Çocuktum ve hayat bu kadar betonlaşmamıştı. O yüzden sabahları ayrı bir severdim. Çünkü sabahlar da sabahtı. Uyanır uyanmaz doğan günden kurtulacağımız saatin hayalini kurmuyorduk ve doğa yaşamın güzelliklerini yüzümüze serpiyordu. Güneşin o sıcacık kucaklayıcılığı, sabah esintisiyle birlikte bizi karşılardı. Bu karşılamaya davet dünyanın en güzel senfonisiyle gerçekleşirdi. Bugün hâlâ çok ötelerden kulağıma çalınan sesini duymak için heyecanla kulaklarımı diktiğim kumru sesi ve ona eşlik eden kuşlar korosu. Tabii bir de annemin beni uyandıran sesi. Okula gitmek için bile olsa güzel başlardı gün. Geçmişe olan özlem değil. Gerçekten çok severdim. Sistemin yarattığı yoksunluk ve yoksulluklar olmasa, her şeyin herkese yeteceğini anlatırcasına başlardı gün.
Sonra gökyüzünü kuşlara dar ettiler. Göç yolları havaalanlarının işgaline uğradı. Havai fişek barbarlığı her salvoda binlerce kuşun kalbini durdurdu. Kapitalizmin yeri göğü yağmalama pratiği gökteki kuşun, yerdeki karıncanın eceli oldu. Bugün ormanlar, su havzaları hızla yağmalanıp maden şirketlerinin doymak bilmeyen iştahına sunulurken sadece ciğerlerimiz yok edilmiyor. Tonlarca canlının evi ve hayatı da yok ediliyor. Yani olay üç-beş ağaç meselesi değil. Bir ekosistem bütünüyle yok oluyor. Yaşam alanını kaybeden hayvanlar kent merkezlerinde görüldüğünde, sanki onun yaşam alanı gasp edilmemiş gibi haberler yapılıyor. Zaten o hayvanların da ömrü uzun sürmüyor.
Hisseden canlılar
Kuşum için bir veteriner arkadaş ile konuşurken, tüy dökme olayının doğadaki kuşlarda nasıl olduğunu sordum. Çünkü tüy dökme süreci çok ağır geçer ve kuşun hayatını kaybetmesine neden olabilir. Birçok kuş türünün kentleşmeye dayanamayıp yok olduğunu söyledi. Tabii bu günümüz dünyasında bir anlam taşımıyor. Çünkü hayvanlar hissedebilen, acı çekebilen canlılar olarak değerlendirilmiyor. Bu bakış açısı özellikle hayvanları metalaştırmak amacıyla derinleştiriliyor. Tom Regan “Kafesler Boşalsın” kitabında kürk satıcılarının, deney merkezlerinin ve hayvan bedenini sömüren tekellerin nasıl manipülasyonlar organize ettiğini gözler önüne seriyor. Regan, bu tekellerin hayvan hakları savunucularına karşı adeta savaştıklarını tek tek belgelemiş. Oysa hayvanların hisseden, acı çeken canlılar olduğunu fark etmemek en iyi niyetli tabirle duyarsızlık.
Pether Singer’in “Hayvan özgürleşmesi” kitabının hayvanların acı çektiğini belirten türcülüğe karşı mücadelede bir dönüm noktası olduğunu belirtirler; ama hayvanların hisseden, acı çeken canlılar olduğu birçok metinde yer alıyor. Darwin şöyle der mesela: “İnsanın ve yukarı hayvanların zihinleri arasındaki fark nitel değil, kesinlikle nicel bir farktır. İnsanın övündüğü çeşitli yetilerin, duygu ve sezgilerin, daha aşağı hayvanlarda, başlangıç halinde ve bazen iyi gelişmiş olarak bile bulunabildiğini gördük.” Zaten bunun için yazılı kanıt sunmaya gerek yok. Kanıt hayatın içerisinde, anlamak isteyene. Hayatımı çocukluğumdan beri farklı türden hayvanlarla paylaştım. Hepsinin silinmez izleri oldu. Kendisi ile ilgilenilmediğinde küsen bir canlı nasıl hissiz olabilir ki? Daha doğrusu, bir canlı nasıl hissiz olabilir?
