Yerli entellektüel Muyolema, “Latinamerikacı” entellektüellerin, sağcısının da solcusunun da, birbirine, derinden bir sömürgeci mantık ile bağlı olduğunu söylüyor. Muyolema'nın, “Adlandırmak, politik bir eylemdir” cümlesinden hareketle, Bolivya Çok-Uluslu Devleti'nde, son bir haftadır olanlara tekrar bakmak gerekiyor. Zira; mevzu bahis, sadece ırkçı saldırıları gerçekleştiren, yeni model faşist linççilerin yaptıkları değil, solcu abilerinin verdiği “Bolivarcı” fikirlerle, kendinden ve halkından, her geçen gün, uzaklaşmış Evo da. Bu, Fanoncu önermenin altından kalkmanın zorluğunun farkındayım. Ama; kıtanın güneyinde, son dönemde, halkların öncülüğünde gerçekleşen, kitlesel başkaldırıları anlamanın ve “adlandırmanın” başka yolu yok.
Geçmişe, “pachamama”nın (yani Aymara ve Quechua yerli dillerinden türetilen toprak ana) derinliklerine bakmak, kıtanın güneyine neden “Latin Amerika” denildiğini hatırlamak, bugün, her zamankinden daha önemli. Çünkü, kitlesel başkaldırılar, son dönemde, sadece, kıtanın güneyinde yükselişe geçen sağcı ya da darbeci hükümetlere karşı değil; tek-adamcı, Bolivarcı “sosyal devrim”lerin açmazlarının ayyuka çıkmasının da bir sonucu.
* Caddede “yerlilerden arınmış özgür Bolivya” yazıyor.
Yüzeysel politik tartışmalar, bizleri, “darbe mi, değil mi?” gibi “adlandırma” tartışmasına hapsetmeye çalışmakta. Mesela, geçtiğimiz hafta, Arjantin'de televizyonlardan canlı canlı izledik darbeyi. Evo Morales'in; Bolivya Çok-Uluslu Devletinden, “kurtarıcı” roldeki narkotrafik cenneti Meksika'ya varışına kadar, “elimiz yüreğimizde”, temsili demokrasinin ayan beyan çöküşüne, çökertilişine tanık olduk. Bolivya'nın, Çok Uluslu devleti, sağdan ve soldan iğdiş edilirken, esasında hepimiz görmek istediğimiz yere baktık.
Arjantin'in yeni seçilen, ama henüz koltuğuna oturmayan Başkanı Alberto Fernández, 10 Aralık’a kadar koltuktan inmeyecek olan Mauricio Macri ile; Bolivya'da olanların nasıl adlandırılması gerektiğinin tartışmasını yürüttü. Arjantin'in ikinci tur seçimlerinin yapıldığı 27 Ekim'e kadar, ekonomik krize nasıl çözüm getireceklerinden başka birşey tartışmayan bu iki liderin, seçim sonrası ilk tartışmalarının odağını ise Bolivya Çok Uluslu Devleti'nde yaşananlar oluşturdu. Sağcı Macri, şu anda, “demokrasi gereği” kendisinin kontrolünde olan Arjantin Dışişleri Bakanlığından doğru, giderayak, bir diplomatik kriz yarattı. Bolivya'da olanları, “darbe” diye adlandırmayan bir kaygı mesajı yayınladı. “Karşı cephe”, yani Peronist cephe ise, hararetli bir biçimde, Bolivya'nın son 15 yılda kaydettiği “iktisadi ilerleme”yi, IMF verilerine bakarak, gözümüze sokmaya çalıştı. Kısacası, bu tartışmaların odak noktası, hiç de yerli halklar ve onların talepleri değildi. Sağdan da, soldan da, sömürge pozisyonuna konulan “Bolivya”; ya “Bolivarcı” ya da “demokratik” emellerle kurtarılmaya çalışıldı.
Tam da bu noktada; yani, “derin”, tarihsel ve ideolojik belirlemelerin önünün alınmaya çalışıldığı böylesine bir dönemde, Muyolema'nın “Latin Amerika, nasıl Latin Amerika diye adlandırıldı?” sorusuna verdiği cevaba bakmak önemli. Böylece, simgesel düzlemde, daha derinden yürütülen, bizzat yerli halklara karşı olan bu savaşı anlayabiliriz. Muyolema, öncelikle “Amerika” adlandırmasının kolonyal kökenini hatırlatıyor bizlere. Aklımızın bir kenarında bu bilgiyi tutarak söylediklerinin devamına gelelim: iki ayrı medenileştirme projesinin, savaş alanına dönüşen kıtanın (Amerika diye, “beyaz adamca” isimlendirilmiş bu toprakların); İspanyol, Portekiz ve Fransız sömürüsü altındaki kısmını, Anglo-Sakson sömürgeci kısmından ayırmak için “LatinAmerikacılarca” bir “bilimsel adlandırma” hamlesi yapıldığını söylüyor. Böylece bir taşla iki kuş hikayesine geliyoruz: “Latin Amerika” isimlendirmesi ile, iki cephede verilen savaş birleşiyor: bir yandan Anglo-Sakson kültürel genişlemesine karşı duran 'Latin' cephesi oluşuyor; ama öte yandan, evin içerisinde devam eden 'medenileştirme' projesinin devamlılığı sağlanıyor”.
