Her şeye rağmen toplum, seçime yüksek katılımıyla toplumsal sorunların demokratik yol ve yöntemlerle sistem içinde çözülmesinden yana olduğunu gösteriyor.
Bu seçim bir açıdan Kürt sorunuyla yüzleşme seçimi oldu. Tablodan kimse ürkmemeli, heyecana gelip öfkelenmemeli ileri geri konuşmamalı. Bu sonuçlar kazanan ve kaybedenler için Türkiye’nin geleceği açısından iyi analiz edilmeli.
Bölgede yaşayanların 30 yıllık süreç sonrası çıkan mesajı anlamaya çalışılmalı, bugüne kadar kullanılan çözüm yollarının ne kadar başarılı olduğu değerlendirilmeli. Unutulmamalı ki 12 Eylül 1980 sonrası Türkiye’nin doğusunda yaşayanların çoğunluğu politikleşti, batıda yaşayanlar ise apolitikleşti. Bölgede cami çevresinde kahvehanede oturup namazı bekleyenler ya da işsizlikten kahvede oturup okey oynayan gençler politik analizleriyle insanı şaşırtmaktadırlar.
Bu sonuçlardan sonra önemli bir süreç başlamalı. Partiler kendilerindeki ve tabanlarındaki algıyı artık bir kenara bırakmalı, “sağ”duyu ile değil sağduyu ile bakmalı. Popülist bir politika ve kısa süreli oy kapma, propaganda ve sataşma taktiklerinin yerine, geleceği kurgulamalı. Bu soruna yaklaşımda yıpratma yerine geleceği daha güzel ve kutuplaşmayı önleyecek bir tarza dönüştürme çabası öne çıkmalı. Olumsuzlukla dolu, zikzakla giden süreci olumlu bir sürece dönüştürmeli. Bölgeler arası algılamalar değişmeli.
"Sesimizi duyun..."
Popülist politikalar, kısa süreli oylar gelip geçicidir. Oylar her zaman birilerine emanet gidebilir, bunun kıymeti bilinmeli. Derler ya emanete hıyanet olmaz. Asıl sorun, karşılıklı yaşanan acıların kalıcı olduğu, unutulmamalı. Yeni acıların yaşanmaması için ortaklıklar oluşturulmalı.
Bölgedeki sonuç şöyle okunmalı: Ayrışma diyen yok ama sesimizi duyun diyen çok…
DTP giderek tüm Kürt oylarını toparlıyor. Çünkü yılardır başka hiçbir parti Kürtlerle samimi güvene dayalı ilişkilerde başarılı olamıyor.
Bölgede son yıllarda güvenlik sorunu değil güven sorunu ön plana çıkmaya başladı. Alternatif gelişmediği sürece bütünleştirme yerine ötekileştirmeler öne çıkarsa bu tüm siyasi partilerin ve Türkiye’nin aleyhine olur.
Siyasi partiler 30 yıldır bu sorunla iç içe yaşayan yurttaşlara yönelik sağlıklı bir yaklaşım gösteremedi. Bölgedeki söylem veya soruna yaklaşım, 'oy kazandırır mı kaybettirir mi' anlayışıyla kumara dönüştürülmeye çalışıldı. Seçimler gelip geçici ama hayat tüm gerçekliği ile süregelmektedir.
Riyakârca tutumların güveni zedelediği gibi öfkeye de yol açabileceği unutuldu, dikkate alınmadı. Riyakârca tutumla Türkiye’nin bazı bölgelerinde oy artıran partilerin burada oy alamamaları ciddi ciddi düşünülmeli. Başkalarına bölge, kimlik partisi denilebilir ama, unutulmamalı birkaç yıl sonra, belki de şimdiden, bölgeden bakıldığında, onlarda 'bölge ve kimlik partisi' olarak algılanabilir.
Partiler burada söylediklerini her bölgede söyleyebilmeli. Kendi tabanında da bunu yaratmalı: Afyon’daki, Trabzon’daki, Tekirdağ’daki, Isparta’daki parti yöneticileri ile bölgedeki yöneticiler aynı yaklaşımda olmalı.
