“…Sur'da sokağa çıkma yasağı 1. gün (Çarşamba):
Çatışma sesleri ve yandaki okulun zil sesi birbirine karışıyor. Okulun zili Vivaldi Dört Mevsim'in ilkbahar bölümü. Benim öğrencilerim o çatışmanın tam ortasında. Ben sokağa çıkamıyorum, onlar çıkarsa ölüyor. Kitap oku evi temizle.
Sur'da sokağa çıkma yasağı 2. gün (perşembe):
Okula gidemiyorum. Helikopter sesi hiç durmadı. Gece boyu çatışıldı. Çocuklar ne yapıyor acaba? Evi temizle kitap oku örgü ör…
Sur'da sokağa çıkma yasağı 3. gün (Cuma):
Gece bomba seslerini dinledim, çatışma devam ediyor. Benden ödev istemişti çocuklar. Keşke daha çok verseydim. Canları sıkılmıştır!.. Pazara çık, kitap oku, Kürtçe çalış, örgü ör…
Sur'da sokağa çıkma yasağı 4. gün ( Cumartesi):
Vivaldi ve helikopter sürekli devam ediyor. Sesleri duymamak için otobüse bin, alışveriş merkezine git. Sinemaya gir. Akşam arkadaşlarına yemeğe git. Kahveler içilirken birden yakınlaşan patlama ve çatışma sesleri. Bir an önce eve git…
Sur'da sokağa çıkma yasağı 5. gün (Pazar):
Çatışma sesleri devam ediyor. Duymamak için arkadaşlarınla arabaya bin şehrin kuzeyine doğru git bir kafede otur. Gelen telefonla acele geri dön. Çatışma şehre yayılmış. Her tarafı kapalı evde biber gazı kokusu. Evi temizle kitap oku…
Sur'da sokağa çıkma yasağı 6 gün (Pazartesi):
Çocuklar gözümün önünden gitmiyor. Giyin hazırlan Sur'a doğru git. Sur'un kapılarını özel harekat tutmuş. Onlara doğru yürüyorum. Elleriyle geri dön işareti yapıyorlar; elleri kibar değil, yüzleri siyah maskelerle kapalı. Eve dön. Evi temizle…
Hiç bu kadar temiz olmamıştım.
Şimdi bir anons yapılsa. Herkes en renkli elbiseleriyle sokağa çıksa. Yüzlerde maskeler olmasa. Sokaklarda müzik sesi olsa. Herkes dans etse. Çocuklar koşsa oynasa. Ve en çok istediğim sokağa çıkma yasağı YASAK olsa.....”
Gülbin hoca bu naif satırları, Sur ilçesine uygulanan yasakların ilk günlerinde, tank ve askerin henüz kuşatmanın parçası olmadığı zamanlarda yazdı.
O, bir müzik ögretmeni, inceliği, düşünsel- duygusal estetiği, duyarlılığı, entelektüel derinliği, yaratımları olan bir sanatçı. Kişisel öyküsü Cumhuriyet tarihinin Kürtlerle, Diyarbakır’la kurduğu ilişkinin bir özeti gibi… Sürgünlü, inatlı, isyanlı, özlemli ve acılı… Cumhuriyetin başlarında dedesine, sonra babasına en sonunda da kendisine miras kalan yüzyıllık sürgünlük içinde pek çok kent, ülke, öykü biriktirdi. Son olarak 5 ay önce müzik öğretmeni olarak Adalardan memleketi, Diyarbakır’a yerleşti. 1980 darbesi sonrasında kopmak zorunda olduğu Diyarbakır’a onca yıl sonra neden yerleştiğini soranlara “toprak çağırıyor” demişti. Adeta geçmişine ait bir ses onu yeniden baba toprağına davet etmişti. Ama aynı ses aslında dedenin kaderine de onu davet etmiş, o da bilmeden riayet etmişti. Zira dedesi bugünlerde çokça dillenen 1925 ve 1930 isyan dönemlerinde sürgün edilen Kürt beylerindendi…
Mardinkapı Ortaokuluna tayinini istediğinde aklındaki tek şey savaşın ve yoksulluğun ortasında büyüyen O çocukları müzikle, sanatla zenginleştirmeyi, iyileştirmeyi onlarla iyileşmeyi, dedesi ile babasına ait olan ses ve bilgiyi böylece hakiki kılmaktı.
Ancak geldikten kısa bir zaman sonra Surda başlayan yasaklar ve çatışmalar onu bir asırdır değişmeyen kaderin kıyısına koyu verdi… Çatışmalar ilk başladığında bir piyanoyu hendeklerin başına koyup öğrencileri ile çalmayı, savaşı protesto etmeyi, müzikle kaderin döngüsünü kırmayı öyle çok istemiş ki? Ama ne mümkün! Sur yasak ve silah, bomba, uçak sesleri karşısında piyano sesi öyle kısık ki…
Birkaç saatliğine de olsa yasağın kalktı o gün koşa koşa Sura gitmişti. Yandığı söylenen okulunu, yaşayıp yaşamadığını bilmediği öğrencilerini, çocukluğunu yaşadığı mahallelerden geriye ne kaldığını görmek istemişti. Kim bilir, belki yeniden savaş sesleri başlamadan hendek başına bir piyano bile yerleştirebilirdi!...
