16 Eylül 2011'de Van'dan İstanbul'a mahpusları sevk etmek için kullanılan ring aracı yanmış ve beş mahpus yaşamını yitirmişti. "Güvenlikleri devletin sorumluluğunda olan" tutuklu ve hükümlüler, ödenek olmadığı gerekçesiyle Van'dan İstanbul'a uçak yerine uzun yol için uygun olmadığı kabul edilen ringlerle sevk edilmiş ve araçta yangın çıkması üzerine şoför ve askerler kaçıp kendisini kurtarırken mahpuslar diri diri yanarak ölmüştü. "Ana akım" olarak adlandırılan medya dahi bu olayı görmezden gelememiş ve isyan etmişti. (1)
Bu olaydan yaklaşık bir sene sonra 16 Haziran 2012 tarihinde Urfa Hapishanesi'nde bir yangın çıktı ve 13 mahpus yaşamını yitirdi. "Ana akım" medya yine feveran etti. (2)
Bu iki olay elbette Türkiye'de mahpusların yaşamlarını yitirdiği ilk olaylar değildi. Ancak ilgilenen herkese Türkiye'de mahpusların ne kadar kolay "öldürülebilir" olduğunu bir kez daha gösterdi. Ben de Agamben'in "kutsal insan" kavramı ışığında mahpusların "öldürülebilir olmasını" irdelemeye çalıştım.
Giorgio Agamben, Kutsal İnsan adlı kitabında, "öldürülen ancak kurban edilemeyen", dolayısıyla "öldürülmesi ceza gerektirmeyen" insanlar için eski Yunan'da kullanılan "homo sacer" (Kutsal İnsan) kavramını, Michael Foucault'un "biyosiyaset" kavramı ile Hannah Arendt'in "kamp" üzerine çalışmalarını birleştirmek için kullanıyor.
Foucault, modern siyasetin ayırt edici özelliğinin, bedenin devlet iktidarının nesnesi haline gelmesi (biyosiyaset) olduğunu söylerken Agamben, Foucault'un bu görüşünün "düzeltilmesi ya da en azından tamamlanması" gerektiğini ve modern siyaseti tanımlayan şeyin biyosiyaset olmadığını, "bütün istisnaların kural olması sonucunu veren süreçle birlikte çıplak hayat alanı"nın "gün geçtikçe siyasal alanla örtüşmeye" başlaması olduğunu belirtir. (3)
İstisnaların kural haline gelişinin en açık görülebildiği mekanlar ise kamplardır Agamben'e göre.
"İstisna" ve "egemen" kavramlarını ise Carl Schmitt'e dayandırır Agamben. Schmitt, Siyasi İlahiyat adlı kitabının "Egemenliğin Tanımı" başlıklı ilk metninde, "egemen"i, "olağanüstü hale karar veren" olarak tanımlar. (4)
Agamben ise 1. Dünya Savaşı'yla beraber istisnaların kural olmaya başladığı bir sürece girdiğimizi söyler. Bu yeni sürecin iki kutbu vardır Agamben'e göre; bir yanda istisnaları belirleyen "egemen", diğer yanda ise karşısında herkesin egemen olma potansiyeli taşıdığı "kutsal insan." Ancak Agamben'in önemli bir vurgusu daha vardır. Gelinen süreçte hepimizin "kutsal insan" olma durumunda olduğumuzu söyler Agamben: "Eğer bugün artık belirgin bir kutsal insan tipi yoksa bunun nedeni herhalde şudur: Bugün hepimiz homines sacri'yiz" (5)
Egemen ve Kutsal İnsan
Egemen, "olağanüstü hal"e yani "istisna"ya karar verendir. "Olağanüstü hal", kendisini yasaların askıya alınması olarak gösterir. Bu durum, egemeni, yasaların dışına ve üstüne taşır. Çünkü o yasaları askıya alabilir. Ancak burada bir de paradoks var:
Egemen, yasalar tarafından belirlenir. Yasalar tarafından belirlenen egemen, yasaları askıya alabilme kudretine de sahip! Zaten bu kudrettir "egemen"i egemen yapan. Egemen istediğinde darbe yapıp yasaları askıya alabilir ve kendisi yeni anayasa oluşturabilir; egemen istediğinde yüz binlerce insanı toplama kamplarına doldurup onları ölüme gönderebilir. Yasalar egemen için bir engel teşkil etmez, zira egemen yasaları askıya alabilir, istediği şekilde yeniden uyarlayabilir hatta kendisinin bu icraatlarından dolayı yargılanmaması talebini bir anayasa maddesi haline getirebilir.
