Aile, bireyin kişisel hak ve özgürlüklerinin önündeki en büyük engellerden biri. Kişi kendini var etme, gerçekleme araç ve kanallarını yaşamında somutlaştırırken mensubu olduğu ailenin sınırlarını, ölçülerini düşünerek hareket eder, etmek zorunda bırakılır.
Eylemlik ve eylemsizlik, davranış biçimleri ve kabul görme beklentisi, kişinin "aile" ortamını tartarak karar verdiği bir yaşam şeklidir. Gün geçtikçe yalnızlaştırılan ve bir başına bırakılan insanın, hakim ideoloji, siyasi güç ve ekonomi karşısında sığındığı kabuk son kertede ailenin kendisidir. Aile, cinsiyet, annelik, kadınlık, çocukluk, reislik gibi sistemin dayattığı ve sistemin devamlılığını sağlayan tutkala olan ihtiyacı sürekli besler ve sisteme olan bağımlılığı ve onun çıkmazlarını yeniden yeniden üretir. Kan ile gelen ve reddi mümkün olmayan bir bağ olmakla aslında aile bir bağlılığın ve bağımlılığın yolunu açar.
Bu çıkmazlar; kişinin yaşamında seçeceği her türlü şeyi biçimlendirir. Sosyal çevre, meslek, kendini ifade etme biçimleri, ilişkiler, kişinin kendi çocuğunu yetiştirme şekli bile bu sıkışmışlıktan etkilenmektedir. Aile, cinsel yönelimleri çoğu kez tehdit altına alıp, kişinin bedensel ve cinsel ifade özgürlüğünü bertaraf eder. Kişinin var oluşunu "kendisi olma" durumu dışına taşıyarak "olması gereken" halini almasını gizlice dayatır. Bu tehdit aslında artçı bir uyarıdır. Lakin kişi için ailenin yapısal beklentisi, talepleri, görünmeyen büyük baskısı karşısında direnç göstermesi az buz bir iş değildir.
"Aile" kişilerden, ailenin ve sistemin devamlılığını sadık ve itaatkâr bir şekilde sürdürecek "kişilikte" olmalarını bekler. Aile en yargılayan, en kabullenen, en acı çektiren, en onaran, en dışlayan, en seven, en reddeden olma gücünü ve hakkını doğası gereği bünyesinde saklı tutar. Kişi, hareket alanında geriye dönebilme, telafi edebilme/edilebilme ve tolere edilebilme koşulları çerçevesinde "makul" araç, kişi ve süreçlerle/süreçlerde yaşayabilir.
Kişi var olduğu yaşam içinde reddettiği, dışında kalmayı tercih ettiği ve yön verdiğini sandığı her şeyi; otorite, emek, sermaye, cinsiyet, statüye bağlı ilişkiler, doğuştan kazanılmış hiyerarşik haklar bütününün bir küçük ama bir o kadar katı ve değişmez modelini "aile" yapısı içinde birebir görür ve reddedemez. Reddettiğinde başına gelenler, başlıca bir yazı konusudur.
Reddi mümkün kişi ve durumlar için; bir adım sonrasında göze alınan gerginlik, kavga, psikolojik savaş, ailenin türlü nimetlerinden mahrum bırakılmaya dönüşecektir. Kişi reddettiği "aile" olma ve gerekliliklerini içinde aynı zamanda o ailenin bir parçası olabilmeye devam edebilme gayreti ile sıkıştırılmış ve müdahale edilmiş bir alan içinde özgürlüğünü ilan etme gayretini gösterir.
Müdahale gören yaşam, kişilik bir evrimle, dönüşüm, değişim, kabına uymama ve bunları tümden analiz ederek kişisel hak ve özgürlükleriyle yoğrulmuş kişiliğini, tercihlerini, eğilim ve yönelimlerini kendince, kendiliğinden ve özgürce oluşturma hakkına sahip olduğunu fark ettiğinde, "aile yapısı içinde fecaat bir sonun başlangıcı gelmiş demektir. Çünkü kişi "özgürlük" için karşı koyulmaz bir virüsün aklına karışmasına engel olamamıştır.
Bu, yaşam boyunca insanın başına gelebilecek en kıymetli "ceza", en büyük ödül demektir. Özgürlük; uğrunda bir bedel ödemeyi gerektirmeyecek kadar doğal, kendiliğinden ve aileden önce gelendir. "Ret" kişinin "hakkı" iken birden "cezası" olmaya dönüşebilir, dönüşür!
Kimi, kişiler "cezanın" ağırlığı ve yaptırımına direnç gösterebilecek inanç ve inada doğuştan sahipken, kimi nadir aileler, çocuklarının/bireyin kişisel hak ve özgürlüklerine alan tanıyarak (kendi otoriteleri ve tolerans sınırları içinde) kendi canavarlarını/retçilerini kendileri yaratırlar: Bu yaratma süreci taraflar için kimi zaman övgü, kimi zaman pişmanlıkla geçse de, bazen kabullenme, bazen bitmeyen bir mücadele ile devam eder.
Bu süreç içerisinde, sorgulama, isyan, başkaldırı, "olduğu gibi kabullenilme" istediği hem bir karşı duruş gücü verip güçlenmeyi sağlarken hem de ailenin doğasından getirdiği sistemin karşısında "anti" olma ruhunu gittikçe daha fazla büyütürken, yine reddettiği aile yapısı içinde "olduğu gibi" kabul görme, anlaşılma, saygı duyulma hayali ve ihtiyacı ile büyük bir ıstıraba, ikileme ve içsel bir çelişkiye dönüşebilir.
Ailenin bu kutsal yapısı (!) kimilerimizce asıl kutsal, saygı değer ve yüce görülen, kişisel hak ve özgürlüklerini sahiplenen, bağımsız ve itaati reddeden insanların varlığının çoğalması, güçlenmesi; aileye, topluma, ilişkilere sızması ile değişim gösterebilecektir.
Değişimi temel alan devrim kişinin kendinden başlayan "özgürlük" algısını gerçeklemesi ile olacaktır. (DK/AS)
* Bu yazı karga mecmua'nın Mayıs 2012 sayısından alınmıştır.