Türkiye son günlerde her zaman hazır tuttuğu ve dolaptan çıkarır çıkarmaz sloganlarla tartışmaya niyetli olduğu laiklik tartışmasını TBMM başkanı İsmail Karaman’ın sözleriyle yeniden gündeme taşıdır. Her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu, Karaman’ın “yeni anayasada laikliğin kendisi ve tanımı olmamalıdır” sözlerine katılmadıklarını açık bir şekilde ifade etseler de, tartışma sürüp gitmeye devam ediyor. Bir taraftan görece niyet beyanında bulunan mevcut iktidar taraftarları, diğer taraftan da “laiklik olmasa hepimiz yanarız, Türkiye laiktir, laik kalacak” şeklinde slogandan da faydalanarak hem muhalefet yaptığını düşünüyor, hem öfkesini kusuyor hem de kendi kitlesini bir noktada konsolide etme yoluna gidiyor. Buna karşın kanımca mesele görece yanlış tartışılıyor ve tarihsel kökleri de olan, kimseyi bir arpa boyu da ilerletmeyecek, San Diego Üniversitesi’nden Ahmet Kuru’nun ifadesiyle dışlayıcı laikler ile Michael Billing’in milliyetçilik için kullandığı kavramsallaştırmanın bir başka versiyonu olabilecek banal İslamcılar arasında dönen anlamsız bir tartışmaya dönüştü.
Bu noktada, Türkiye’de çoğu zaman bilmeden, bilinçsizce birbirinin yerine kullanılan sekülerlik ve laiklik kavramlarının ne demek olduğunu, Türkiye’deki uygulamanın nereden geldiğini ve ne sorunları olduğunu açıklamak gerek. Bunun da ötesinde laik-antilaik tartışmasından bir noktada uzaklaşıp, Türkiye’nin seküler olup olamayacağına bakmak lazım. Ancak giriş niteliği taşıyacak sıkıcı açıklamalardan önce tavrımı belli de etmek isterim. Türkiye’de uygulamada olan, kurucu refleksin bir devamlılık ve sentez olarak kurguladığı laikliğin problemli olduğunu, bunu savunmanın da bilinçsiz olduğunu düşünüyorum. Buna karşın, seküler toplumun varlığında, bütün dinlere ve diğer inançlara hizmet noktasında eşit, tarafsız ve yalın olan bir devlet yapısını savunuyorum. Kısacası benim bu tartışmadaki sloganım; “Türkiye laikliği kötüdür, keşke seküler olsak”.
Sekülerlik nedir?
En temelde sekülerleşme dinin, “diminsi” mekanizmaların ve çeşitli dogmaların toplumların karar verme süreçlerinde etkisinin azalması anlamına gelen toplumsal bir değişim sürecinin terminolojik karşılığıdır. Etimolojik olarak farklı anlamlara gelse de genel olarak Latin kökenli dil kalıplarında, dinin toplumsal alandaki karar verme süreçlerinde temel referans noktası olarak alınmaması anlamına gelir. Sanayi devrimi, kentleşme ve modern piyasa düzenine geçilmesi ile öncelikle batı Avrupa’da yerleşen bu kavram sanılanın aksine dinsizleşme demek değildir. Esasında sekülerleşmenin daha az ya da çok dindar ya da dinsiz olmak ile alakası yoktur. Toplumdaki inançlı insan sayısındaki artış̧ ya da azalış̧ sekülerleşme kavramının içinde olduğu tartışmalarda doğrudan yer almamaktadır. Bir birey oldukça seküler bir hayat yaşarken de -yani günlük yasam pratiklerine din hiç nüfuz etmese bile halen dine ve yaratıcıya inanabilir. Bu konuda yapılacak herhangi bir kısıtlamaya da seküler toplum özgülükler temelinden tepki veren bir yapıdadır. Dahası sekülerleşme doğrudan toplum ile ilgili bir kavramdır. Bu noktada sekülerliğin mottolarından birisi “aidiyet ya da teslimiyet olmadan inanmak”dır. Kısacası bireylerin inançlarına karışmak ya da onları inançlarından dolayı kayırmak, öncelemek, dışlamak ve yok saymak sekülerliğin tam olarak işletildiği toplumlarda görülmez. Bununla beraber bireyler rasyonel karar veren ve dini inançlarını toplumsal karar verme süreçlerinin dışında tutan varlıklardır.
