Laiklik ilkesi Türkiye Cumhuriyeti'nin en güçlü niteliğidir. Anayasa'nın 24. maddesinin son fıkrasına göre; kimse devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.
Cumhuriyetin temel niteliklerinden olan “lâiklik ilkesi”nden ne anlaşılması gerektiği örneğin Anayasa Mahkemesinin 1997/1 (Siyasî Parti Kapatma) Esas ve 1998/1 Karar sayılı ve 16.1.1998 tarihli kararında yazılıdır.
Laiklik bir yaşam biçimidir
Karardaki tanıma göre aslında “lâiklik” bir yaşam biçimidir. Hatta; bilimin aydınlığı ile gelişen özgürlük ve demokrasi anlayışının, uluslaşmanın, bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve insanlık idealinin temeli olan uygar bir yaşam biçimidir.
Dar anlamda laiklik, devlet işleriyle din işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Lâiklik, ulusal egemenliğe, demokrasiye, özgürlüğe ve bilime dayanan siyasal, sosyal ve kültürel yaşamın çağdaş düzenleyicisidir. Herkese özgür düşünce olanaklarını verir. Böylece siyaset-din ve inanç ayrımını gerekli kılarak din ve vicdan özgürlüğünü sağlar.
Dinsel düşünce ve değerlendirmelere göre şekillenen ve dine dayalı olan toplumlarda, siyasal örgütlenme ve devletin yapılanması dinsel niteliklidir. Lâik düzende ise din, siyasallaşmadan kurtarılır. Yönetim aracı olmaktan çıkarılır. Kişilerin vicdanlarına bırakılır. Dünya işlerinin lâik hukukla, din işlerinin de kendi kurallarıyla yürütülmesi, çağdaş demokrasilerin dayandığı temellerden biridir. Kamusal düzenlemelerin hiçbirisi dinî kurallara göre yapılmağı gibi, dini kurallara göre kamusal düzenlemelerin yapılması da düşünülmez bile...
Türkiye’de lâiklik ilkesinin uygulanması, bazı ülkelerdeki lâiklik uygulamalarından farklıdır. Aslında lâiklik ilkesinin, her ülkenin içinde bulunduğu koşullara göre şekillenmesi ve her dinin kendi özelliklerinden esinlenmesi çok doğaldır. Dinî ve din anlayışı birbirinden farklı ülkelerde lâiklik uygulamasının, aynı anlam ve düzeyde benimsenmesi de beklenemez. Yalnızca felsefi bir kavram olmayıp yasalarla yaşama geçirilerek hukuksal bir kurum niteliğini kazanan lâiklik, uygulandığı her ülkenin, kendi dinsel, sosyal ve siyasal koşullarından etkilenir. Tarihsel gelişiminin farklılığı nedeniyle Türkiye’de lâiklik, Anayasa ile benimsenen ve korunan bir ilkedir.
Lâik olan devlet, bireyler arasında inançlarına göre ayrım gözetmez. Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinden olan lâiklik ilkesi; devletin akla ve bilim kurallarına göre kurumlaşmasını amaçlamıştır. Lâikliğin, insana, dine saygısı, dinî kendi yerinde tutan anlayışı, akla, bilime, sanata, çağdaş yönetim biçimine ve uygarlığın gereklerine kapıyı açmıştır. Demokrasi, şeriat düzeninin karşıtıdır.
Çağdaşlığın göstergesi olan laiklik ve demokrasi; Türkiye Cumhuriyeti’nde “ümmet”ten, “ulus”a geçmenin de itici gücü olmuştur.
Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesi gücünü lâiklikten alır. Anayasa’da laiklik ilkesinin değiştirilemeyeceği öngörülmüştür. Lâiklik, aslında sadece din ve devlet işleri ayrılığı biçiminde daraltılamaz. Aksine Türkiye’nin çağdaşlaşma felsefesine uygun olan laiklik ilkesine göre; sosyal kurum olan din, devlet kuruluşuna ve yönetimine egemen olamaz.
Devlete egemen ve etkin güç, dinsel kurallar değil, tam aksine akıl ve bilimdir. Din, kendi alanında, vicdanlardaki yerinde, Tanrı-insan arasındaki inanç olgusudur. Kişinin iç-inanç dünyasının düzenleyicisi olan dinin, devlet işlerinde yasal düzenlemelerin kaynağı ve dayanağı olması düşünülemez.
Satırbaşlarını vermeye çalıştığım bu gerekçeler Anayasa Mahkemesinin bir çok kararında vardır. Özetle; lâik devlette, kutsal din duyguları politikaya, dünya işlerine, hukuksal düzenlemelere kesinlikle karıştırılmaz. Bu tür düzenlemeler, dinsel gerekler ve düşüncelerle değil, bilimsel verilerden yararlanılarak kişi ve toplum gereksinimlerine göre yapılmalıdır.
Laiklik hukuki bir kavramdır...
Aslında lâiklik dini değil, hukuki bir kavramdır. Hukuki açıdan lâiklik, din işleri ile dünya işlerini birbirinden ayırır. O halde laiklik aslında, sadece devlet içinde din ve dünya işleriyle ilgili otoritelerin birbirinden ayrılması değil; aynı zamanda sosyal hayatın eğitim, aile, ekonomi, hukuk, görgü kuralları, kıyafet gibi yönleri bakımından da din kurallarından ayrılarak, zamana ve yaşamın zorunluluklarına göre belirlenen bir rejimdir.
Aksi düşünüldüğünde, din işleri ile dünya işlerini birleştiren bir rejim anlaşılır (Prof. Dr. Niyazi Berkes, Teokrasi ve lâiklik, s. 25- ). Lâiklik ilkesi ile dinin siyasî ve hukuki bir güç olması engellenir. Anayasa Mahkemesine göre lâik bir devlette hukuk kurallarının kaynağı dinde değil, akıldadır.
Günümüzdeki Anayasa tartışmalarına bakınca, “laiklik” ilkesinin vazgeçilmezliğinin tartışmaya açılmasını “tehlikeli bir eğilim” olarak değerlendiriyorum. Giderek din işleri ile dünya işlerini birleştiren bir rejime fark etmeden alışabileceğimizden korkarım… (Fİ/NZ)