Bê goşt jîyan nabe (Etsiz yaşam olmaz)
Yıllar önce batı illerinden birinden Diyarbakır’a gelen bir gazeteci kadın o zamanlar kebapçılar dışında çok nadir bulunan sulu yemek yapan bir lokantaya gider. Etsiz bir sebze yemeği istediğini söyler. Kadının yüzüne biraz da acıyarak bakan şef garson, iki parça et koyduğu yemeği masaya getirir. Kadın et yemediğini söyleyince de ‘Yahu sorun değil, bizden olsun” der. Malum et yemek biraz lükse girer. Lokantacı bu yabancı misafirine jest yapmıştır. Eve gelen misafire verilen değer hazırlanan etle ölçülür. Sebze yemekleri yemekten sayılmaz. İçinde et olmayan yemeklerin başına “yalancı” sıfatı yerleştirilir. Yalancı dolma, yalancı çiğköfte gibi. Sevilmeyen sebzelerin içine et konduğunda da ete hakaret edilmiş gibi algılanır. “Hele bak eti de ziyan etmiş. Ne gereği vardı onca zahmete”
Diyarbakır’da vejetaryen hikayesi boldur ama en az et yemeyenler kadar lokantacılar da bu durumdan muzdariptir. Eti niye yemediğinizi anlayamadıkları gibi bir türlü derdinizi de anlayamazlar. Esnaf lokantasından en lüks restoranına varana dek gittiğiniz her yerde uygulanan ritüelde siz istemeden masaya; ezmesinden mevsimine birkaç çeşit salata, turşu, yerine göre fındık lahmacun ve içli köfte getirilir. Ama bunlar yapılacak et servisi için garnitürdür ve ücret alınmaz. Dolayısıyla bütün yemekler mutlaka et olmasa da suyuyla yapıldığı için sadece salata istediğinizde yüzünüze anlamsız bir ifadeyle bakarlar. “İyi de onları zaten getireceğiz, kebaplardan ne alırsın?”
Pilav ve salata isteyenlere tavuk suyuyla yapılan pilavı getirip, “tavuksuyu mu kullandınız?” diye sorunca “İçinde et yok ki ma suyundan ne olacak” diyene de rastlarsınız, sebze yemeğinin içerisindeki etleri ayıklayıp vejetaryen yemek olarak getirene de. “Et yemiyorum” diyene, “hallederiz” diyip tavuk kanat getirerek, tavuğu etten saymayanlar da çoğunluktadır. “Et yemiyorum” dendiğinde “Peki nasıl yaşıyorsunuz?” diye sorup uzaylı muamelesi yapanlar ya da çok ısrar edilirse yeme kültürünü değiştireceğini düşünenler, gizlice tabağın altına et koyanlar.
“Zaten kesilmiş. Sen yemesen canlanacak mı?” Bir de bu otçulların düşmanları ‘Madem canlı diye yemiyorsunuz, bitkiler de canlı değil mi?” diyerek kuzu çevirirken yediğiniz maydanoza dil uzatırlar.
Hiç unutmam, İzmir Fuarı’nda 2014 yılında Diyarbakır onur konuğu olarak yerini almıştı. Diyarbakır’a özgü kadayıf, şarküteri ürünleri, bakırlar, süs eşyaları gibi stantlar kurulmuştu. En çok kuyruk ciğercinin önünde toplanmıştı. Madem onur konuğuyduk, ciğerimizi ortaya koymuştuk biz de.
Bu ciğercilerin sayısı Diyarbakır’da her geçen gün giderek artıyor. Seyyar tablalarda köşebaşlarını tutanlar şimdi kentin lüks semtlerinde ihtişamlı restoranlarda boy gösteriyor. Ciğer Urfaya mı Diyarbakır’a mı ait derken patent yarışına ve haberlerde atışmalara bile sebep oluyor. Sabah 6’da açıp 8’de dükkanı kapatan ciğercilerin varlığı ve kahvaltıda da tercih edildiğini duyduğumda inanmakta zorlanmıştım. Diyarbakır’a adım atan konukların ilk sorusu “Nerede ciğer yiyebilirim?” oluyor. Bir de tabi sonu et’le biten isim esprisi burada da mevcut. Ama Nusret, Haşmet gibi çok da alengirli isimler yok pek. Burada Meheme (Mehmet) fazla olduğundan pek de markalaşacak gibi gözükmüyor.
