Yani Kürt atasözü diyor ki; kimilerinin evi yanar. Kimileri de yanan o evin ateşi üzerinde kebabını pişirir. Belki de bunu yine bir başka Kürt atasözü ile desteklemenin tam da zamanıdır.
O da şu:
"Çê kiro bixwe kiro, xirab kiro bixwe kiro". İyi de kötü de yapan, kendine yapar.
Dağda menevşeler göğerdi
Nedense 11-12 Mart günleri İstanbul Bilgi Üniversitesinde iki yoğun gün boyunca 60 dolayındaki konuşmacıyı tam dokuz panelde "Türkiye'nin Kürt Meselesi" ana başlığı altında pür dikkat izlerken bu sözler şöyle bir zihnimi sıyırdı geçti. Ve kendi kendime söylendim, sadece kendim duymak adına;
Biz vurulduk, biz kırıldık. Hangi dağda menevşeler göğerdi!
Geriye dönüp baktığımızda 12 Mart 1971 darbesinin üzerinden tam 35 yıl geçmiş. Nihat Erim adına "Balyoz Harekatı" demiş.
Dönemin sanatçıları da yanıtını hemen vermiş:
"Erim erim eriyesin. Sürüm sürüm sürünesin".
Kürdün varolma savaşı
Adı yok, tarihi yok, kendisi yok, kimliği yok, neredeyse var olmak adına hiçbir şeyi yok sayılmış ve varlık yokluk kavgalarından bugünlere gelinmiş bir serencamın koca 35. yılı.
Daha gencecik, bıyıkları yeni terlemiş fidanlarken Mehmed Uzun, Recep Maraşlı ve diğerleri Diyarbekir sıkıyönetim mahkemelerinde savuna durmuşlar Kürdün varolma kavgasını.
Yine 40 yıl önce bir üniversitede asistan iken, Kürtler ve sorunları ile tanışan Çorum İskilipli bir Türk akademisyen İsmail Beşikçi'nin yaşadıklarıydı belki de, 40 yıl boyunca Kürt meselesinin serencamı.
40 yıl önce Kürtlerden söz etti diye bırakınız üniversiteden atılmayı; onlarca soruşturma, bir sürü yıl mahpusluk (17 yıl); üstüne üstlük de "senin gözlerin renkli İngiliz casusu olmayasın!" kem sözü döneminin kimi aklı evvel aydınlarınca edilmişti.
Halen akıllardadır, unutulmamak adına.
Kürt sorunu ve Temel fıkrası
Kimileri Kürt Sorununu gelinen aşama nedeniyle, İstanbul'da Taksim Meydanında ha bire aracıyla dönüveren Temel'e dayandırdı.
Sorar polis Temel'e "Yahu kardeşim ne diye habire dönüp duruyorsun meydanın etrafında"
Temel'in yanıtı ironiktir:
"Sinyalim bozuldu da!"
Ya da Tatvan'ın bir köyünden köyü yakılan sonra da hakimin karşısına sanık olarak çıkarılan köylünün tek kelamı vardır:
"Hakim bey şerpeze (darmadağın) olduk."
Hakim anlamamıştır.Algılama noksanlığı vardır:
"Neden şempanze oldunuz anlamadım" der.
Rugan pabuçlu Ali dayı
Veya bir başkasının ise, evi barkı yok olan Diyarbakır'ın varoşlarına sığınan ama yitirdiklerine rağmen vakur duruşunu yitirmeyen, çelişki olduğunu bilerek ayağındaki rugan pabucunu çıkarmayan "Rugan pabuçlu Ali Dayıya" kitap ithaf edecek kadar ezber bozan bir "mesele" idi "Kürt Meselesi".
Ya da kim bilir sürekli Kürtçe yazma suçu işleyip her defasında yeniden suçlu olarak hakim karşısına çıkan sanık sorar hakime:
"Hakim Bey bu ülkede Ermeni, Fransız, İngiliz herkes kendi dilinde yazabiliyor da Kürtlere niye yasak onu anlamıyorum".
Hakimin yanıtı belki de kökleri 1920'lerde aranması gereken dile, kimliğe, kültüre dair arkeolojik, antropolojik kazıların altında gizlidir:
"Karıştırma o işleri. Onlar azınlık. Siz çoğunluksunuz."
Salon dışında kalan ve protesto ile yetinmek durumunda kalanlar ise, sanki biraz da mahcup bir eda ile "Kimse Kürt kardeşlerimizle aramıza girmeye kalkmasın. Bizler etle tırnak gibiyiz. Aramızı bozmaya çalışanlar dış emperyal güçlerdir" diyorlardı.
Aksak ritmli dans partisi
Konferans bittikten sonra iki gün boyunca düşüne durdum. Yazmalıyım. Evet yazmalıyım diyordum bu konferansı.
Ama samimi olarak ifade etmem gerekirse, o kadar çok yazılması gerekmekle birlikte konferansa dair "ne yazacağımı bilmemenin ilk defa haleti ruhiyesi" içinde hissediyordum kendimi.
Beynim uğulduyordu. Karmaşık duygular içindeydim. Bir konferans konuşmacısının tabiriyle "kendisini aksak ritmli bir dans partisinde hisseden" birinin durumumdaydım adeta.
Bir tabu yıkılıyordu bu ülkede. Bir üniversitede yasaksız, kazasız, belasız konuşuluyordu "Ana mesele".
Kürt ve Kürtçe telaffuzu
Rahmetli dostum ağabeyim Felat Cemiloğlu benim yanımda bir gazeteciye anlatmıştı.
Demişti ki "Benim evim ve bürom Diyarbakır'da Kurt İsmail Paşa sokağındadır. Yıllarca ben sokağımın adını resmi kurumların nezdinde telaffuz edemedim. Yanlışlıkla dilim sürçer de 'Kürt İsmail Paşa' derim ve bunlar da 'gel bakayım nerden çıktı Bu Kürt İsmail Paşa', derler diye".
Oysa konferansta dikkatimi çeken öğe şuydu ki o kadar çok Kürt ve Kürdistan kelimeleri rahatlıkla; hem de dil sürçmeden tekrarlandı ki! Kimsenin de bir yerleri incinmedi.
Tabuları kırmak
"Kürt meselesinde şiddeti reddeden" önermesi ile bugün adı "Türkiye'nin Kürt Meselesi", ama aslında 'Dünyanın Kürt meselesi' haline dönüşen "mesele"nin çok önemli "bir tarafının" davet edilmesinden imtina edilmiş.
Ve teyidi de bizzat konferans konuşmacısı DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk tarafından alenen alınmış olmasına karşın; İstanbul Bilgi Üniversitesinde 11-12 Mart 2006 günleri Helsinki Yurttaşlar Derneği ile Empati Grubunca düzenlenen "Türkiye'nin Kürt Meselesi-Sivil ve Demokratik Çözüm Arayışları 1" konferansı tabuları kırmak; sorunu ilk kez bir üniversite ortamında, bilim merkezinde tartışıyor olmak adına önemliydi.
Kayda değerdi ve tarihe geçecek bir işti.(ŞD/AD)