İllere, bölgelere göre parti politikası ve yönetici söylemlerinde farklılıklar söz konusuysa o zaman o partilerin ilkeleri ve ideolojisi tartışılır ve gerçekten popülist, rant ve oy peşinde koşan bir yapı akla gelir. Buna parti denemez. Olsa olsa çıkar ilişkisi ile yan yana gelmiş bir topluluk denebilir ve geleceğinin olamayacağını da bilmek zor değildir.
Son seçim tablosuyla Kürt sorununa bir açılım ve uzlaşma sağlanamazsa önümüzdeki ilk seçim Kürtler açısından referanduma dönüşebilir. İnsanlar göç almış büyük kentlerde (İstanbul, Mersin, Adana, İzmir, Aydın gibi) Diyarbakır’ın seçim başarısı ile coşuyor, kendilerini buruk hissediyorlar. Özellikle Ağrı, Mardin gibi kentlerde az oyla kaybettikleri için suçluluk psikolojisinden bile söz edilebilir. Bir dahaki seçimde oyunun burukluğunu hissetmemek için kenetlenme olacağını görmek gerekir.
DTP grubu ötekileştirilmeye rağmen çoğunlukla barış ve istikrar istemesi ile birlikte Meclis'te Türkiye’nin birçok sorunuyla ilgili çalışmaya gayret etti. TBMM'ye DTP'den seçilmiş olan milletin vekillerinin ötekileştirilmesine, isimlerinin dahi anılmamasına, millet oylarıyla tepki verdi. Vekâlet verdiği insanların dikkate alınmasını istedi.
TRT 6 gibi açılımlar önemli ve devam etmeli. Fakat bu süreç anayasal ve yasal düzenlemelerle yürümeli. Diyarbakır Sur Belediye Başkanı'na ve meclisine yapılanlar unutulmadı. Ahmet Türk’ün kendi grubunda Kürtçe konuşmasında yayının kesilmesi vb. Birçok yöneticinin Kürtçe nedeniyle yargılandığı da bilinmektedir. Bu nedenle, TRT 6 gibi düzenlemeler belirli bir kesime yönelik serbestlik olduğu ve seçim yatırımı yapıldığı varsayımını ortaya çıkarmaktadır.
Gazze için “one minute” diyen anlayışın burada çocukların tutuklanmasındaki, ceza almasındaki tutumu nedeniyle inandırıcılığı kalmadı. 2006 yılı 28-29 Mart Diyarbakır olaylarında başbakanın kadında, çocukta olsa müdahale edilmeli sözleri hala hafızalarda duruyor. Unutulmamalıdır ki yıllarca buradaki çocuklar potansiyel suçlu olarak görüldü. Kapkaç, tiner, çalışan çocuklar gibi şimdi de çatışan çocuklar, cezaevindeki 'siyasi tutuklu çocuk' sürecini başlattı.
30 yıllık sürecin mağdurlarının, yakınlarının, ayrışma düşünmeden, şiddeti benimsemeden geleceğe bakmaları bir şans olarak görülmeli.
Yardımlar etkisiz
Ergenekon sürecinde ayyuka çıkanların bu bölge için yeni keşfedilmiş bir süreç olmadığı unutuldu. Bu bölgede yaşayan herkes ismini Ergenekon koymazsa bile yapıyı çok yakından bilmektedir. Bu bilgiyi bire bir yaşadıklarıyla öğrendiler. Şemdinli’deki yargılama sürecinin sonuçlandırılmaması da olan güveni zedelemiştir. Ergenekon ile ilgili de aynı kaygılar devam etmektedir.
Bölgede idari, mülki, müdürlükler ve daire başkanlarıyla yapılan siyasi çalışma ve propaganda halkın kendisine ulaşmıyor.