"Egemen"in bir başka özelliği ise "karşısında bütün insanların potansiyel homines sacri" yani "kutsal insan" olmasıdır. "Kutsal insan" ise en öz ifadesiyle "karşısında bütün insanların egemen kesildiği kişidir." (6)
Kutsal insan öldürülebilir ancak kurban edilemez. Onun öldürülmesi ne bir cinayettir ne de bir kurban edilme. Dolayısıyla o hem beşeri hukukun hem de ilahi hukukun dışında bırakılır. Kutsal insan, "egemen iktidar" tarafından üretilir ve onun "egemenlik alanı"nda zaptedilir. "Egemen iktidarın temel etkinliği (...) çıplak hayat üretmektir" (7) ve "Egemenlik alanı, cinayet işlemeksizin ve kurban etmeksizin adam öldürmenin meşru olduğu alandır ve kutsal hayat - yani öldürülebilen; ama kurban edilemeyen hayat - da bu alanda zaptedilen hayattır." (8)
Agamben, gelinen süreçte hepimizin kutsal insan olduğunu, yani egemen iktidar tarafından cinayet sayılmaksızın öldürülebileceğimizi ve bunun en açık görülebileceği mekanın kamp olduğunu belirtiyor ve ekliyordu: "Bugün, Batı'nın temel biyosiyasal paradigması şehir değil; kamptır." (10)
Agamben, Arendt'in çalışmalarından da yola çıkarak "kamp"ı, "istisnai durumun - ki egemen iktidarın temeli bu durumun belirlenmesidir - kural olarak gerçekleştirildiği/yürütüldüğü yer" olarak açıklıyor ve Arendt'ten alıntı yaparak kamplarda "her şey mümkün" ilkesinin ortaya çıktığını, olup bitenlerin yasal olup olmadığının sorulmasının anlamsız olduğunu belirtiyor. (11)
Dolayısıyla Arendt ve Agamben kamp dediklerinde anlaşılması gereken sadece örnekleri en bariz biçimde 2. Dünya Savaşı sırasında görülen Nazilerin toplama kampları değildir: "Eğer kampın özü istisna durumunun somutlaştırılmasına ve ardından da, çıplak hayat ile hukuk kuralının bir belirsizlik eşiğine girdiği bir mekanın yaratılmasına dayanıyorsa, o zaman şunu kabul etmek zorundayız:
İçinde işlenen suçlar ne kadar farklı olursa olsun, adı ne olursa olsun ve nerede olursa olsun böyle bir yapının inşa edildiği her yerde bir kampla karşı karşıyayız demektir." (12)
Arendt ve Agamben'in bu yaklaşımından yola çıkarsak, ülkemiz hapishanelerini de birer "kamp" olarak görmek mümkün mü? Buralar istisnaların kural haline geldiği mekanlar mı? Buralarda tutulan mahpuslar, sadece birer "çıplak hayat"a indirgenmek isteyen "kutsal insanlar" mı?
