“ilk yenilgide cümleyi terkeden sözcüklerimden hisse ettim
cevapsız zamanlarda alnımda üşüyen soruya taşınmayı
biz de duvar yazısı olduk levh-i mahfuzdan biliriz…”
Sezai’yi anlatmaya nereden başlamalı? “…12 Eylül 1980’den itibaren yenildik ve yanıldık ama hiç olmazsa artık, birbirimizi seslerimizle, kavramlarımızla, mutlak doğrularımızla aldatmayalım, diyorum, bir soluklanma taşına oturup. Tüm yanlışlıklarına karşın kalben ve lisanen kirlenmediğimiz, anlamları, kavramları, alıntıları kirletmediğimiz kıymetlere dönelim, diye içimin sokaklarında kuşlamaya, yazılamaya çıkıyorum…” diyordu “Soluklanma Taşı” başlıklı o güzelim yazısında.
O, sohbetinin tadına doyulmaz, anlatısı ana masalları gibi tatlı, düz yazısı şiir, şiiri şiirden öte bir dil aşığıdır. Kendi dilini çok sevdiği ve güzellediği için tüm dillere ve tüm halklara da aynı ölçüde saygı ve sevgi besler.
“…Bunca yaşanmışlıktan sonra, diller, kavimler geldi devletlere dayandı desem, eksik… Diller, kavimler geldi, devletlerde boğuldu, desem yine eksik. En iyisi ben başka bir yerden dillenip üç cümle kurayım: Dillerden yapılır insan… Alma dillerin âhını çıkar aheste aheste… Diller devletlere der ki, gölge etme başka ihsan istemez…”
2012’de yayınlanan, ana izlekleri Aşk ve Devrim olan “Aşk Dediğin Haram Olur” şiir kitabında, “her aşk devrim her aşk devrimci / devrimlere hangi aşklardan gidilir” diye soruyordu. Kitabını ana akım medyadan, dağıtım ağlarından uzak tuttu. Tüm olumsuz koşullara karşın kitap bu günlerde beşinci baskısıyla tezgahta.
Sezai, “…Bir başka dünya nasıl mümkünse, yerleşik yazar-kitap-okur ilişkilerine rağmen bir başka ilişki de mümkün ve gereklidir” diye düşünür hep. Ona göre, “…Kitabın/yazarın okura gitmesi ile okurun kitaba/yazara gelmesi diyalektik bir yolculuktur. Bu, para-meta-para anlamında bir alışveriş değil, anlam alıp anlam vererek özgürleşmeyi esas alan, karşılığı para, iktidar, ego olmayan devrimci bir alışveriştir. Kitap bir kere dünyanın ortasına fırlatılınca, bu tanışmanın uğrağıdır gidiş-dönüşler. Yazar-kitap-okur ilişkisi, bir gidiş-dönüş biletli yolculuktur. Yazarın ve okurun bileti ise kitaptır/şiirlerdir.”
Hayatı ve dünyayı dönüştürmede, yeniden şekillendirmede ve yontmada tek aracı dilidir Sezai’nin. Hem özgün bir dildir, hem de köklü bir geleneğe dayanır bu dil.
“Karın Eğrisi Doğrusu” başlıklı yazısında, “…aşk yağıyor, aşıklar yağıyor. Gâh eğri gâh doğru yağıyor. Şems ile Mevlana yağıyor. Doğu’da Mem ü Zin yağıyor. Batıya serpintileri ulaşıyor. Batı’dan Doğu’ya körkütük kötülükler, kavramlar yağıyor. Uludere’de gökten ölüm yağıyor…. Doğu’dan Batı^ta isyan ve insan yağıyor. Batı’dan Doğu’ya inkâr, zorla iskân yağıyor… Dergilerde, sanal alemlerde, yazar örgütlerinde, koruculara, koruyuculara rahmet okutacak, muvazzaf şairler yağıyor. Mülk şiirin temelidir yazılı ganimet yatağında, Divan’da seviştikten sonra, ‘bir ülkeye bu kadar dil fazla!’ diyen yanlış şairler ve yanlış şiirler yağıyor…” der.
Komşu Yayınları Yasak Meyve şiir dizisi kitabı olarak yayınlanan “Kurutma Kağıdı” Sezai Sarıoğlu’nun ikinci şiir kitabı. Kitaptaki altmışa yakın şiiri okuduktan sonraki ilk düşüncem, ilk kitaptaki öfkeli ve hakîmane edadan daha farklı bir sükûnete kavuşmuş bir şairle yüz yüze geldiğim.
“aynaya mecaz olduk bir kere / kağıdın yüzüne bakmayı bilmek / bilinir ki surete çıraklıktır dergâhta / her kâğıt ağaca çift çizgili selâmsa / meşk kalemiyle kâğıttan aşk çıkarmak / kalemin gölgesinde harf çatlatmak ta var” (dil teri) dizeleri, dergâhtaki çıraklığın, kalfalığa ve ustalığa dönüştüğünü muştuluyor. “dil ile hakikat arası bu hengâmede / leke içine saklanıp şiirin arkasından konuşan / helvası kağıt şairler de var”sa bile, şiirlere hakim olan üslûp, - genelde- arifâne bir sükûnet.