Hal böyle olunca dışarıdan gelen vegan ve vejetaryenlerin işi zor oluyor. Fotoğraf Günleri için atölye çalışmalarına katılacak olan sanatçıların aralarında vejetaryen olduğu belirtilince anlaşma yaptığımız lokanta “Hiç sorun değil, o iş bizde” diyerek 5 gün boyunca menüye sadece kaşarlı pide koyup, peynir ekmeğe talim ettirmişti. Neyse ki aralarında vegan yoktu, açlıktan öleceklerdi.
Diyarbakır’a vegan mutfak açmak hayaliyle gelen girişimci bir kadın fizibilite çalışması yaparken sokak kedilerine mama verir. Kediler burun kıvırarak mamanın yüzüne bakmayınca yanında kendisine mihmandarlık eden kişiye sebebini sorar: “Bizim kediler ciğer yemeye alışkın. O yüzden yemiyorlardır” cevabını alınca bu hayalinden vazgeçmiş. Anlatanın yalancısıyım. Ama bu hayalden vazgeçmeyip ısrar edenler de var.
Bu büyülü gerçekçi hayalini gerçekleştirenlerden biri de Cahit Şahin. Gabo Mutfak’ın sahibi.
Ofis semtinin göbeğinde, Salvador Dali’nin yazı fontuyla yazılmış Gabo adlı tabela gözünüze çarpar. Bir apartman altındaki mütevazı mekanın Unutma Bahçesi adı verilen bahçesinden içeri girdiğinizde büyülü gerçekçilik akımının öncülerinden yazar Gabriel Garcia Marquez’in büyük bir portresi size “hoşgeldin” der. Yüzyıllık Yalnızlık, Kırmızı Pazartesi, Aşk ve Öbür Cinler ya da Yaprak Fırtınası gibi kitaplarının adının verildiği masalardan birine oturup menüyü incelediğinizde “Dünyanın en güzel mercimek çorbası, Hiroşima Sevgilim köftesi, Siyabo yemeği, Hakkari Usulü Makarna, Tekirdağ sarması, Yahudi köftesi ve zeytinyağlı tabağı’ gibi geniş seçenekler sizi bekler. Güzel müzikler eşliğinde kahvenizi yudumlarken, soydaşlarına zarar verilmeyen bir mekanın güvenli ortamında dolaşan kedilerle karşılaşırsınız. Diyarbakır gibi et kültürünün yaygın olduğu bir yerde ezberleri bozarak vegan-vejeteryan mutfak açmak “büyülü gerçekçilik” değil de nedir? Gelin birlikte dinleyelim hikayesini.
Hakkarili etobur bir aileye mensup olan sosyolog Cahit Şahin, Diyarbakır’da birbirinin benzeri mekanların bulunduğunu fark ediyor. Vejetaryen olduğundan evde yemek yapmanın dışında gidebileceği bir yer olmadığı için aç kalıyor. Vegan-vejetaryen mutfak açma hayalini kuruyor. Bu öyle bir yer olacak ki Türkiye’deki tüm vegan kafeleri de aşmış olacak. “Ben İstanbul’a gidiyorum. Bu tip kafelerde en fazla beş çeşit yemek var. Bizim oluşturduğumuz menü ise Türkiye’nin dört bir yanını temsil etmesini istiyorduk. Bir de iyi müzik ve Diyarbakır’a katkı sağlayacak bir mekan olmasını hayal ediyorduk.”
Serde hayal var ama cepte beş kuruş para yok. Annesini arayıp sermaye için bileziklerini istiyor. Annesinin “ne yapacaksın?” sorusunu “Etsiz yemek yapan bir lokanta açacağız” diye yanıtlayınca, kadının sevinci kursağında kalıyor. Öyle ya Hakkari büyükbaş hayvancılığın yapıldığı bir yer, üstelik kentin ‘en iyi’ kasap ve dönercileri de Cahit’in akrabaları. Bunu duyan bu akrabalar Cahit’i arayıp dalga geçiyor. Amcasından maddi yardım istediğinde “Ya ben veririm vermesine de sen çöpe atıyorsun parayı. Kim etsiz yemek yer? Gel vazgeç bu sevdadan” şeklinde yanıt alıyor. “Ama ben vazgeçmedim. İnsanlar niye illa ciğer, lahmacun yesin. Taze fasulye yesin. Vejetaryen olmak zorunda değilsin ama Diyarbakır’da yeşil mercimek, barbunya, etsiz kuru fasulye, nohut, zeytinyağlı yemekler yiyebileceğin bir yer bulamıyorsun.”