Yapılan yardımların ise, siyaseti değiştirme ve etkilemede başarılı olamadığı anlaşılmıştır. Yapılan yardımların sadece bu bölgeye özgü olmadığı gibi rakamların yüksek olması da buradaki mağduriyeti ve yaşanan sürecin komplikasyonu olarak görülmelidir. Yeşil kart, eğitime destek, sosyal yardımlaşma gibi yardımlar vatandaş tarafından artık devletin asli görevi olarak görülmektedir ve doğrusuda budur.
Hükümet sahil kentlerinde ulusalcı bir anlayışla laik-antilaik çemberi içinde devletin yapısına yönelik bir tehdit gibi algılanırken, aynı hükümet bölgede devletin kendisi olarak algılanmaktadır. 22 Temmuz seçimlerinde statükonun mağduru olarak görüldü ve anlamlı bir oy aldı. Sonraki süreçte ise uygulama ve söylemleriyle statükonun kendisi gibi görüldü.
Her şeye rağmen hükümetin bölgede seçime sembolik düzeyde kalmayıp ciddi bir şekilde katılması olumlu olarak görülmelidir. Diğer partilerin bölgede ne kadar oy kaybettikleri hesaplanırsa hükümetin onlara fark attığı görülür. Diğer partilere bu sonuçlara göre bölgeden bakıldığında, onlar bölücü, bölge partisi, etnik parti gibi de değerlendirilebilir.
Hükümetin yanılgıları
AKP her şeye rağmen niye var da diğerleri yok? Onların olmayışını partilileri, halk, kamuoyu niye sorgulamıyor?
Hükümet 22 Temmuz sonrası bölgede yaşayanlara onlar için yerel yönetimleri, vekillerini ve sivil toplum örgütü yöneticilerini dikkate almadan her şeyi kendisinin doğru bildiği varsayımıyla hareket etti.
Geçmiş dönemde İslam dininin birleştirici etkisi üzerine çok konuşulmuştu, ama İslam dininin farklı kimlik, din, anadil, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi konulardaki yaklaşımı da bölgede yaşayanlarca iyi bilinmektedir. İslamın birleştiriciliği batıda da ön plana çıkarılsaydı belki olumsuz algılamadaki önyargıları kırmada yararlı olabilirdi.
Şimdi de hükümetin bölgedeki başarısızlığı kimi çevrelerce bakanlara indirgenmekte. O bakanlar bölge, kent bakanı değil ki, tüm Türkiye’nin bakanları. Buradaki başarısızlık hükümet belki de devlet düzeyinde ele alınmalı.
Hakkâri, Siirt ve Van’daki seçim sonuçları tartışılırken geçen Newroz kutlamalarında bu kentlerdeki mülki ve asayiş yöneticilerinin tutumu belki birçok yerde unutuldu ama yerelde unutulmadı. Ateş düştüğü yeri yakar. Siirt Emniyet Müdürü'nün Akın Birdal’a yönelik sözleri TBMM'de es geçildi. Aynı yöneticilerle yola devam edildi. Başbakan'ın Hakkâri’deki konuşması olumsuz etki yarattı.
Önümüzdeki dönem hükümet buna özen göstermeli. Bölgeyi bilen, parti yöneticisi gibi davranmayan, kucaklayıcı, gerginliği önleyen demokrat idareci ve yöneticilere önem verilmeli.
DTP’ yi bölge ve kimlik partisi olmakla suçlayan yapılar bölge ve kimlik partisi olması için DTP ve yöneticileriyle ne kadar uğraştıklarını unutmasınlar. Cemil Çiçek’in seçim sonrası söylemi ve geri adım atmaması bölgede statüko algısını pekiştirmektedir.
Bölgede AK partiden seçilen milletvekillerinin çoğunluğu belki de Kürt sorunu konusunda iddia sahibi değillerdi. Başbakan 75 Kürt parlamenterim var dediği an, toplum nezdinde bu konuda bir sorumluluk aldıklarını acaba fark ettiler mi? Kürtler, birkaç istisna çıkış dışında mecliste, gurupta, basında hatta ünlü Kızılcahamam etkinliklerinde bu milletvekillerinin bu konuda ne yaptıklarını merak ettiler.