Şapşik
Mahallemizin Hempil diye bir köpeği vardı. Mahalle ile otobüs durağı arası bir kilometre ya da daha fazla bir uzaklıktaydı. Herkese durağa kadar eşlik ederdi. Bir defa uzak bir semte giden komşularımızın ardından gitti ve kayboldu. Muhtemelen bağlamış birileri. Altı ay sonra geri geldi. Semtler arası gezindi. Ölmedi, ama belediyenin kanlı ellerinden kurtulamadı. Çok üzüldük. Çok hissiz kişiler dışında herkes bir bağ kurmuştu Hempil’le. Bugün bir muhabbet kuşum var. Kendisiyle ilgilenilmediğinde tepki gösteriyor. Nasıl hissiz diyebiliriz bay Şapşik’e?
“Kafesler boşalsın derken” kafes hayvanı beslemek de bir çelişki. Bazı alışkanlıklarımızı zamanla yeniyor, bilinçleniyoruz. Mesela Türkiye’de rehber köpek yaygınlaşsa tercih ederim diye düşünüyordum. Artık öyle düşünmüyorum. O benim bastonum değil ki? Burada rehber köpek ile yaşayan arkadaşlara bir eleştiri yapmak değil amacım. Bu benim kişisel tercihim ve doğru olup olmadığı tartışılır. Çünkü takip ettiğim bazı arkadaşlar, rehber köpekleriyle arkadaş olmuş durumda. Aslında hayvanı ya da doğayı kendinden bir parça olarak gören ve onunla bir saygı çerçevesinde ilişkilenen toplumlar tarihte az değil. Eski komünal özelliklerini tam anlamıyla yitirmeyen toplumlarda, bazı yerel kabilelerde böyle bir ilişkilenme olduğunu görebiliyoruz.
Deniz küstü
Belki de hepimizi, o özü bugüne uyarlamak kurtaracak. Tıpkı dağ keçilerininkini kurtardığı gibi. Çünkü zenginlerin iğrenç ve barbar dürtülerini tatmin etmeleri için para karşılığı avlanacak hayvanımız yok. Çünkü doğamızın daha fazla tahrip edilmesine tahammülümüz yok. Engels yüz yılı aşkın bir zaman önce şöyle demişti: “Doğa üzerinde kazandığımız zaferlerden dolayı kendimizi pek fazla övmeyelim. Her zafer için doğa bizden öcünü alır. Her zaferin beklediğimiz sonuçları ilk planda sağladığı doğrudur ama ikinci ve üçüncü planda da büyük çoğunlukla ilk sonuçları ortadan kaldıran, bambaşka, önceden görülmeyen etkileri vardır. Mezopotamya, Yunanistan, Küçük Asya ve başka yerlerde işlenecek toprak elde etmek için ormanları yok eden insanlar, ormanlarla birlikte nem koruyan ve biriktiren merkezlerin ellerinden gittiğini, bu ülkelerin şimdiki çölleşmiş durumuna zemin hazırladıklarını akıllarına hiç getirmiyorlardı.”
Biz bugün o çölleşmenin etkilerini her türlü hissediyoruz. Yaşar Kemal’in “Deniz Küstü” kitabında, sürekli tüfeklerle avladıkları yunuslar boğazı terk etmişti. Deniz gerçekten küstü. Bazı uzmanlar Marmara Denizi’nin koma halinde olduğunu yazıyor. Oysa biz durduğumuz yerde duruyoruz. Hayvan Katliam Yasası yüzünden her yerden toplu katliam haberleri geliyor. Hatta yasanın daha da derinleştirileceği konuşuluyor. Gündemden de düştüğü için birkaç gönüllüye kalıyor mücadele etmek. Flamingolar bile topluca katledildi geçen yıllarda. Türkülerimizin güzelim telli turnalarını bile koruyamıyoruz. Çünkü biz büyüdük ve kirlendi dünya. Kumru sesleri yerine makine sesleriyle uyanıyoruz artık. Ya kuşlar da giderse? Gökyüzü de bize küser. Artık yağmurda kokacak toprak bile kalmadı. Ya tüm canlılar ile eşit ve huzur içerisinde bir yaşamı yaratacağız ya da bir robot gibi gelip geçeceğiz yağmalanmış yeryüzünden. Tercih bizim. (BS/TY)