19 Aralık 2000 "Hayata Dönüş Operasyonu"
19 Aralık 2000'de 20 hapishaneye birden organize olarak, aynı anda operasyon düzenlenir. Bu operasyonda, 8 jandarma komando taburu, 37 bölük olmak üzere 8 bin 335 askeri personel, binlerce gardiyan ve ek olarak Çevik Kuvvet ekipleri görevlendirilir. Operasyon sırasında 20 bini aşkın gaz bombası ve onbinlerce mermi kullanılır. Sonuçta 28 mahpus yaşamını yitirir. Yaşamını yitiren mahpusların bazılarının vücutları tanınmayacak derecede kömürleşmişti. (13)
26 Eylül 1999 Ulucanlar Hapishanesi'ne operasyon
26 Eylül 1999'da Ankara Ulucanlar Hapishanesi'ne düzenlenen operasyonda 10 mahpus vücutları kalaslar ve demir çubuklarla parçalanarak katledilir. (14)
24 Eylül 1996 Diyarbakır Hapishanesi'ne operasyon
Diyarbakır Hapishanesi'ne düzenlenen operasyonda 10 mahpus vücutlarına aldığı darbeler sonucu yaşamını yitirir.
4 Ocak 1996 Ümraniye Hapishanesi'ne operasyon
Ümraniye Hapishanesi'ne düzenlenen operasyonda onlarca mahpus vücutlarının çeşitli yerlerinden yaralanırken dört mahpus yaşamını yitirir. (15)
21 Eylül 1995 Buca Hapishanesi'ne operasyon
Düzenlenen operasyon sonucunda onlarca mahpus yaralanırken üç mahpus yaşamını yitirdi. (16)
Diyarbakır 5 Nolu
Diyarbakır Hapishanesi de, ülkemizin hapishaneler tarihinde kendisine özel bir yer edinmiştir. Burada yaşananlar, mahpusluk ve kutsal insan tartışması açısından önemli. Bu hapishanede tutulmuş olan bir mahpus, 12 Eylül darbesinin ardından gerçekleştirilen uygulamaları şöyle sıralıyor:
"Falaka: En yaygın ve devamlı uygulanan bir işkence yöntemi. Ayak tabanı, ellerin içi gibi vücudun kaslı bölümlerine kalas, cop, zincir, saz sapı, pik demir çubuk vb. vurularak yapılır. Bu yöntem, ayak tabanlarını, el ayalarını patlatır, kaba yerleri ezer, morartır, tırnakları söker. El-ayak gibi herhangi bir yeri kırar, sakat eder.
Köpek saldırtma: Tutuklu çırılçıplak soyulur, kurt köpeği üzerine saldırtılır. Köpeğin ilk kaptığı yer bacak arasıdır.
Zincir: 20-25 metre uzunluğundaki zincirin uçları iki tutuklunun boynuna bağlanır. Tutuklular sırt sırta verdirilerek ters yönde hızla koşuşturulur. Zincir tam gerilince, her iki tutuklu da sırtüstü yere düşer.
Ayaktan asma: Tutuklunun tek ayağına zincir bağlanır. Bu zincir yüksek bir yere asılır. Tutuklu bayılıncaya kadar askıda kalır.
Germe: Tutuklunun bir bacağı merdiven tırabzanına bağlanır, diğer bacağı da açık bırakılan koğuşun gözetleme deliğine bağlanır. Kapı kapatılır. Tutuklunun bacakları koğuş kapısının eni kadar gerilir ve öylece kalır.
Tepe: 50-60 kişi havalandırmaya alınır. Gardiyan 'tepe ol' komutu verir, tüm tutuklular üst üste binerler. Bir tutuklu da üst üste yatan tutukluların üstüne çıkar, İstiklal Marşı'nın 10 kıtası okutulur.
Kule: Havalandırmaya çıkan tutuklular altı kişilik daire oluştururlar. Bunların üzerine 3-4 kat olacak biçiminde tutuklular çıkarılır. Gardiyanın 'yıkıl' komutuyla kule oluşturan tutuklular kendini yere bırakır. Tutukluların değişik yerlerinde kırılma, incinme, çıkık olur.
Kantar: Tutuklular havalandırmada çırılçıplak soyundurulup tek sıra halinde dizilirler, sıranın ön tarafında duran tutuklu sırt üstü yatırılır. İkinci tutuklu, yatan tutuklunun testis ve erkeklik organlarından tutarak yukarı kaldırır. Tutuklunun kaç kilo geldiğini söylemesi istenir. Tüm tutuklular birbirini tartana kadar bu işlem devam eder.
