Belki işin en başından bir kaç cümle ile başlanmalı. Cumhuriyet resmî ideolojisi red ve inkâr politikaları üzerinden; "güneş dil teorisi" adı verilen ve Türkçe dışındaki bütün dillerin kaynağının Türkçe olduğunu beyan edince asıl olan oldu.
Olan oldu da ne oldu sahi! Tas-Tarak 1930'ların Türkiye'sinde Türkçe'nin dışında bir başka dil Kürtçe konuşan ikinci en kalabalık teba'nın başına koptu. Resmî ideolojiye göre "sorun" yoktu, zaten hiç olmamışlardı, Kürt yoktu ki Kürtçe diye bir dil olsundu!
İşte bütün hikâye bunun üzerine kuruldu. Neredeyse bütün bir geçtiğimiz yüzyıl cumhuriyet tarihi; Kürtlük-Kürtçe üzerinden yoktu-vardı kavgası üzerinden şekillendi. O sebeple olmalı ki Mehmed Uzun bir denemesine "Küllerinden Doğan Dil" adını verdi.
Kürt entelijansiyası bu çabanın bedeli hayli ağır ödenen sayısız örnekleri ile doludur. Yani Kürtlerin de bir nevi "Tarihe Bak" deme hakları vardır.
İşte bu süreç Kürt aydınlarına iki şey öğretti. Bir, yasak-kaçak-göçek-eza-cefa-bela da olsa Kürtçe ana dili öğrenilecek.
Ve öğrenilmekle kalınmayıp Kürtçe'de edebiyat yapılıp eserler üretilecek. İki, egemenin dili olan Türkçe de öğrenilecek bir nevi yaşama garantisi olarak. Çünkü resmiyette "tek dil" ve bütün hikâye onun üzerinden bina ediliyor. Ve "birlikte yaşıyor" ya iki halk!
İşte bugün güne dair söyleyeceklerimize gelirsek Kürt aydınlarının büyük çoğunluğunun "iki dilli" olması, Kürtçeleri kadar Türkçeyi de çok iyi bilmeleri, hatta bir bölümünün iki dile de vakıf olarak yazınsal eserler ispatı vücuda getirmeleri bunun göstergesidir.
Hatta ve hatta Avrupa Diasporasını mesken tutanların yerleşik oldukları ülkenin diliyle birlikte üç dilli olmaları boşuna değil!
Lal Laleş bunlardan biri. Onu bugüne kadar tanıyanlar, Kürtçe'nin Kurmancî lehçesiyle yazdığı şiirleriyle tanıdılar. Evet, zaman zaman oggito'ya Türkçe "şiirsel metin" tadı veren denemeler de yazdı.
Ve Lal Laleş adını "Nora İstanbul Bir Hiçtir"* koyduğu Türkçe şiir kitabıyla Türkçe'nin okurlarının görünür dünyasında yerini aldı. Kitap hemen Nisan 2021 başında çıkmasına rağmen hayli gürültüsü de koptu. Hakkaniyetli bir sahiplenmeyle tabii ki.
Lal Laleş, büyük ölçüde Kürtçe yazmasına rağmen iki dilli bir yazar. İki dili de yazı dilinde gayet ehilce kullanan bir edebiyatçı.
Mehmed Uzun'un üç dilliliği gibi; Kürtçe-Türkçe-İsveççe. Kitabın izleğinden baktığımızda Türkçe'sinin yanında Osmanlıca da bilmesi nedeniyle gündelik dilin sınırlarını hayli zorlayan bir dil tercihi var.
Gündelik hayatta, hatta bir çok edebi metinde "anlaşılır (kolay) Türkçe" kullanmak uğruna vazgeçilmiş eski lügatteki kelimeleri yerinde ve kıvamında kullanarak kitabın metnini tümüyle zenginleştirip güçlendirmiş.
Metin Kaçan'ın "Ağır roman"ından müsemma bir adla bir nevi "ağır şiir" olmuş, iyi de olmuş.
Hani Mehmed Uzun için Kürtçe'nin unutulmaya yüz tutmuş kimi kelimelerini bulup çıkarıp romanlarında kullanmış denir ya! Aynını Lal Laleş Türkçe'nin lezzet derdinde olan okurları için de yapmış sanki.
