* Bu yazı Lazca yazıldı ve daha sonra Türkçe'ye tercüme edildi. Yazının orijinal halini okumak için tıklayın.
John Keats
Tüm konuşanı az dillerin konuşucularına ...
Acaristan ve Abhazya'da yaşayan Lazlar, SSCB'nin 1929-1939 yılları arasındaki döneminde kültürel haklara sahiptiler. Bu kısa on yıl dışında Lazlar, hiçbir zaman ve hiçbir yerde insan olmalarından kaynaklı en temel hakları olan kültürel haklarını kullanamadılar. Devletlerin geliştirdiği zalim asimilasyon politikaları nezdinde, Lazlar ve Laz dili egemen kültür potasında eritilmesi gereken bir sorundan başka bir şey değildi. İktidarı ellerinde bulunduranlar bu eritme ve öldürme hedefli kötücül fikirleri için de çokça siyasal retorik ürettiler. "Laz diye bir halk yok, onlar Türk / Gürcü milletindenler.", "Lazca hiçbir yerde geçerli değil.", "Lazca bir iletişim dili olarak yeterli değil.", "Laz diliyle konuşan çocuk okulunda başarısız olur." ...
Bu psikolojik baskılara, her yerde -sokakta, kahvede,televizyonda,tiyatroda,radyoda ...- sürekli yeniden üretilen ve Lazları akılsız olarak topluma pazarlayan "Laz fıkraları"nı da ekleyin. Türkiye Cumhuriyeti'nin erken yıllarından, yetmişlere dek ilerleyen süreçte okullarda, Laz çocuklarının Laz diliyle konuştukları gerekçesiyle öğretmenlerinden dayak yedikleri gerçekliğini de yazın akıllarınızın bir köşesine.Bu psikolojik ve çok daha hafif olmakla birlikte fiili baskı yıllarında Lazcanın gelişip, hayatın olağan akışında kapsamlı bir kullanım ve yazı dili olarak halkın gözünden düşmesi nasıl engellenebilirdi ki? Hem de geçmişin birkaç bazı marjinal hareketi dışında diline gözü gibi bakan bir "Laz entelijensiyası" da Lazistan topraklarında hiç filizlenmemişken.
Ancak bu noktada değinilmesi gereken bir husus daha var ki, Türkiye'nin Lazistan parçası "solcu" yapısıyla da bilinirdi. Ne ki, Laz kökenli solcular, yetmişli yıllarda diğer toplumsal problemlerin yanına "Laz sorununu" da eklemeyi ve onun için de mücadele etmeyi tercih etmediler, bu da Lazlar için tarihi bir kayıp olarak kayda geçti.
Laz kökenli solcular için, Lazca "ilkel" bir şeydi ve onun için çalışmak "milliyetçilik" ve "bölücülük" anlamına gelirdi. Bu fikirler elbette, Laz kökenli solcuların, Türkiye solundan doğrudan aldıkları "ruhsal" bir amentüydü. Tüm varlığıyla Türkiye sol hareketinin bir parçası olan Laz kökenli solcular da, Türkiye solu, Kemalizm'den henüz eli yüzü düzgün bir kopuş yaşayamadığı için, bu yanlış hatta ilerliyordu.
Şöyle bir düşündüğümüzde gayet doğal geliyor tüm bunlar tabii, Kürt sorunu gibi büyük ve alev alev yanan bir sorunu doğru düzgün görebilmesi için dahi Kürt halkının başkaldırısını bekleyen Türkiye solu, kültürel hakları için ses çıkarmayan Lazları nasıl fark edebilirdi ki? Kötü bir şey ama iyi biliyoruz, Türkiye solu, pek fark edilmeyen sorunları tespit edip de onun üzerine yürüme hususunda tembeldir.
Peki Nasıl Yapmalı ?
Hakikat, biz Lazlar, Kürtler gibi kalabalık bir millet değiliz ve ülkemiz sadece Atina'dan (Pazar), Batumi'ye dek uzanıyor. Yani, bir tarafından baktığınız vakit öteki tarafını görebilirsiniz. Nüfus ve ülke yüzölçümünün ne kadar hacimli olduğu o kadar önemli değil ama, buradaki asıl mesele, Lazlardaki ulusal bilincin sıfırın altında seyridir. "Milliyetçilikler Çağı" Lazlar için, kendi içine kapalı ve basit ekonomik ihtiyaçlar için hayat gailesiyle geçti. Lazlar, küçük bazı çalışma gruplarını saymazsak eğer yeni politik meselelerle ilgilenmediler.
Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı'nda, Kuva-yı Milliye'ye Lazlar tüm güçleriyle destek oldular. Bu desteğe "ödül" olarak da Kemalizm tarafından asimilasyon uygun görüldü. Lazlar yine boyun eğdiler ve ses çıkarmadılar -tabii yine kimi küçük kıpırdanmaları göz önünde tutmazsak. Bu "küçük kıpırdanmalar" için de yine Bianet'te yayınlanan "Lazcanın Yaşam Mücadelesi" adlı Türkçe yazılmış yazıma bakabilirsiniz-.
Giderek küçülen modern zamanların dünyasında konuşanı az dilleri hayatta tutmak çok zor bir iş.
Ve inanın, bu işi eğer Lazca için yapıyorsanız, durumunuzun meali şudur: Daha da zor bir iş için çabalıyorsunuz. Bir kere, bu dil için üretilmiş eski referanslar çok azdır ve dilini kurtarmak istediğiniz halkın gözünde dillerinin yaşaması pek de önemli bir mesele değilldir. Bir de, her Laz için, kendi bir "imparator" olması gerçeğiyle, baş koyduğunuz iş daha girift bir problem halini alır.
Yaptığınız işlere, hiçbir şey üretmemiş insanlardan tamamen olumsuz "eleştiri"ler almanız Lazca çalışma sahasında çok doğaldır. Üstelik bu "ben imparatorum !" psikolojisi Laz aydınlarının genelinde de "genetik" bir kalıtım olduğu için, birbirlerinin yaptıkları işleri beğenmeyen, birbirine düşman gibi bakan Laz çalışma grupları örgütlenmiştir, bu yüzden de, bu alanda şöyle bir hevesle bir şeyler yapabilmeniz giderek güçleşir. Siz, yalnızca "birikimim var bir şeyler yapayım" diye düşünürken sizin arkanızda oklarını sivriltenlerin beklemesi olağandır. Faşistlerden gelecek saldırılarıysa zaten saymıyorum.
Lazca az konuşulan ve az uğraşılmış bir dil dedik, ancak bilimsel bir ifade olmayacak ama bu dil bir de yapısı bakımından zor bir dildir de. Lazca, yalıtık ve küçük bir dil ailesi olan Kafkas dillerinden bir dil. Kafkas dilleri de dünya dilbilimcilerinin gözünde son derece enteresan bir dil ailesi. Sayma sistemi, cümle kurulumu, ön ekleriyle Kafkas dilleri ve Lazca oldukça orijinal. Ve kabul edelim ki sonradan öğrenmeye gayret edenler için Lazca gayet zorlu bir iş. Okuyucuyu ilgilendirmediğinin farkındayım, bağışlayın, ancak örnek vermek için vurguluyorum, İstanbul'da doğup, büyümüş, Atinalı bir Lazım. Üstelik, seksen sonrası doğduğum için de Lazcayı konuşabilenlere seyrek rastlanılan bir nesildenim.. .
Çocukken Lazcayı anlardım ama öyle pek konuşamazdım, zaten büyüklerimiz de "Lasç'a mo ixap'ar, Turkça k'ok'oxveri gaxap'arinasere" (Lazca konuşma, Türkçeyi bozuk konuşursun) diye ama yine Laz diliyle bize öğüt verirlerdi. Önce dokuz yaşımdayken Lazca dikkatimi çekti ama asıl olarak orta ikinci sınıftan itibaren Lazcaya ve Lazlığa karşı büyük ve doyumsuz ilgim başladı diyebilirim.
Şimdi Lazcayı tüm diyalektleriyle - "teorik" - olarak biliyorum, Megrelceyi epeyce anlayabiliyorum, Gürcü alfabesiyle de okuyup, yazabiliyorum. Ama bunca yıllık çalışmalarıma karşın Lazca yazma ve konuşma hususunda bazı sorunlarımı da bir türlü aşamadım.
Lazca yazarken genellikle "Türkçe düşünmenin", konuşurken de nasıl diyeyim, daha çok "akademik" ya da "İstanbulca", "doğal aksansız / özgün vurgusundan yoksun" bir Lazca konuşmanın sıkıntılarını yaşıyorum. Bunları size kendimden söz etmek için değil, "'ben'deki 'biz'i" anlatmak için söylüyorum. Varmak istediğim nokta şu; sistem ben ne kadar uğraşırsam uğraşayım sonuç olarak hedefine ulaşmış oldu. Bugün, Laz olmayanlar, ben Türkçe konuştuğum zaman Laz olduğumu anlamıyorlar ama Lazlar, ben Lazca konuştuğum vakit "İstanbullu" olduğumu fark ediyorlar!