Bölgede küresel krizin seçim sonuçlarına etkisine ilişkin, ekonomik kriz bölgede gerçekten teğet geçmiştir ve seçimdeki oyları etkilememiştir. Çünkü insanların kriz nedeniyle ne kaybedeceği bir işi ne de parası vardı.
Ayrıca seçim sonuçları matematiksel olarak incelense DTP oyları birçok yerde seçimin sonucunu etkileyebilecek düzeydedir...
Bölgede yıllarca oylarımız baskı ve tehdit yüzünden gizli diyen DTP'ye karşı şimdi de diğer parti yöneticileri oylarımız toplum baskısı nedeniyle gizli demeye başladı. Hatta baskı, tehdit, korku nedeniyle seçim sonuçlarının etkilediğini ileri sürenler bile oldu. Bu ne ironi!
29 Mart seçim sonuçlarıyla artık bütün partiler Kürt sorununda her şeyi ben bilirim anlayışıyla artık taban bulamaz. Sizin için en iyisini doğrusunu düşünürüm dönemi bitti. Kazanan veya kaybeden tüm siyasi partiler geleceğin sağlıklı kurgulanması için kendi statükolarını da sorgulamalıdırlar.
Artık tüm siyasi partiler kendi statükolarını kıstas alarak Türkiye’de bu sorununu çözümü için söz söyleyen, çaba harcayan aydınlara, kurumlara potansiyel suçlu “bölücü”, “hain” gibi tanımlamalardan vazgeçilmeli onların varlığı şansa dönüştürülmeli.
Popülist politikaların kısa süreli başarıları, yılların acımasızca getirdiği deneyimle artık hemen fark edilebilmektedir.
Başbakan'ın her şeyi ben bilirim anlayışı, bölge sivil toplum örgütlerinin yöneticileriyle görüşmesinde Diyarbakır Baro Başkanı'na söyledikleri unutulmadı. Son GAP raporunun açıklanmasından önce Kürt sorununa ilişkin büyük beklenti yaratılmıştı. Açıklanan programda ekonomi dışında bir açılımın olmaması hayal kırıklığı yarattığı gibi son yılların kaynağı belli olan programı da gölgeledi.
Dini bayramlarda nezaketen bile olsa DTP'yi ziyaret etmeyen, parti ismini anmayan, yok sayan Başbakan ve kimi kurum ve çevreler, ABD Başkanı Obama'nın DTP Genel Başkanı ile görüşmesi konusunda ne diyor acaba? 'Dolaylı yardım ve yataklık' mı?
Siyasette artık Kürtler yok veya sadece Kürtler var anlayışı bitmeli. Kürt kimliği denildiğinde sanki ayrı bir nüfus cüzdanı isteniyor gibi algılamalar sona ermeli. Tüm siyasi partiler, Kürt açılımıyla başka partileri güçlendiririm anlayışından ya da oy kazanır veya kaybederim anlayışından çıkmalıdır. Bu tutum Türkiye’de yaşayan her kesimin geleceğini ipotek altına almaktır.
Bu bölgede her adaylık sürecinde, yerel yönetimler, parlamento, sivil toplum örgütleri seçimlerinde, adayların bölgede yaşananlara bakış açısı artık kıstas olarak görüldüğü ve Kürt kimliğine bakış açısı ve saygısı dikkate alınmakta, bu tavır illa benim kimliğimden olsun gibi ırkçı, şoven bir tarzı içerlemediği de bilinmelidir.
Ahmet Türk, 12 Eylül sonrası cezaevinden çıktığında milletvekili adayıydı ve kendisini karşılayanlara o dönemin popüler olan kurumu YSE’ye (Yol-Su-Elektrik Kurumu) atıfta bulunarak yol, su elektrikten önce özgürlük istiyoruz demişti. Hizmet önemli ama kimliksiz hizmet artık hezimet yaratmaktadır. Belli bir noktadan sonra hizmetsiz kimlik siyasetinin de hezimet yaratabileceği de unutulmadan seçim sonuçları analiz edilmelidir.(Nİ/EÜ)
* Dr. Necdet İpekyüz, [email protected]