“Üç ay sonra batarsınız”
İki arkadaşıyla birlikte paraları birleştirip yer arayışına girerler. Ofis semtinin göbeğinde bir apartman altını bulurlar, viran olmuş bu bakımsız yeri elden geçirip, elini yüzünü düzeltirler. Sıra belediyeden ruhsat almaya gelmiştir. Ancak Yenişehir Belediyesi’nin o dönemki başkan yardımcısı biraz zorluk çıkartır. Vegan mutfak açacaklarını söylediklerinde ise patlatır kahkahayı:
“Boşuna masraf etmeyin. Üç ay sonra batarsınız” diyerek, ruhsata gerek olmadığını söyler.
Mekana içeriği ve aurasıyla örtüşecek bir isim bulmaya çalışırlar. Birçok seçenek vardır ama “otobur” listenin ilk sırasındadır. “Herkes bizimle dalga geçti. Mekan açacağımızı söyleyince ‘harika fikir’ deniyor ama içeriğini anlatınca dalga geçiyorlar. Annen, baban, belediye başkanı, amcan, eşin, dostun dalga geçiyor. Biz Diyarbakır gibi et kültürünün yaygın olduğu bir yerde böyle bir yer açmak isteyerek şaka yapıyor gibiydik ama ilk günden iyi bir şey olacağını hissediyordum. Bir ay içinde Türkiye bizi tanıyacak diyordum. O dönem Gabo’yu bir yerde okudum. Marquez’e ‘Gabo amca’ diye hitap edildiğini öğrendim. İsme karar verdik, biz büyülü bir şey yapıyoruz. Diyarbakır’ın ortasına bahçeli bir lokanta yapıyorsun ve aynı zamanda gerçekçi bir şey. Ve evet ismi Gabo olmalıydı.”
Cahit, Gabo’yu açarken kimseye bilinç götürme gibi bir üstten bakışla hareket etmediklerini söylüyor “Arkadaşlara da dedim asla böyle bir görevimiz, misyonumuz yok. Haddimize de değil. Amacımız tamamen vegan bir yer. Propoganda yapma gibi bir derdimiz olmayacak. Sonuçta bir siyasi parti değiliz. Burası aslında bir işyeri. Sevdiğimiz işi yapıyoruz. Zaten vegan ajitasyon yapmamıza gerek yok çünkü varlığımız yeter.”
“Mutfakta gizlice et yiyorlar”
Gabo açıldıktan kısa bir süre sonra tahmin edilenin aksine birçok kişinin favori mekanı haline geliyor. Sosyal medyada önceleri “Gabonun sahipleri mutfakta gizlice et yiyor” şeklinde tweet’ler atılıyor. “Bir Adana dürüm alabilir miyim?” ya da elinde kürdanla gelip, “Ciğer yedik, çay içmeye geldik” diye dalga geçenler de az değil. “Halen şaka yapanlar var ama ben onlara aldırmıyorum. Çünkü hem açıkça söylüyor hem de burayı seviyor. Bizim bilinç götürme gibi jakoben bir tavrımız yok. Burası bir cafe. Yemeklerimiz var, tatlılarımız var. Geliyorsanız baş göz üstüne. Biri 6 ay önce tweett attı. “Gabo’ya dışarıdan lahmacun istediler, inanamıyorum ya böyle şey mi olur!” diye. Vegan lahmacun yapıyoruz. Soya kıyması hazırlıyoruz. Fırını arıyoruz, gelip alıyor. Bunu görmüşler. Anlatmaya çalışıyorum ama inanmıyor bir türlü. Sonra Gabo’ya davet ettim, lahmacun ısmarladım, böylece ikna oldu.”
