Bir teyzem var, vardı. Çocukken geçirdiği (doktora bile götürülmediği için ne olduğu bilinmeyen) bir hastalık yüzünden zihni gelişimi yavaş olmuş, tıbben ne denir bilmiyorum ama bizimkilerin deyimiyle biraz “saf”mış.
Kendisi gibi yine sebebi bilinmeyen bir hastalık ya da yetersiz beslenme yüzünden “saf” diye addedilen biriyle evlendirilmiş.
Ben çocukken onları farklı bulmazdım ama herkesin onlara farklı davrandığını da algılardım. Hor davranırlardı onlara, sözlerine, varlıklarına kıymet verilmezdi. İki erkek çocukları oldu.
Sağlıklı doğdular ama iyi bakılmadılar muhtemelen, iyi beslenmediler, iyi yetiştirilemediler. Dersleri hep zayıf oldu, zaten liseye kadar da varamadı eğitimleri, okullardan atıldılar.
Teyzemin çocuklarına da hor davranıldığını hatırlıyorum. Bizim gibi sevilmez, ilgi görmezlerdi. Ben ve kardeşlerimi omuzlarında gezdiren dayıoğulları onları her yaramazlıklarında döverlerdi.
Çocukken bile fark ettiğimiz bu hor davranmaya karşı hep onları korumaya çalışır, koruyamasak da teselli eder, yanlarında olurduk.
İyi çocuklardı çünkü. Onlarla oynadığımız oyunlarda her oyunda baskın davranan diğer erkek kuzenlerimizden daha çok rahat eder, birbirimizi severdik. Küçük yaşta yetim ve öksüz kaldılar. Ailelerinden kalan mirasın hak ettikleri kısmı da onlara verilmedi. Kimsesiz kaldılar.
Çocuk yaşta en ağır işlerde çalışmaya başladılar. Bizimle ilişkilerinin desteğiyle kötü alışkanlıklar edinmenin kıyısından döndükleri de oldu. Sanırım onları hor görmeyen nadir insanlar olduğumuz için bize danıştılar, önerilerimize kıymet verdiler.
Tüm akrabaları, tanıdıkları tarafından aşağılandıkları koşullarda kendi kendilerine hayatta kalmaya çalıştılar. Özellikle büyük kuzenim hep çok çalıştı. Bir yandan kardeşine baktı, diğer yandan para biriktirdi. Hep çok parası olmasını hayal ederdi. Ama ben bilirdim sadece biraz saygı görebilmekti tüm hayali.
Bunun da bir tek parası olunca olacağına inanırdı. Öğretmen bir baba ve evde dikiş diken bir annenin kızı olan ben ise bu koşullarda olabildiği kadar olanakla okur, tüm okulları birincilikle bitirirken beni hiç kıskanmadı. İmrendi sadece. Çocuklarının bana benzemesini dilerdi en çok.
Yıllar geçti. Ben 16 yaşından itibaren önce üniversite okumak, sonra yaşamak üzere İstanbul’da oldum. Nadiren görüştük. Evlendi, iki kızı oldu.
Evlenmeden önce bir ev sahibi olmayı başaracak kadar çok çalıştı. Bu yaz ilke kez onu ziyarete gitmedim. Tam da Gezi’nin en kızgın günlerinde facebooktaki AKP methiyesi dolu paylaşımlarına tahammül edememiş, ona da haber verip arkadaşlarım arasından çıkarmıştım.
Kuzenim herkese üzüntüsünü ve benimle görüşmek istediğini anlatıp durmuştu. Bir vesile yaratıp benimle görüştü, evine davet etti. Daha çok yeğenlerimi özlediğim için henüz iki katını yaptırdığı ama seneye üste bir kat daha çıkacağı apartmanına gittim. Evinin duvarlarını kızlarının karneleri, yaptıkları resimler, başarı belgeleri ile kaplamıştı.
Kızının sınıf birincisi olduğunu anlatırken gözlerinin içinin ilk kez böyle güldüğünü gördüm. Dualarının kabul olup kızlarının bana benzediği için ne kadar mutlu olduğunu anlattı. Ya büyüdüklerinde de bana benzerlerse diye takıldım. Keşke dedi yine.
“E o zaman nedir bu AKP methiyeleri” diye sordum. Kendisinin AKP delegesi, karısının AKP kadın kollarında yönetici olduğunu, bu sayede ikisinin de iş bulduğunu, çocuklarının geleceğini garanti altına almaktan başka gayeleri olmadığını, o paylaşımları AKP içinde göze batmamak için yapmak zorunda olduğunu anlattı.
Dozer operatörlüğü, kamu kurumlarında temizlikçilik gibi işler yapıyorlardı ama iktidar partisinin o ilçede söz sahibi, değer verilen mensupları olmuşlardı.
Artık herkesin onlara nasıl saygı duyduğunu ima ettiler çeşitli örneklerle. AKP’nin her şeyine katılmadığını ama içinde olabileceği (aslında ona kucak açacak) başka bir parti olmadığını, AKP içinde gördüğü değeri, aldığı desteği, bu destekten sonra başka partiye oy vermesinin vicdanen mümkün olmadığını ve daha birçok şeyi özür diler gibi saatlerce anlattı.
Yenilediği arabasını gösterdi, hiç arabadan anlamadığım halde özelliklerini bile dinledim. Ona yanlış yaptığını ve kendi hakikatlerimi anlatmayı düşündüğüm o gece sadece onu dinledim.
Kuzenimi ilk kez bu kadar komplekssiz, aşağılandığı yılların yaralarını sarmış, geleceğe güvenli, gözleri umut dolu gördüm. Bütün hakikatlerim içimde düğümlendi, sadece bu kadar başarılılarken kızlarına imam hatip okutmasının yazık olacağını söyledim.
Söz dedi, onları en iyi liselerde okutacağım, en iyi üniversitelere yollayacağım. Kalkarken taksi çağırmama izin vermeyince hemen kabul ettim. İyi haydi, benim bir dikili ağacım bile yokken sen bu kadar zengin oldun madem sen bırak beni dedim.
Yol boyunca Gezi’de bize yapılanları tabi ki onaylamadığını ama artık baba olduğunu, iyi bir baba olmak için gayretini, feminist kuzeninin gönlünü alacak “kızlarına bir kez bile vurmadığını, evde asla bağırmadığı” gibi detaylarla anlattı.
İlk kez bu kadar suskun kalmama şaşkınlığıyla Gezi’yi, AKP’ye eleştirilerimi sorup durdu. Söyleyebileceğim –politik- her şeyin anlamsız kaldığı bu koşullarda bir şeyler geveledim ya söyleyecek çok fazla şey bulamadım. Siz olsanız ne derdiniz? (MÖ/HK)