dolu geçmişine dalıyoruz, yaraların sarılması ve tarihi gerçeklerle yüzleşmek için müzik ile beden adeta birer vektör vazifesi görüyor.
Papa'nın sözleri
Belçika, Polonya, Fransa ortak yapımı belgesel seyredenleri duygulandırdı ve fazlasıyla etkiledi. 72 dakikalık eser, Hrant Dink cinayetine de değindiği gibi Ermenilik hakkında o ana kadar bilgi sahibi olmayanların bile Türkiye'de konuyla ilgilenmeye başladığına da dikkat çekiyor.
Gösterim sonrası Cenevre Üniversitesinden Valentina Calzolari'nin de katıldığı uzun oturumda hazır bulunanlar ve özellikle Ermeni diasporasından olmayanlar konuşmacılara çeşitli sorular yöneltip meraklarını giderdiler.
Geçtiğimiz günlerde Papa Francisco'nun soykırımla ilgili sözlerinin ehemmiyetine değinilirken, Ermeni halkının adalet talebi açıkça ifade edildi.
Türkiye'de insanların atalarıyla ilgili öylesine korkunç bir durumu kabullenmekteki zorluklarından dem vuruldu; bir tabu halindeki Ermeni meselesinin ancak son yıllarda konuşulduğunu, birçok insanın kendi soyunda "kılıç artığı" olduğunu yeni yeni farkettiğini belirten katılımcılar gerçekle yüzleşme zamanının çoktan geldiğinin altını çizmiş oldular.
Karanlık odakların güdümündeymiş gibi görünen Dink'in davasında hala kayda değer bir ilerleme kaydedilmemiş olması ise Türkiye'nin adalet sisteminin imajı için utanç vesilelerinden biri olmayı sürdürüyor.
Harutyun Khachatryan
46. Visions du Réel'in onur konuklarından Khachatryan, Nyon'daki etkinlikte bir masterclass verdi. 1981'den günümüze uzanan filmografisinden muhtelif yapımların yer aldığı retrospektifle festival programına dahil edilen sinema ustası, Erivan'daki Altın Kayısı Festivali’nin de başkanı.
Harutyun, tarih ile sinematografik hareket arasındaki diyaloğu güçlendirip 20'nci yüzyılın en büyük trajedilerinden Ermeni Soykırımının unutulan seslerinin yankısını duyurma çabasını sürdürüyor.
Nyon'dan çok da uzak olmayan Lozan'ın ahalisinin son zamanlardaki çabası ise kent içindeki bostanların muhafaza edilmesi yönünde. Geçtiğimiz günlerde ödüllendirilen bu faaliyetlerinin artarak devam etmesi Avrupa'nın ortasında, adeta bir fanusta yaşayan mutlu İsviçrelilerin ekoloji hassasiyetlerine dair kesin bir kanıt.
Her ne kadar bazılarının minnetle andığı Lozan Anlaşmasının muhtelif şartlarına Türkiye zamanında gerektiği şekilde uymamış olsa da umarım bu defa Lozan, kent içi bostanlarının hem İstanbul'da, hem de Türkiye'nin betona gömülmüş tüm şehirlerinde tekrar hayata geçirilebilmesi yönünde ilham verici olur… (MT/YY)