"Başka bir sultan da hem Avrupa'yı almak hem İslam dünyasını egemenliği ve yönetimi altına almak amacını güttü. Batının sürüp giden karşı saldırısı, İslam dünyasının tedirginliği ve ayaklanması ve hep böyle dünyayı ele geçirme düşünce ve emellerinin aynı sınırlar içine aldığı değişik unsurların bağdaşmazlığı sonuçta Osmanlı imparatorluğunu da diğerleri gibi tarihin bağrına gömdü."
Yukarıdaki lafları kim söylemiş olabilir? Seçenekler şunlar:
a) Bağdat'taki ABD Büyükelçisi Zalmay Halilzad
b) PKK lideri Abdullah Öcalan
c) ABD Başkanı George W. Bush
d) AB Dönem Başkanı Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik.
e) Hiçbiri.
"Vadi"yle gelen
Okurların büyük çoğunluğu herhalde (e) şıkkını işaretlemişlerdir. Çünkü hiçbiri değil. Peki, aynı soruyu "Kurtlar Vadisi Irak" filminden çıkan seyircilere yöneltsek acaba ne yanıt verirlerdi? Büyük olasılıkla çoğu (e) şıkkını işaretlemezdi.
Örneğin Vatan gazetesinde filmle ilgili olarak "Onların Rambosu varsa bizim de Polat Alemdar'ımız var" diye kabından taşan bir "Vadi" değerlendirmesi yazan Mine Şenocaklı'ya "peki kim söylemiş olabilir bu sözleri" diye sorsak, yanıtı bilemese de, tutarlı bir düşünce çizgisi izleyecekse, "bunu söyleyen bir Türk olamaz" demesi gerekirdi.
Çünkü Şenocaklı "Sadece namusu kurtarmak için yapılmış bir film değil bu," diyor değerlendirmesinde. "Türkiye'nin Osmanlı mirasına sahip çıkması gerektiğini anlatıyor için için... Belki Dışişleri'ndekiler dengeleri kolluyor, ama 7'den 70'e her Türk'ün kalbinden geçen de bu değil mi? İster Bosna'da, ister Azerbaycan'da, ister Irak'ta... En azından benim kalbimden geçen buydu..."
Bu sözlerin önemi, Şenocaklı tarafından söylenmesinde değil, kendisi gibi, bildiği yanıldığına yetmeyen binlercesinin aklından geçenleri patavatsızca ortalığa dökmesinde.
Kendisini "sadece Türk askerine reva görülen terbiyesizliğin (hesabını sormaya) değil, Iraklı komşuların da onurunu kurtarmaya..." yazgılı sayanlardan Şenocaklı. Ballandırarak anlatıyor filmi görenlere ve görmeyenlere: "'Onlar hayvan değil, insan!' diye gürlüyor fragmanlarda bir ses, köpeklerin saldırtıldığı Iraklı vatanseverlere yapılan işkencelere... Polat, Amerikan gizli servisinden birinin suratına elindeki çuvalı fırlatıyor..."
Ancak Şenocaklı'nın sempatileri Türklük ya da Araplık'la da sınırlı kalmıyor. "Kurtlar Vadisi" ile gelen her şeyi seviyor o: "Üç yıldır TV ekranlarına milyonları çeken 'Kurtlar Vadisi'nin derin devlet çocukları Polat Alemdar ile Abdülhey, bir de temiz kalpli mafya tetikçisi vatanperver, parada gözü olmayan, hak peşinde koşan Memati... Üçü bir hesap sormaya gidiyorlar Irak'a..."
Bu kadar açık sözlü olduğu için şapka çıkarmalıyız Mine Şenocaklı'ya. Herhalde Abdullah Çatlı'nın aile efradı bile yakınlarından, "Derin devlet çocuğu" diye söz etmez; mafya tetikçileri de "temiz kalpli, vatanperver, parada gözü olmayan" kişiler diye anıldıklarını işitse mahcubiyetten yüzleri kızarırdı.
Ağzına geleni söylüyor diye kızmamalı bu "genç gazeteci"ye, yazı işleri müdürünün bu haberdeki etik kusurları atlamasına da şaşmamalı. O ve yazı işleri müdürü "Kurtlar Vadisi" ve onun çevresinde kurulan algı ve söylem kalıplarının toplumun bir bölümünde nasıl içselleştiğine, ortalama Türk'ün nasıl bir ruh ve zihniyet dünyasında yaşar hale geldiğine ilişkin kültürel bir gösterge sunarak bir kamu hizmetinde bulunuyorlar aslında.