Öyle olmadı... Yüzlerce özel harekat ve sivil polis eşliğinde, uzun namlulu silahlar ve zırhlı araçlar gölgesinde üç-beş parça eşyasını alıp, hızla bölgeyi terk etmeye mecbur kalan insanlar, girilmesi suç olan sokaklar ve surata çarpan oldukça ağır bir hava ile karşılaşır karşılaşmaz duramadı döndü, arkada çocukları ve çocukluğu…
Gülbin hoca, şimdi tank, helikopter ve envai çeşit silahların gece gündüz eksik olmayan sesleri eşliğinde her gün baktığı Şeyh Sait meydanında çocuklarından ve çocukluğundan kalmış olabilenlere bakıyor
* * *
Elif Nusaybinli ve henüz on yaşında. Nusaybinde en son 14 gün süren sokağa çıkma yasağı ve kent kuşatmasında Türkiye’ye seslenirken; yok edici şiddetin içinde bile umutlu kalabilmenin sırrının çocukluk da, çocuk da olduğunu ilan eder gibiydi. Devlet denen o kocaman leviathanın tüm yıkma arzusuna rağmen hala birlikte yaşamın kıyısında duran bir kuşağın umudu gibiydi yazdıklar;
“… Şu anda silah sesleri geliyor, silah sesleri yoğunlaşınca eve kaçıyoruz, tanklar gidince yine sokağa gidip, ses çıkarma eylemi yapıyoruz. Bence biz haklıyız. Biliyorum bir gün sesimiz duyulacak… Bence biz haklıyız, büyüyünce haklı olduğumuzu herkese söyleyeceğim.
Buradan batıdaki çocuklara sesleniyorum; Nusaybin'de okullar yakılıyor, dersler yok. Bu sabah ben okuldayken anonslar yapıldı, sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Hemen dersi yarıda bırakıp eve doğru koştuk, son anda eve yetiştim, yetişemeseydim ölürdüm. Okulumuz artık yok, bu yıl okuyamadık, ama siz bol bol okuyun ve güzel bir dünya yaratın. Bizi sakın ama sakın unutmayın, Çünkü biz sizi unutmayacağız, eğer biz daha önce güzel bir dünya yaratırsak sizi unutmayacağız”
***
Cizreli 3-4 yaşlarında görünen küçük bir çocuk… Üstünde pembe bir yelek… Elleri başında atkuyruğu sarı saçlarını kaldırıp duruyor, kaşları hafif çatık... Adeta içinden kopan bir çığlık konuşuyor. Günlerdir sosyal medyada yüzbinler, isyan etmeyi bu küçücük ömre neyin öğrettiğini sorgulamadan onu izliyor… Onu izleyen binlere, izleyemeyen milyonlara isyan ederek hesap soruyor; hesap sorarken kuşatma altındaki tüm çocukların sözcüsü oluveriyor;
“Niye, niye?.. “
Silah ve bomba sesleri geldikçe soruyor; “Duyuyor musunuz silah seslerini?... Biz günah değil miyiz?.. Dışarı çıkmak istiyoruz, top oynamak istiyoruz… Duyuyor musunuz silah seslerini…Niye öyle yapıyorsunuz, niye?... Biz günah değimliyiz?...”
Yaşatılan haksızlık ve vicdansızlık karşısında susan dilsiz şeytanlardan adeta hesap soruyor. Bugün 13 oluyor bu küçücük çocuğun dışarı çıkmadığı, top oynamadığı, tank-top bombaları ile yaşadığı gün sayısı… Yaşıyor mu, onu bile henüz bilmiyoruz. Zira şu günlerde bildiğimiz üç şey var: Cizre ve diğer kentlerde hala sokaklar yasak, hala envai çeşit silah halka karşı kullanılıyor, hala ve en çok da çocuklar, kadınlar ve yaşlılar katlediliyor… Her an bir yenisi yaşamını yitirenlere ekleniyor. Az önce ölüm haberi gelen 3 aylık Meral ve dedesi gibi…
Hala orada batıda çıkmayan sesin bedeli; Gülbin hocanın geçmişi, çocukluğu çocukları, Cizreli küçük çocuğun hayatı ve isyanı, Nusaybinli Elif’in güzel dünya dileği oluyor… (YG/HK)
* Çizimler Gülbin Çelebi'nin yasak günlerde evnini duvarına yaptığı çizimler...