Laiklik nedir?
Din ve devlet işlerini açıklamak ile ilgili bir kavram olan laiklik, siyasi bir kavram ve sistemi anlatmak için kullanılır. En geniş anlamı ile laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, devletin her inanç grubuna aynı uzaklıkta olması, devletin kontrolünde olan eğitim, sağlık, güvenlik, hukuk, ekonomi gibi alanlarda herhangi bir dini grubun söz sahibi olmaması, devletin dış̧ ve iç politika için alınan kararlarda belli bir inanç grubunun çıkarlarını gözetmemesi, hiç kimsenin bağlı olduğu dini inançtan dolayı devlet kadrolarından uzaklaştırılmaması ya da bürokraside yükseltilmemesi, yani kısacası devletin tüm inanç gruplarına eşit mesafede olması demektir. Bu tanım laik devletin dine düşman olduğu, vatandaşlarının ibadet etme hakkını gasp edeceği, vatandaşlarını dinsizleştirmeye çalışacağı ya da dini kendi kontrolü altına alacağı anlamına gelmemektedir. Laiklik, söz konusu devlet isleri olduğunda dinin hiçbir şekilde referans noktası olarak kabul görmemesi anlamı taşımaktadır.
Türkiye’de laiklik nasıl uygulanılıyor?
Peki Türkiye’de yasalarda yeri olan ve uygulamadaki laiklik yukarıda anlatıldığı gibi mi uygulanmakta? Hayır.
Türkiye’de uygulanan laiklik, 1789 sonrasında Fransa’da uygulanan laiklik ile Bizans ve Osmanlı dönemlerinden miras alınan dinin devlet kontrolünde olması pratiklerinin sentezleyen bir yapıdır. Öncelikle devlet kurumları ve yaptırımları ile dini hem kontrol eder, hem yönlendirir hem düzenler. Dahası devlet dini gruplara karşı kör de değildir. Uygulamada Türkiye’de devlet en başından beri hem servis hizmetlerin hem patronaj dağıtımını en yoğun nüfuz olan Sünni İslam dini mensupları adına kullanır. Ancak bu noktada da makbul vatandaş Sünni Müslüman olup bu değerlerini cumhuriyetin modernizim anlayışı doğrultusunda kendi iç dünyasında ve “aşırıya” kaçmadan yaşayandır. Kısacası, resmi olarak Sünni İslamı destekleyen bir devlet yapılanması içerisinde Türkiye laikliği ile dini kamusal alandan çıkartıp eve hapsetmeye ve onu devamlı kontrol edebilecekleri bir konuma indirgemeye çalışır.
Başarılı olmuş mudur? Hiç zannetmiyorum. Tam tersine vatandaşların inançlarına eşit mesafede durmayan bir devlet yapılanması hem bir yönü ile aşırılıkları hem diğer taraftan korkuları besleyerek problemli bir toplum yapısının oluşmasına neden oldu.
Toplum seküler olsa?
Bütün bunların ışığında, bendeniz mevcut laiklik sisteminin bu şekli ile devam etmesini tasvip etmiyorum. Diyanet’in kaldırılmasını da sorunlu bulmak ile beraber mevcut tek taraflı siyasal araç halini problemli buluyorsam da, Alevilerin onları dışlayan laikliğe bu denli sarılmalarını da hatalı görüyorum. Devlet kural koyucu ve onu uygulayıcı bir araçtır ve toplumsuz devlet olmaz ve bununla beraber toplum var edendir. Toplumun seküler olması ise bir anlamda bir arada yaşamayı beraberinde getirecektir ve devleti de dönüştürebilir. Peki mümkün mü? Bu toplumda maalesef imkansız. (AEÖ/HK)