Çok değil bundan 10 yıl önce "Susurluk" skandalı patlak verdiği günlerde herkes gece yarıları evlerinin ışıklarını yakıp söndürerek "derin devlet"i aydınlığa çıkarmak için çırpınırken kim cesaret edebilirdi bu "mafya tetikçisi" övgüsüne? Hangi "yayın yönetmeni" Abdullah Çatlı, Mehmet Ali Ağca, ya da Haluk Kırcı'nın gazetesinin herhangi bir köşesinde göğe çıkarılmasına hoşgörüyle bakabilirdi? Kim inanırdı "iyi aile çocukları"nın mafya tetikçisinden bir "ayakkabı tamircisi" ya da "manav" gibi mahalle esnafından biriymişçesine söz edeceğine, onu teklifsiz bir sevgiyle böyle sarılıp sarmalayacağına. Bu on yılın "hak peşinde koşan", "parada gözü olmayan", yani sırf hayrına adam kesen tetikçi imgesine hayran bir gazeteci kuşağı doğurarak kapandığına inanmalı mıyız?
Osmanlı mirası ve "vatan"
Popüler kültür "Osmanlı mirasının ihyası"nı mafya tetikçilerine ihale ede dursun, bu zihniyetin yaygınlaşmasının doğurmakta olduğu asıl sorunsal "Kurtlar Vadisi" milliyetçiliğinin vatan tahayyülatı ile Türkiye Cumhuriyeti'nin gerçek egemenlik alanı arasındaki "sürdürülebilir olmayan" açık.
Öyleyse en baştaki soruya geri dönelim: O sözler kimin? "Kurt adamlar" ve "kadınlar" gözlerine inanamayabilirler ama, unutmuş ya da hiç okumamış oldukları o sözler Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün "Onuncu Yıl Nutku"ndan.
Hatırlayalım: "Dünyayı ele geçirme düşünce ve emellerinin aynı sınırlar içine aldığı değişik unsurların bağdaşmazlığı sonuçta Osmanlı imparatorluğunu da diğerleri gibi tarihin bağrına gömdü" diyordu, bu mirası reddederken.
Tutarlı bir Cumhuriyetçi, bir saltanat karşıtı olarak Mustafa Kemal Nutuk'ta akıl yürütme çizgisini şöyle sürdürüyor: "Osmanlı hanedan ve saltanatının sürdürülmesine çalışmak elbette Türk milletine karşı en büyük fenalığı işlemekti. Artık vatanla ulusla hiçbir vicdan ve düşünce ilgisi kalmamış bir sürü delinin devlet ve ulusun bağımsızlık ve onurunun koruyucusu yerinde bulundurulması nasıl uygun görülebilirdi."
Burada da durmuyor. "Kurtlar"ın "Osmanlı mirası"nı yeniden Türkler'e bağlayacak çimento diye gördükleri İslamiyet'i uluslararası politika kurgusundan bütünüyle dışlıyor: "Tutalım ki, Türkiye bütün Müslüman dünyayı bir noktada birleştirerek yönetmeye yönelsin ve başarılı da olsun. Pekiyi ama uyrukluğumuza ve yönetimimiz altına almak istediğimiz milletler derlerse ki, 'bize büyük hizmetler ve yardımlar yaptınız teşekkür ederiz. Ama biz bağımsız kalmak istiyoruz. Bağımsızlığımıza ve egemenliğimize kimsenin karışmasını uygun görmeyiz Biz kendi kendimizi yönetebiliriz. O halde Türkiye halkının bütün üstlenilmiş çabaları ve özverileri yalnız bir teşekkür ve dua almak için mi olunacaktır?"
Kürtler ve Kurtlar
"Vadi"dekilere sorsanız öyle diyorlar: "Komşunun onuru için". Gerçi laf oraya gelince "büyük Atatürk"ü de çok sevdiklerini söyleyecek, onun "kurtarıcılığı"nı yere göğe sığdıramayacaklardır. Ancak filmin başlangıç sahnesinin de ima ettiği gibi onlar, içten içe artık şuna inanıyor ya da halkın inanmasını istiyorlar: Cumhuriyet'in kuruluş prensipleri bölgesel ve küresel koşullar dolayısıyla artık aşınmıştır. Türkiye Misak-ı Milli sınırları içinde varlığını sürdüremez. Bu nedenle Türkiye bölgesel bir güç haline gelecek şekilde yayılmalı ve bölgesel üstünlük iddiasını sorgulayanlarla savaşmalıdır! Tez, bu.