Kervan: Havalandırmada, tutuklular tek sıra dizilir. Her tutuklu önündeki tutuklunun sırtına bindirilir; bacakları, altındaki tutuklunun boynundan aşağıya sarkıtılır ve kulaklarından tutması istenir. Gardiyanın komutuyla tutuklular yürümeye başlarlar. Bu işleme tutuklular ayakta duramayacak duruma geldiğinde son verilir.
Cop sokma: Gardiyanlar copu zeytinyağına batırır ve yağlı copu tutuklunun makatına zorla sokar.
Çek-çek: Tutuklu çırılçıplak soyundurulur ve erkeklik organına bir ip takılır. Gardiyan ipin açıkta kalan ucunu alıp hızla koşar. Tutuklu da zorunlu olarak gardiyanın peşinden koşar.
Lağım suyuna sokma: Tecrit bölümünün alt katındaki bazı tuvaletlerin delikleri tıkanır. Hücrelerin pisliği ve lağım suları burada biriktirilir, diz boyu kadar oluşturulan pisliğin içine tutuklu atılır ve pislik yedirilir.
Öl dediğimde: Tutuklu havalandırmanın orta yerine çıkarılır, hazır ol durumuna geçirilir. Gardiyanın 'öl' komutuyla tutuklu kaskatı, eklemlerini kırmadan yere düşürülür. Bu işlem gardiyanın keyfine göre tekrarlanır.
Lokomotif: Tutuklular havalandırmaya çıkarılır. İki kişi çırılçıplak soyundurulur. Bunlardan birisi domalıp iki eliyle diz kapaklarını tutar, diğeri de arkadan bunu kucaklar. Gardiyanın 'uygun adım marş' demesiyle her iki tutuklu havalandırmada dolaşırlar. Diğer tutuklular da bunları izlemek zorundadırlar.
Pislik yedirme: Her havalandırmanın ortasında bir lağım çukuru vardır. Lağım suları ve insan pislikleri burada toplanır. Bu çukurdan avuç avuç pislik alıp yemeleri istenir.
İşeme: Havalandırmada bir tutuklunun yere yatması istenir. Diğer tutuklular da, yerde yatan tutuklunun yüzüne işetilir.
Tecavüz: Cezaevinde görev yapan gardiyanlar, genç tutuklulara merdiven altlarında tecavüz ederler. Ayrıca iki tutuklu çırılçıplak soyundurularak birbirlerine tecavüz etmeleri için zorlanırlar." (17)
Eğer hepimiz kutsal insansak...
Örnekler ve anlatımlar, mahpusların her türlü haklarından soyutlanarak her türlü uygulamaya ve şiddete maruz bırakılabiliyor oluşları ve öldürülebilmeleri, onların birer "kutsal insan" sayılabileceğini gösteriyor. Bu tespitin ardından ne yapılabilir?
Agamben, kamplarda işlenen vahşetle ilgili olarak, "insanlara böyle bir vahşetin nasıl yapılabildiği" şeklindeki soruyu "ikiyüzlü" olarak buluyor. Bu yaklaşım yerine yapılması gerekenin "kampı doğuran hukuksal prosedürlerin ve iktidar dağıtımının sonuna dek sorgulanması" olduğunu söylüyor ve ekliyor:
"Yani, bu nasıl bir hukuksal düzen ve nasıl bir iktidar dağılımıdır ki, insanların her türlü hak ve ayrıcalıkları tamamen ellerinden alınıyor ve bu insanlara yapılan hiçbir hakaret suç sayılmıyor." (18)
Agamben, hukuksal düzeni ve iktidar dağılımını sorgularken, bir başka düşünür, Rene Girard ise kullandığı "günah keçisi" kavramıyla, bu tür olaylarda bir bütün olarak toplulukların rolüne dikkat çeker. (19)
Girard, şiddetle karşı karşıya bulunan, çözümünü bulamadığı bir takım felaketlerden bunalan, bunalımdaki topluluklar "günah keçisi" avına çıkar, bu kurban her türlü "kötücül şiddeti" üzerine çeker ve bu durum linç, pogrom gibi "kolektif şiddet" biçimlerine de yol açabilir, diyor. Eğer "kamp"larda tutulan insanların her tür şiddete maruz kalmaları, onların kimliklerinden dolayı veya onlara atfedilen "suçlu", "terörist", "cani" vb. yaftalarla mazur gösterilmek isteniyor ve bu "söylem" (Foucault'un kullandığı anlamda) her gün yeniden üretiliyorsa, bu vahşette toplulukların, toplumun sorumluluğu da irdelenebilmeli elbette.
