Ülkemizde, "21. yüzyıl Marksizmi" sözünü, genellikle içeriksiz bir temenni düzeyini aşmasa da, en azından bir on yıldır işitiyorduk. Ama son günlerde Venezüella devlet başkam Hugo Chavez 'in aynı şeyi telaffuz etmesi sözün özgül ağırlığını bir çarpan etkisiyle arttırdı.
Bu gayet doğal. Chavez, herhangi birimize kıyasla dünya devrim sürecini derinden etkileyecek bir konumda bulunuyor. Fidel Castro 'nun hasta yatağında ona, "senin yaşaman daha önemli" demesi sadece biyolojik yaş farkından ileri gelen insani bir jest değil.
"İnsancıl ve demokratik" sosyalizm
Chavez, 21. yüzyıl sosyalizmini insancıl ve demokratik bir sosyalizm olarak niteliyor. İnsanı, insanın gereksinimlerini, çok yönlü gelişimini merkeze alan ve özgürlük alanlarını genişleten bir sosyalizm vaadinde bulunuyor. Vaat etmekten öte, Bolivarcı devrimi bu doğrultularda derinleştirmeye, vaadini yaşama geçirmeye çalışıyor.
"İnsancıl ve demokratik" sosyalizm vurgusunun, 20. yüzyılın sosyalizm deneylerinden çıkarılan temel dersleri yansıttığı ve Bolivarcı devrimin önüne önceki sosyalizm uygulamalarının fiili bir eleştirisi olmayı başarmak gibi yüksek bir çıta diktiği açık. Başarılması halinde, bunun sosyalizm mücadelelerine yeni bir soluk ve heyecan vereceğine, ufkumuzu genişleteceğine şüphe yok.
Peki, bu kadarı "21. yüzyıl sosyalizmi" iddiasıyla ortaya çıkmaya yeter mi? Bu kadarı, Marksizm'in çağı karşılayacak yeni bir bütünlüğe kavuşturulduğu anlamına gelir mi? Bana kalırsa, yetmez ve gelmez. Ama genel olarak Latin Amerika'daki sınıf mücadeleleri, özel olarak Bolivarcı devrimin seyri bize daha fazlasını sunuyor.
Proletaryanın kıtadan yansıyan yeni bileşimi
Yüzeysel olarak bakıldığında, bugünün Latin Amerika'sı toplumsal mücadelelerin canlılığı ve yaygınlığı açısından 19. yüzyıl Avrupa'sını andırıyor. Ama görünüşteki bu benzerliğin altında çok temelli bir farklılık yatıyor: Latin Amerika bize proletaryanın yeni sınıfsal bileşimi, bu bileşimin yeni direniş, mücadele ve örgütlenme tarzları ile kendini ifade etme arayışı konusunda değerli ipuçları sunuyor. Bu önemli çünkü "21. yüzyıl sosyalizmi"nin taşıyıcı gücü proletaryanın yeni bileşimi olacaktır.
Proletaryanın yeni sınıfsal bileşiminin kendisini eylemli biçimde açığa vurmaya başlamasının ipuçları başka ülkelerde de var. Örneğin, yakın zamanlarda bu ipuçlarından bazılarını sınıf mücadelelerinin gelecekteki seyrinin habercisi olma unvanını korumaya devam eden Fransa sundu, önce göçmen ağırlıklı varoşların isyanı patlak verdi. Bunu öğrencilerin yeni iş yasasına karşı sokağa dökülmesi izledi. Öğrenciler, okul ve kampus işgalleri benzerliğinden kalkarak yeni bir 68 beklentisine kapılanları hayal kırıklığına uğrattılar. İşçiler ve sendikalarla kol kola girerek işçi sınıfının yeni bir müfrezesi gibi davrandılar. Çünkü, 68'den bu yana köprülerin altından çok sular akmış, eğitim sistemi sermayenin işgücü taleplerine uygun biçimde dönüştürülmüş, bir çok yeni emek kategorisi vasıfsızlaştırılmış ve proleterleştirilmişti. Üstelik, öğrencilerin önemli bir bölümü kısmi zamanlı işlerde ya da staj sözleşmelerine tabi biçimde zaten çalışıyordu. Yani, işçi sınıfının yeni bileşimi hakkında konuşmak için sadece Latin Amerika'ya bakmamız gerekmiyor. Ama Latin Amerika bu yeni bileşimin kendisin en bariz biçimde ifade etmeye başladığı kıta.
Ufkunda dünya devrimi olan bir yerel devrim
Peki Venezüella'daki Bolivarcı devrim süreci fazladan ne sunuyor? 20. yüzyılın sosyalizm deneylerinin bîr paradoksunun çözümü konusunda doğru yönelişleri ve başlangıçları. Burada, tek veya birkaç ülkede devrim ile dünya devrimi bağını, yani Marksizm içi tartışmaların en netameli konularından bîrini kastediyorum.
Temelsiz ve aşırı beklentilere kapılmak için henüz erken. Ama Chavez ve onun başını çektiği Bolivarcı devrim süreci şu türden soruların belirli bir algılama biçiminden ve dar ufukluluktan kaynaklanan yanlış sorular olduğunu gösteren bir çizgi izliyor: Zincirleme bir reaksiyonla başka ülkelerde devrim olmadıkça, her hangi bir yerel devrimin kollarını kavuşturup beklemesi mi gerekiyor? Veya bu durumda, "tek ülkede sosyalizm" tuzağına düşmemek için tek çıkar yol, bu devrimin dünya devrimi uğruna kendini feda etmesi mi?
Bolivarcı devrim süreci için dünya devriminin yolu kıtasal çapta bir dönüşümden geçiyor; bu türden ikilemlere düşmeyen bir çizgi izleyebilir. Chavez, kendisini bunu kanıtlamaya adamış gözüküyor.
Latin Amerika ve Bolivarcı devrim süreci yeni ve özgün bir şeyler daha sunuyor. Bu noktada, "yeni ve özgün" olanı hemen adlandırmak yerine, kimi kışkırtıcı sorular sormakla yetineceğim:
* Bolivarcı devrim için, tıpkı "1917 Ekim Devrimi" der gibi, şu tarihte oldu diye bir tarih verilebilir mi?
* Burjuvazi bir sınıf olarak henüz tasfiye edilmediğine göre, Venezüella'daki mevcut durum bir "ikili iktidar" hali olarak tanımlanabilir mi?
* Tarihte bu kadar uzun sürmüş ikili iktidar örnekleri var mı?
* Venezüella'yı ve eğer devrimci dönüşümler devam ederse Bolivya ve Ekvator'u ilk "barışçıl geçiş" örnekleri olarak mı anacağız?
* O zaman, hükümetler deviren, darbe önleyen, başkentleri basan dev işçi ve kitle eylemlerini nereye koyacağız?
* Buralarda parlamentarizm ile kitle hareketlerinin nasıl bir bileşimi oluştu?
* Bu ülkelerde şu ana kadar, alıştığımız anlamda ve netlikte bir "siyasal devrim" uğrağından geçildi mi?
Bu sorulara kestirme cevaplar verilebileceği kanısında değilim. Çünkü, Latin Amerika'da eski kavram setimizin çerçevesine sığmayan bir şeyler oluyor.
Öyle ya, teori gri, hayat ağacı yeşil! (KK/SG/EÜ)