Geniş bir menüsü var
Gabo’nun menüsü de çok geniş. “Barış sürecinde Ankara’dan bir ekip gelmişti. Aralarındaki vegan biri “Vegan mekanlara götürmeyin aç kalıyorum. Ankara’da, İzmir’de sürekli bana salata ve fast-food yediriyorlar” demiş. Gabo’ya geldi. Yahudi köftesi, Tekirdağ sarması, içli köfte, Hakkari usulü makarna. Adam üç gün boyunca gelip menüdeki her yemeği yedi. “Size minnettarız” dedi. Biz farkında değildik bunu aştığımızın. Araştırmaya halen çok önem veriyoruz. Yahudi köftesini Twitter’da paylaştım. Bir gazeteci paylaşarak İbranice birşeyler yazmış. “Yanlış bir şey mi yaptık” deyip araştırdım. Meğerse Yahudi köftesi sadece İsrail’de iki lokantada bir de Türkiye’de Gabo’da yapılıyormuş. Tekirdağ sarmasını Tekirdağ’da hiçbir lokantada bulamazsınız evlerde yapılır sadece.
Hakkari’nin yoksul yemeği Siyabo
“Siyabo yemeği yapıyoruz. Siyabo denen Hakkari’ye özgü ot. Hakkari’nin en temel yiyeceklerinden biridir ama yoksul yemeğidir. Ben anneme dediğimde ‘Oğlum onu menüye koyma, rezil etme bizi’ demişti. Hem otlu peynirde kullanılıyor hem turşu niyetine, hem de yumurtayla kavruluyor, biz vegan olduğumuz için nohut unuyla kavuruyoruz. Yazın yüksek yerlerde çıkar. İnsanlar gidip toplar, büyük kazanlarda haşlanır, salamura yapılır, toprağa gömülür, kışın yenir. Ama misafire her türlü yemek yapılır bu yapılmaz. Çok değerli bir ottur aslında. Amerika’da yapılan araştırmalarda cilde ve yılan sokmasına çok iyi geldiği bulunmuş. Hala annem der ki ‘Kim yiyor bunu?’. Yahudi köftesi, literatürde Ermeni köftesi olarak geçiyor. Bildiğimiz içli köfte gibi ama İzmir köftesi gibi sulu. Şu anda sadece Urfa’da yaygın. Onlar dana kıymasıyla yapıyor, biz soya kıyması kullanıyoruz.
“Biz mi sihirbazız, siz mi?”
Suruç Kobani eylemi öncesinde Dünya Palyaçolar Birliği her milletten 30 kişi Ezidi çocuklar için eğitici aktiviteler yapmaya gelmişlerdi. Aralarında 10 kişi vejetaryendi ve bize geldiler. Palyaço, sihirbaz falan. “Tüm bu yemekler bu küçücük mutfaktan mı çıkıyor?” “evet” dedik. “Ya biz mi sihirbazız yoksa siz mi” demişti. Çok hoşumuza gitmişti. Tanzanya adasından 7 kişiyi misafir etmiştik. Diyarbakır’da bir yer açacaksınız ve Tanzanya’dan misafirleriniz olacak. O dönem çok gelen giden oldu. Londra’nın en eski sahaflarından biri bize misafir geldi. Farklı insanlarla tanışma şansınız oluyor. 7 Haziran seçimi öncesi Avrupa seçim izleme komisyonunu günlerce biz misafir ettik. Güzel deneyimler oldu. Bize ruhsat vermeyen belediye başkan yardımcısı sonradan gelip bizi tebrik etti.”
Kedilerin güvenli mekanı
Kedileriyle de ün yapan Gabo bu vesileyle hayvanseverlere de ulaşmış. Kadrolu üç kedinin dışında 40’a yakın taşeron kedileri mevcut.
“Günde 5-6 öğün mama veriyoruz onlara. Kentin nerden baksan tüm kedileri geliyor. Arsız diye bi kedimiz vardı. Doğum yaptı üç yavrusunu büyütüp Gabo’ya getirdi. Başka yerde doğuruyor ama yemek için buraya getiriyor. Kedilerimiz sayesinde müşterilerimiz çoğaldı. Birçoğu onları sevmek için geliyor. Gabo demek kediler demek ama halen gelip çığlık atan oluyor. Bir şekilde uyarıyoruz. Manevi kültür çok yavaş değişiyor. 4 yıl içerisinde kentte hayvanlara olan tutumun değiştiğini görebiliyorum. Dışarıya mama, su bırakanların sayısı 4-5 katına çıkmış durumda. Kedi korkusunu yenenler oldu. Aynı kişi İstanbul’daki bir kafede kedi gelse bağırmayacak ama burada bağırıyor. Kültürle ilgili bişey.”