Laz aydınlarının hedefi, bağımsız bir Laz devleti hiç olmadı. Doksanlı yılların başında Almanya ve İstanbul'daki Marksist Laz aydınlarının "militan" -o yılların ağır politik iklimini unutmayın, Kürt sorununun en ateşli ve sansürün en çirkin boyutlarda olduğu zamanlar- çalışmalarıyla "Ogni" adlı dergiden, bu günlere gelinceye bu tip bir fikir Lazlarda hiç yeşermedi. Zaten böyle bir hareketin ne Lazistan'da bir temeli vardı; ne de böyle bir şeye gerek. Laz aydınları yalnızca Lazların kültürel haklarını istediler ve onun için çalıştılar.
Bugün vardığımız süreçte Laz kültür hareketi geçmişle karşılaştırıldığı vakit şüphesiz daha güçlü bir yerde. Kitaplar, dergiler, kurumlar, Lazca için çalışan insanların sayısı arttı. Bununla paralel olarak "sıradan" Lazların önemli bölümünün de Lazcaya karşı sevgisi yükseldi. Ancak yine de gelinen nokta yeterli değil. Lazcanın durumu o kadar tehlikede ki, gerçekleştirilen işlerden daha büyük şeyler gerekiyor. Ve yalnızca Lazca için akademik çalışmalarla da öyle pek önemli kazanımlar elde edilemez.Laz kültür hareketi, anti-kapitalist, anti-faşist, anti-emperyalist ve doğrudan politik bir güzergaha yerleşmedikçe, elli sene sonra avuçlarımızda kalan ölü bir dille yazılmış kitap, dergi ve makalelerin dramından başka bir şey olmayacaktır.
Yalnızca Lazcayı ve Lazlığı düşünmek, her olaya "Laz gözlüğü"yle bakmak ve Lazlığın dışındaki meselelere ilgisizlik, giderek Laz aydınlarında yararsız bir milliyetçi duruşu berkitiyor. Fakat, "Lazca sorunu" düzen gerçekliğinin getirisi olan diğer sosyal problemlerden azade bir sıkıntı değil ki, sadece Lazca için çalışmak, Lazcayı kurtarsın. Dili yaşatmak için, o dilde konuşanlara bilinç taşımak gerek, bu da politik bir görevden başka bir şey değil. Yani, halka sadece "Lazuri ğurun! Moğuras! " (Lazca ölüyor! Ölmesin!) demekle, Lazcayı yaşatma mücadelesine enerji yüklenemiyor. O halka bu dilin hangi sebeplerden ötürü ölmekte olduğunu da gösterip, harekete politik bir şekilleniş katmak da elzem.
Laz aydınlarına özetle şu soruyu soruyorum ben; biz Lazlar, genellikle çeşitli sol geleneklerden gelen bu kadar entelektüel insan yoğunluğuyla en azından Nor Zartonk yahut Jineps benzeri örnekler yaratamaz mıyız?
Hayır, tüm kapıları kapatılmış, tamamen sert ve donmuş doktriner /dogmatik Marksist bir perspektif üzerine bina edilmiş politik bir yapı oluşturulsun demeye getirmiyorum elbet. Bu "politik Laz hareketi", Lazca'ya dair duyarlılık geliştirmiş diğer politik Müslüman, anarşist, feminist, çevreci Lazlarla müşterek inşa edilmeli. Bilhassa da Hemşinli,
Gürcü ve Rumca anadilli Karadenizli muhalif aydınlarla birlik olunmalı ki, "halkların kardeşliği" dediğimiz "büyü", elle dokunulabilir bir gerçeklikle muştulansın.
Yaşamın her alanındaki sorunlar Laz aydınlarının da derdi olmadıkça, Laz kültür hareketi, hedeflediği yetkinliğe erişemeyecektir. Ormanlar da, dereler de, hapishanelerdeki devrimci tutsaklar da, mazlum Kürt halkı da, Hemşinli kardeşlerimiz de, sağlık ve eğitim alanındaki hak gaspları da, kadınların hakları da tümüyle bizim de ortak sorunlarımızdır. Bir tek bu gerçekliği kavrayarak ve ülkenin genel muhalefetine eklenerek kazanabiliriz ... Yalnızca Lazcayı değil ... Tüm dünyayı! (İGY/HK)
İsmail Güney Yılmaz, Xunari-Atina-Lazistan