"Genç gazeteci" işte bu nedenle "Kurtlar"ın hislerine tercüman olurken şu noktanın anlaşılmasını istiyor: "Sadece Türk askerine reva görülen terbiyesizliğin (hesabını sormaya) değil, Iraklı komşuların da onurunu kurtarmaya..." gidiyoruz.
İlk savaş hattındaysa Kürtler vardır! Kuzey Irak'ta kendi toprağıymışçasına lüks cipini koşturan "Vadi"nin baş "Kurt"una "Kimsin" diye sormaya kalkan Kürt askerinin "yanıtı öğrenmek" için hayatını vermesi gerekecektir.
Bu kurguda Türk Silahlı Kuvvetleri, Cumhuriyet'in egemenlik alanıyla sınırlanmış olabilir. Ama "Türk" öyle değil! Amerikalılara teslim olma emri veren Cumhuriyet'le işi bitmiştir "Türk"ün. Üsteğmen intihar ederken, "vasiyet"ini her hangi bir komutanına değil. "derin devlet çocuğu"na yazar o yüzden. "Kurtlar Vadisi" kendi bağlamında bir "ikili iktidar odağı"dır: Amerika Birleşik Devletleri'nin bölgesel hâkimiyetine karşı "Müslüman-Türk". Boşuna demez baş "Kurt": "Ben asker, politikacı ya da diplomat değilim. Ben Türk'üm". İşte bu Türk'e Cumhuriyet dar gelir. Bir "İmparatorluk" icap eder onun arzusunun nesnesine kavuşması için.
"ABD düşmanlığı"nın sınırları
Türkiye'de sadece bu çeşit Türkler yaşamıyor. Başka çeşitleri de var ve başka etnik kökenlerden ve uluslardan topluluklar da. Bunların büyük çoğunluğunu kapsayan Türkiye halkı ABD'nin Irak saldırısı olasılığı ortaya çıktığı günden beri saldırıya ve savaşa karşı olduğunu açıkça ortaya koydu. "tezkere"nin Meclis'ten geçemeyişinde bu toplumsal muhalefetin bütünüyle belirleyici olduğunu biliyoruz.
Ancak bu "Kurtlar"ın derdi o zaman da şimdi de başkaydı. Onlar Irak savaşına ilkesel olarak itiraz ediyor değillerdi. Onları ilgilendiren savaşın doğrultusuydu. Amerika Birleşik Devletleri'nin Irak'ın denetimi için İngiltere'nin dışında ortak aramadığını, Türkiye'nin Kuzey Irak'ta askeri varlığına özellikle Kerkük ve Musul'da söz sahipliği anlamına gelecek şekilde hoşgörü ile yaklaşmayacağını belli etmesinden sonra Türk sağında koyunun da koyusu bir ABD düşmanlığı yaygarası başladı. "Kurtlar Vadisi" Türkiye kamuoyundaki savaş karşıtı duyarlığı bu istilacı hassasiyetin payandası yapmayı gözettiği ve savaşa kategorik bir karşı koyuşu boş palavralarla içeriksizleştirdiği için de ideolojik olarak savaşa hizmet ediyor sonuçta. "Kurtlar"ın asıl derdi ABD'nin Irak'tan çıkması değil, Türkiye'nin Irak'a girmesi. Eğer bunu ordusuyla yapamıyorsa "Kurtlar"ı ne güne duruyor.!
Türkiye'nin her yeri ABD "tesisleri"yle dolu. Türkiye'nin bütün savunma sistemi ABD'nin merkezi denetleyicisi olduğu NATO'nun küresel düzenlemesi kapsamında işliyor. Türkiye, ABD'nin başlıca sermaye ihraç kapılarından biri. "Vatan", bu manada ABD'nin hâkimiyeti altında, ama ne tuhaf, "Vadi"nin "tetikçiler"i başına "çuval" geçirecek Amerikalı bulmak için Irak'ın altını üstüne getiriyor, nihayet ABD'de halledebiliyorlar işlerini. O kadar uzağa gidecek ne vardı, mesela İncirlik dururken?