Ahmed Arif usta için kullandığım "Kürtçe'nin Türkçe'ye jesti" vurgumu izin verirseniz burada Lal Laleş için de kullanmalıyım. Belki ancak o tedavülden düşen kimi kelimeler ancak bu duygu ritmini dile getirmeye yetebilirdi.
Aslında metni baştan sona kesintisiz okuyunca insan fark ediyor ki, böyle bir metin ancak böyle bir dille yazılabilir(di).
Lal Laleş'in şiirinde iki şehir var; biri Diyarbekir'dir, diğeri İstanbul. Bu sürpriz değil! Hemen her Kürt gencinin daha ilk gençlik yıllarında kimi kez ailesinden izinle, kimi kez de kaçarak bir İstanbul hülyası vardır.
İstanbul, sanki Kürtlerin ikinci şehridir. Bu sebeple Kürt nüfusunun en çok yaşadığı şehrin İstanbul olması boşuna değildir.
Bu şiirine de yansımıştır nitekim;
"Karanlık çökünce aşıkların ve yılanların
ıslık çaldığı şehir Diyarbekir,
Hakîkat, hüviyet ve hürriyet coğrafyası" derken...
Edebi olarak evresini kurduğu mekân Diyarbekir. Çıkış noktası hayatta olduğu gibi Diyarbekir'den başlıyor ve İstanbul'a uzanıyor. Sonra tekrar çıkış noktası şehre dönüp oradan güç alıyor. Diyarbekir sanki daha canlı, daha işlek!
İstanbul ise daha uzak, daha tarifsiz ve zamanlara yayılmış bir İstanbul.
Bir yandan da kadim Mezopotamya coğrafyasının ruhu metnin içinde okuyana göz kırpıyor.
"Nora İstanbul Bir Hiçtir" kitabı üzerinden bu yazıyı bağlarken kimi haksız imlemeleri de vurgulamadan geçmek olmaz.
Lal Laleş kuşakdaşı olan ve hep Türkçe edebiyat yapan Seyyidhan Kömürcü, Kemal Varol, Murat Özyaşar, Yavuz Ekinci gibi arkadaşlarından ayrılarak hep Kürtçe yazdı.
Elbette onlar Türkçe yazan Kürtler olarak çok zaman ötekileştirildiler. Daha mütevazı olarak da okur tepkisi gibi "neden Kürtçe yazmıyorsun" sorusu ile hep karşılaştılar. Ama Lal Laleş ilk kez ve Türkçe yazılmış bir şiir kitabıyla hep Kürtçe yazan bir edebiyatçı olarak sahneye çıkınca sanki "artık kaybedilmiş" Kürtçe'nin lügatından düşmüş biri gibi linç edilmeye de kalkıldı.
Varsın ediledursun, bir dil bir dildir, iki dil de iki dil.
Ben Lal Laleş'in Kürtçe yazdığı şiirlerini zevkle okudum / okuyorum. Tıpkı yeni çıkan kitabındaki Türkçe şiirlerini zevkle okuduğum gibi...
Çünkü biliyorum ki; "Doğuya sorulmuş soruların cevapları / acıtan kanatan ölüm ile yaşam arasında sarkıp sallanan masalımsı bakır anlatı"da saklıdır.
Terin, tende kuruduktan sonra cümlelerin bir yerine yerleşen virgül yerine bahçeler kurulan bir damardan seslenen Lal Laleş;
"Nora, zihnine gelen heyheylerle,
Roma'nın zakkum yaldızlarını,
Bizans'ın yerin gölgesine sinmiş anılarını,
Osmanlı'nın zeytûnî sarığını,
sözünü yitirmiş kâgir binaya kapatıp yaksan
İstanbul bir hiçtir" diyor. Daha ne desin ki!
Not: Bu yazının ilk hali ot dergisinin Mayıs 2021 sayısında yayınlandı. Okuduğunuz yeniden biamag için güncellenmiş hâlidir.
18 eylül 2021 cumartesi Diyarbakır Suriçi Hewş kafede saat 17.30'da Lal Laleş'in kitabı üzerine söyleşi var...
(ŞD/PT)
*lal Laleş, nora istanbul bir hiçtir, ayrıntı yy nisan 2021 İstanbul.