Sonuç olarak, Agamben'in "bugün hepimiz kutsal insanız" sözü, konuyla bağlantılı olarak, "hiç kimsenin bir gün hapishaneye düşmeyeceğinin garantisi yoktur" veya -kampların sadece dört duvarla sınırlı olmadığı dikkate alınırsa- "bugün hepimiz tutsağız" şeklinde okunmalı ve karşı çıkışlar bu aciliyet ve yakıcılık zemininde düşünülmeli... (ME/AS)
Kaynaklar:
(1) 17 Eylül 2011 tarihinde baş sayfadan olayı gündeme taşıyan bazı gazetelerin bu konuyla ilgili başlıkları şunlardır: Radikal: Ölüme Nakil, Milliyet: Diri Diri Yandılar, Hürriyet: Ölüm Mahkumları, Sabah: Kilitli Facia, Vatan: Yanarak Ölmeye Mahkum Oldular, Akşam: Adalet Kül Oldu, Yeni Şafak: Baş Şüpheli Yakıt
(2) Bu konuyla ilgili 18 Haziran 2012 tarihindeki başlıklar şöyledir: Milliyet: Ölüm Tipi Cezaevi, Hürriyet: 13 Ölümün Nedeni Vantilatör Kavgası, Radikal: Carandiru İsyanı, Sabah: C Koğuşunda Ölüm Kapanı, Akşam: 13 Ölümün Nedeni Vantilatörmüş, Yeni Şafak: Koğuşu Yakan Yer Kavgası
(3) Giorgio Agamben, Kutsal İnsan, İstanbul 2001, Ayrıntı, sayfa 18
(4) Carl Schmitt, Siyasi İlahiyat, Ankara 2005, Dost
(5) Age, syf 153
(6) Age, syf 114
(7) Age, syf 235
(8) Age, syf 113
(9) Age, syf 235
(10) Age, syf 235
(11) Age, syf 221
(12) Age, syf 226
(13) Bu katliamla ilgili olarak, Radikal gazetesinin 7 Temmuz 2001tarihli ve "Gerçeğe Dönüş" başlıklı haberiyle, 27 Ağustos 2001 tarihli "Otopsideki Gerçek" başlıklı haberlerine bakılabilir.
(14) Ulucanlar katliamına dair anlatımlar için, "Yalanları Parçalayan Ulucanlar Katliamı" adlı kitaba bakılabilir.
(15) Bu katliama dair mahpusların kendi anlatımları için Haziran Yayıncılık'tan çıkan "Cezaevi Direnişleri 2 Ümraniye" adlı kitaba bakılabilir:
(16) Bu katliama dair mahpusların kendi anlatımları için Haziran Yayıncılık'tan çıkan "Cezaevi Direnişleri 1 Buca" adlı kitaba bakılabilir:
(17) Diyarbakır Hapishanesi'nde mahpus olarak bulunmuş olan İsa Tekin'in anlatımından.
(18) Age, syf 222
(19) Rene Girard, Günah Keçisi, İstanbul Haziran 2005, Kanat Kitap. Rene Girard, Şiddet ve Kutsal, İstanbul Kasım 2003, Kanat Kitap.