Kadın dostu mekan
“Gabo’yu açtığımız dönemde tüm mekanlarda erkek popülasyonu çok fazlaydı. Kadınların rahatlıkla oturdukları bir yer yoktu. Her yer kıraathane gibiydi. Baştan itibaren ‘Kitlemizi kendimiz belirleyeceğiz’ dedik. Gabo hesabından attığımız ilk tweet ‘yüzde 51 kadın kotası var’. Burası kadınların mekanı. Şu anda en gurur duyduğum şey şu: Kadınlar ‘Bizim en rahat ettiğimiz mekan Gabo’ der. Zaten yemeklerimiz de erkeklerin toplanıp ‘hadi gidelim’ diyecekleri bir yer değil. Öğle araları hemen her gün banka memuru kadınlar geliyor. Bunu oluşturduk.”
Gabo’nun en önem verdiği şeylerden biri de müşteriyle iletişim. Sevdikleri ve tanıdıkları insanların isimlerini adisyona yazıyorlar. Bu da müşteriyle başka bir bağ oluşturuyor.
Edebiyat ve sanatla içiçe
“Gabo daha çok sanat ve sinemayla içiçe olsun istedik. İlk etkinliğimiz 7 Haziran öncesi Mithat Sancar’la söyleşiydi. Suriçini konu alan bir fotoğraf sergisinin projektörle gösterimine ev sahipliği yaptık. Ali Kemal Çınar’ın Genco filmi Gabo’da çekildi. Ankara Film Festivali’nde en iyi film ödülü aldı. Filmden sonra bize gelen çok oldu. Yine proje geliştirme ödülü alan Salih Demir’in çektiği Cano adlı filmin yüzde 60’ı Gabo’da çekildi. Kemal Varol’un son kitabı “Sahiden Hikaye” de bir karakterin adı Gabo’ydu. O da çok sever Gabo’yu. Onun da belli bir masası var. ‘Bana on yıl aradan sonra Gabo şiir yazdırdı’ der.”
Çocuğun olmaz, hasta olursun
“Evcil hayvan besleyen ve feminist literatürü benimseyenlerde yüksek olan vegan olma hikayesini ise şöyle anlatıyor Cahit, “Amcam kasaptı. Hayvanları keserken onun yanında beklerdik. Hakkari’de kar yağardı o kan kırmızıya boyanınca hoşumuza giderdi. Böbreğini özel olarak bize verir, pişirip yerdik. Birgün evde önümde bir parça et olan yemeğimi yerken şu anda 10 yaşında olan kedim gözümün önüne geldi. Ülkemizde kedi yemek meşru bir şey olsaydı demek kedimi kesip yiyeceklerdi. Şok geçirdim. Hani kafada bir lamba yanar ya. O an karar verdim. Koyunun da kuzunun da yaşama hakkı var. Gözlerine baktığında yaşam isteğini görüyorsun. Hemen deklare ettim. ‘Anne ben artık et yiyemem’ dedim. ‘Çocuğun olmaz, hasta olursun’, hemen bir korku, bir panik, baskı. 2009 yiılıydı. Yine süreç herkeste şöyle işliyor. Bir süre sonra vazgeçiyorsun. Çünkü karşında korkunç bir toplumsal örüntü var. Ve sen koşullanmışsın et yemezsem ölürüm diye. Dışarı çıkınca yiyecek bişey yok. Eve geliyorsun herşeyde et. ‘Hayvanlar bizim için yaratılmış’ denen bir islam kültürü. Üç ay sonra vazgeçtim. Sonra tekrar bu kez etik kaygılar ön planda. O dönem Diyarbakır’a geldim. 6 ay daha devam etti. Ama ben lahmacun çok seviyorum, lahmacunsuz nasıl yaparım. Dışarı çıkınca yine yiyecek bişey yok. Bastırmaya çalışıyorsun sürekli. ‘Ben yemesem başkası yiyecek, o hayvan zaten ölü’ falan filan. Lahmacun yemeye başladım. İki ay sonra tekrar bıraktım, ‘Yiyemem, benim hakkım yok buna’ dedim. Sonra zaten tamamen bitti.”