TIKLAYIN - "ŞİİR USLANDIRMASIN"
Sezai, şiirlerinde, İkinci Yeni’nin geleneğine saygılı, Ece’yi, Cemal’i, Turgut Uyar’ı anan ve selamlayan bir şairdir. İzlekleri açısından ise günceli, mağduriyetleri çok yoğun ele alan, ezilenlerin acılarını acısı bilen bir kavga insanıdır. Biçem olarak, sözcük dönüştürmelerini, cinasları, metaforları esas alan dil özelliklerine yükler şiirlerinin ağırlığını. Şiir kalıplarının fazlaca bir önemi yoktur ilk kitabında belki de… Oysa “Kurutma Kağıdı”nda, Gazel’e selam duran bir şiir yapısının, redifli kafiyelere yaslanan söyleyişlerin örneklerini görmek mümkün.
“…tanışmalarla değil tanımlamalarla geçiyor ömrümüz / noktayı koymak için son dizeden ilk dizeye kadar yürüdüm / iz bırakmak kime nasip toz bırakmak bir yere kadar / sanki dünyaya insan olalım diye gelmiştik / sora sora taşın başına insanın sonuna kadar yürüdüm / sonra bildim anladım, insan olmak da bir yere kadar” (yürü ya külüm)”
“Üç İç Oda”yı baştan sona okumalıyız:
"altıok metin’i şiire tamah eden gül olarak okuyun
kirletilmemiş zamanlardan bir garip leke
hafız’dan bir gazel, sadi’den kaside kalsın aklınızda
takma dille dolaşan cemal’i fırat’ın salı olup okuyun
tarih öncesi köpekler, ödleriyle öten kuşlar
korkudan saçları uzamayan kadınlar kalsın aklınızda
ateş sanıp söndürülen gülten’i kış olarak okuyun
aracısız konuşanlar, gülü senetle değişip
kara saçlarını kesen bez bebekten bir ilahî kalsın aklınızda
ben kulunuzu sorarsanız iç odada çırak
yüzümü yakın bir ‘ah olarak okuyun
uzak; çok uzak bir yer kalsın aklınızda"
Dervişâne bir alçakgönüllülükle söylediği son üç dize, acılarını emanet ettiği okurlarıyla içten bir sohbet ve ricadır sanki.
Alın Yazısı’nda da hem ince bir eleştiri hem de biraz kederli bir tevekkül göze çarpar:
“…
diline tutunan kavmin vakitli dağbanlığı marifet
taşı dünya görüşü kılanın vakitsiz hâlleri suale tabi
dilinde dilsiz yaşayanlar için ağladım yıllarca
doğu masallarına uyanalı hikmetli rüyalardan
alnımız açılır anlam ferahlar sanırken
dilimle alnım arasında bir koşumluk dağ mesafesi
bir de anlayabilsem kimler nereme neler yazdı
kurutma kağıdını kim unuttu alnımda.”
Kitaptaki “çay bella” ve “tel maşa tarih” şiirlerini dikkatlice okumanızı öneririm. Bu şiirler, onun vaktiyle Ece’nin şiirleriyle ilgili söylediği gibi “bir şiirden çok, tarih teorisi” gibiler. Devletle iki kaşık gibi iç içe uyumayan, erkek emziren, “sivil” şiirler.
“…
kim söyledi bütün yaraların kötü koktuğunu
günü geldiğinde fırtına kokar bütün acılar
günü geldiğinde rüzgâr açar her yara”
(yara bucak)
Sezai, yazmasa katlanamayacağı acıları paylaşıyor okurlarıyla. Bir duyarlı kulak arıyor. “aklınızla yüreğinizin ara boşluğunda / bir yürüyüş eyleyip alnımdan daha sık geçin” diyor. “daha sık geçin harflerimden / bu kadar yazı alnıma fazla”
Sezai’nin sevgili dostu ve şiir kardeşi Metin Altıok’un “Kana Gazel”inden üç kıta ödünç alalım:
“...
Kan döken kurtulamaz eline bulaşan kandan
Sinekler üşüşür bıraktığı parmak izlerine
Silinmez hiçbir şeyle, akan insan kanıdır
Toprak bile içemez, sindiremez onu kendine
Sen söyle altıok metin, dökülen sıcak kanı
Ki kan sıçrasın senin de incinmiş şiirine”
Sezai de sürdürüyor bu incinmiş ve üzerine kan sıçramış acılı şiir geleneğini “Kurutma Kağıdı” ile.
“…
kimin kalbi yoksa
annem var demesin
oralarda öyle
çocuklar ömürlerinden çok önce öldürülür oralarda
biliyorum zor
ama gözleri ve sözleri yerde kalmasın” (AE/YY)
(*) “Kurutma Kağıdı”, Sezai Sarıoğlu, Komşu Yayınları 178 / Yasak Meyve 123 /Şiir 115, 1. Basım, İstanbul, Şubat 2016