Muyolema'nın dikkatimize getirdiği bu tartışma, kolonyal zihinsel örüntülerimizi zorlayacak cinsten. Ama, bir yandan da, Bolivya'da, ne Evocu ne de darbeci olan yerli halk kitlelerinin ve örgütlerinin neden sokağa akın akın döküldüklerini anlamamızı sağlıyor. Evo'nun bedeninde simgeleşen ırk tartışması, “Bolivarcı abilerinden” öğrendiği iktisadi programları uygulama kapasitesinden daha önemli.
Zira, Bolivya polisinin, darbeyi simgesel olarak garantilediğini gösteren ilk görüntü; armalarından, yerli halkların bir politik özne olarak temsil edildiği, 1000 yıllık bir geçmişi olduğu söylenen whipala bayrağını söktüğü görüntüler. Yani, darbe “Bolivarcı Bolivya'ya” karşı yapılmadı, darbe, Evo'dan sonra, ismi Bolivya Çok-Uluslu Devleti olarak değişen, “Çok uluslu devlet” kısmına karşı yapıldı. Zaten, faşist, darbe yöneticisi Luis Fernando Camacho'nun, darbenin işaret fişeği olan tweet'i de bunu en açık şekliyle gösteriyor: “Pachamama bir daha asla meclise dönemeyecek, Bolivya Mesih'indir”.
Latin Amerika'nın damarları bir kez daha açılıyor. Her seferinde toprağın biraz daha derinini kazmaya başlayan kapitalizme karşı, her seferinde biraz daha direngenleşen halkların ölüm kalım savaşına tanık oluyoruz. Ant Dağlarının bu yoksul ülkesi özelinde, 15 yıla yakın süredir devam eden, kimine göre diktatörlük, kimine göre ise sosyal devrim olan, Evo devri bir “son”a ulaştı. Bu sonun, nelere gebe olduğunu, olacağını ise bilmek ancak ve ancak bu süreçte bolca ismi geçen “Mesih(ler)e” kalmış bir durum. Ya da direnişin tarafındaysanız, halkların verecekleri mücadelelere de diyebilirsiniz. Hayata, tarihe ya da insanlık hafızasına nereden bakıyorsanız, vereceğiniz cevap ona göre değişir. Ama; mesihlere karşı verilen yerli halk mücadelesinin, öyle kolay kolay bitirilemeyeceğini de ekleyelim.
Sonuç değil, sürece odaklı bir okuma, Evo'nun tüm politik hatalarına rağmen, yine de hakkını teslim etmemiz gereken bir politik sürece işaret ediyor. Bolivya'nın yerli halkları, bu 15 yıllık süreçte kendi adlarına, kamusal alanda konuşabilmeye başladılar. Chola'lar (Yerli, köylü kadınlara Ant Dağlarında verilen isim), Evo'dan önce, meydanlarına bile inme hakkına sahip olmadıkları La Paz'a, haklarını savunmak için inmekteler. Tüm bunlar daha büyük devrimlere gebe bir sosyal dönüşümün öyle ya da böyle gerçekleşmiş olduğunu gösteriyor.
* Chicha Libre’nin çiziminde "En büyük başkaldırı, neşeyi kaybetmemektir" yazıyor.
Tam da bu nedenle, faşist linççiler, Cholita bir kadını, siyasi/kültürel bir simge olan saç örüğü ile boğarak öldürdüler. Cholitalara ve bu kadınların temsil ettikleri tüm devrimci sürecin karşısına cilt rengini beyaz pudralarla açıp, saçını sarıya boyayan, Fanon yaşasa “kolonyal özne”nin Bolivya temsili Jeannine Añez Chavez'i başkanlık koltuğuna oturttular. Bu da, Latin ülkelerinin “toprak bütünlüğü” sağlamak için yüz yıldır kullandıkları iç kolonyal politikaların bir göstergesi. “Amigo indio” (yerli arkadaş), yani sömürgeci kuvvetlerin yanında yer alan ve kendi halkına sırtını dönen yerlilere verilen isim. Yani resme bir daha bakalım: yerlilerin; birer siyasal özne olarak kendi kendilerini temsil etme isteğinin ve kapasitesinin bir simgesi olagelmiş Evo Morales'e karşı, “yerli arkadaş” Jeannine Añez Chavez, yeni kolonyalist atağın hizmetinde.
Paternalist ekonomisist bakış açısından sıyrılabilirsek belki de şunu görebiliriz: 500 küsür yıllık katliamlara rağmen, üstelik “Amerika'nın keşfinden” bu yana yüzde 95'i katledildiği halde ayakta kalan, Abya Yala (olgun topraklar, Cuna yerli dilinde, Amerika dediğimiz kıtaya verilen isim) topraklarının yerli halkları, sadece “varoluş”ları ile bile, köklerinin pachamama'nın ne kadar derinlerinde olduğunu gösteriyorlar. Pachamamayı meclisten atabilirsiniz, ama “yerli halkların direnişi”, “temsili” demokrasiden önce de vardı, sonra da varolacak. (DB/AS)