Keşke daha önce vegan olsaydım
Vejetaryenlerin mutfağa girme zorunluluğu oluştuğu için başka bir kültüre de kanalize oluyorlar. Cahit de yemek yapmayı öteden beri sevdiği için bu yeteneğini geliştiriyor. “Etin yerini ne tutabilir, protein değeri, besin değeri falan derken başka bir araştırmaya da girmiş oluyorsun. Uzun bir süre herkeste olduğu gibi vejetaryen olarak devam ettim. Hayvanın herşeyini besin olarak görüyorsun. Etini, sütünü, derisini. Hepsi bizim için yaratılmış. Amcama ‘yıllardır kasaplık yapıyorsun, besliyor, büyütüyor sonra kesiyorsun, hiç üzülmüyor musun?’ diye sorduğumda, ‘Oğlum hayvanlar bizim için yaratılmış. Benim ağladığım da oldu. Çok sevdiğim bir buzağım vardı. Kendi ellerimle doğurttum, besledim. Tam keserken gözgöze geldik ben ağlamaya başladım. O gece sabaha kadar uyuyamadım. Ama onlar bizim için yaratılmış.’ Altında bu yatıyor. Yaşam konforu sunuyoruz, ahırı var falan, bir denge var. Ama öyle değil. Süt yerine soya sütü olduğunu öğrendim. Gayet lezzetli. Bademden, hindistancevizinden süt, yoğurt elde edebiliyorum. Temiz, bitkisel. Aslında kolay. İkame edince kolay ve rahat oluyor. Kajudan peynir yapıyoruz. Yemeye doyamazsın. Kimseyi kesmiyorsun, öldürmüyorsun, sömürgeleştirmiyorsun. Vicdanın o kadar rahat ki keşke çok daha önce vegan olsaydım diyorum. Tabi ki bu bir süreç. O kadar kolay olmuyor.”
Duygudaşlık oluşuyor
Herkesin benimsediği bir yer olması, müdavimlerinin olmasının nasıl bir duygu olduğu sorusunu ise şöyle yanıtlıyor Cahit Şahin, “Bir kitap yazarsın sonuçta artık o senin değil, şimdi artık başkalarının. Çok hoş bir duygu. Çoğunun belli tavrı vardır onları biliyorsun. Bir adam var barbunya pilakisini yer ve gider. Biri mutlaka gelip kahve içer. Bir kadın var sadece çorba içmeye gelir. Bize gelip oranın ruhunu kavrayacak biri olduğunu anlarsak mutlaka bir şekilde kalıp müdavimleşiyor. Ama ilk intiba önemlidir. Kurduğumuz iletişim önemli. Duygudaşlık var, kediler için gelen var, Gönül ablanın kahvesi için gelen var, Türk kahvesini güzel yapıyor. Üniversiteyi dışarıda okuyan Diyarbakırlı öğrenciler sömestr zamanı mekanı dolduruyor. Instagram hesabımızın takipçilerinin yüzde 40’ı Diyarbakır gerisi farklı illerden. Veganlık, hayvan sevgisi ve özdeşlik oluşumu. Sur zamanı mesaj atıp kira yardımında bulunmak isteyenler olmuştu.”
Et yemeden nasıl yaşanır?
Çoğu kişiye veganlığın hala absürt geldiğini söyleyen Cahit, “İnsanlar et yemeden, süt içmeden yaşanabileceğine inanmıyor. Bunlardan biri de babam. Diyarbakır’a geliyor. Gabo tıklım tıklım. Ama o bana ‘Hadi Dağkapı’ya gidelim, beni ciğere götür’ diyor. ‘Baba diyorum ben seninle oraya gelirsem, biri beni görürse mekan batar’. Çok ısrar edince gidiyoruz, “Sen de ye, ben kimseye söylemem” diyor. İnanmıyor adam. Valla annene bile söylemem, diyor. Kasap olan amcam yine öyle. İki kez geldi Diyarbakır’a ama Gabo’ya gelmedi. Çünkü kavurmasız yaşayamaz. ‘Açlıktan ölsem senin lokantana gelmem’ diyor.
Cahit Şahin’in amcası gelmese de Gabo, veganların açlıktan ölmemek için gözde mekanı olarak dört yıldır etsiz yemek yapmayı sürdürüyor. Ne diyelim çare Gabo’da.
Bê goşt ji jîyan dibe! (Etsiz de yaşam olur)
(BD/AS)