Bu koyu ABD düşmanlığı bir bakıma Enver Paşa'nın İttihat ve Terakki Partisi'nin İngiliz düşmanlığına benziyor. Ancak tek fark "Kurtlar"ın Alman müttefiklerinin olmayışı. O da tamam olursa o zaman Osmanlı mirasına konmak için -mutatis mutandis- eksik bir şey kalmayacak: Ermeni katliamı yerine Kürt katliamı için seferber edilecek "Vadi" nüfusumuz hazır. Kafkasya'da açılacak cepheye Azeriler'i sürmek için orada Çatlı'nın yarım kalmış darbesini tamamlarız. Türk'ün himayesinden çıkıp da ABD boyunduruğu altına düşen Araplar "bir musibet bin nasihatten evladır" deyip Türk'ün ellerinde yükselecek hilafet sancağı altında toplanır. Bunun için Alemdar'ımızın âlemi göğüs cebinden alıp göndere çekmesi kâfi. Değmeyin keyfimize.
Ancak size şaşırtıcı gelmiyor mu bu "Kurt" vatanseverliğinin aslının da suretinin de hep başka "vatanlar"ı seviyor olması? Onlar Bosna'yı Boşnaklardan daha çok seviyorlar... Azerbaycan'ı Azeriler'den, Irak'ı Iraklılar'dan, Kürdistan'ı Kürtler'den, Filistin'i Filistiniler'den daha çok...
Onlar Türkiye'de yaşamayı da sevmiyorlar... En hızlıları İsviçre'de eroin işi yapar, ABD'de kontr-gerilla eğitimi alır, Azebaycan'da darbe tezgâhlar, Rusya'da ticaretini görürdü... Öteki Fransa'dan Romanya'ya, Bulgaristan'dan İsviçre'ye ihale takip ederdi. Bunların sureti "Alemdar"ın da bir ABD yurttaşı olmasına şaşmamalı. Tarikatçıların bir yerde mutlaka bulunsun istedikleri şey bir ABD pasaportudur her zaman: Kadiri Şeyhi Abdülkadir Şaşmaz'ın evladının da bir ABD pasaportu olacak elbette. Şaşmaz'a şaşılmaz....
Trajik komedya
Hegel'in sıkça hatırlanan sözü: "Tarihte her olay iki kez gerçekleşir" der. "Birincisi bir tragedyadır, ikincisi bir komedi."
Tragedya ABD'nin açık desteği altında gerçekleştirilen 12 Mart 1971 askeri müdahalesine karşı Türkiye devrimcilerinin açtığı silahlı direniş savaşıydı. "Amerikalı işgalci"yi, "NATO görevlisi"ni, "Siyonizm temsilcisi"ni rol icabı değil Türkiye'de yerleşik olduğu "üs ve tesis"lerinden hakikaten "almıştı" bu topraklar üzerinde yaşamış en hakiki ABD emperyalizmi karşıtları, bu topraklar üzerinde yaşanmış en hakiki, en kanlı canlı "anti-Amerikan" savaşta.
"ABD emperyalizmine karşı savaş"a çıkanlar ABD, İsrail, Britanya ve NATO çıkarlarına her darbe indirdiklerinde karşılarında kendi "derin devlet"lerini, derin şurada kalsın, basbayağı devletlerini buldular. O günden beri Mahir Çayan'ın eskimeyen tezini tarih her gün bir kez daha doğruladı: "Emperyalizm içsel bir olgudur. Emperyalizm uluslararası kapitalizmdir."
Ne acı... ABD emperyalizmine karşı hakikaten savaşan, onun ordu mensuplarının kafasına hakikaten "çuval geçiren" evlatlarının cellâda verilişini sessizce izleyen Türkiye halkı, bugün 34 yıl sonra rol icabı "ABD'ye kafa tutan" karikatür kahramanlarla hisleniyor. Onların, devrimci evlatlarının cellâtları soyundan olduğunu, bunamışçasına unutup en uyduruk poz kesmelere içi eriyor. "Bir çuval uğruna" göz göre göre iğfal edilmesine izin veriyor. Trajik bir komedya bu!
Ama belki de hiçbir şey o kadar tekdüze değildir. Hayat göründüğünden çok daha karmaşıktır. Eğer bir sinema filminin mesaj vermesi gibi, o mesajlara verilen tepkiler de başka bir mesajı aktarıyorsa, hiç reklamı olmadan "Kurtlar Vadisi" kadar seyirci çeken ve yenik devrimci kahramanıyla seyircisini özdeşleştiren "Babam ve Oğlum"u gösteren sinemaların koltuklarını dolduranların, o devrimciler için kitlesel bir ağıt yaktıklarını düşünemez miyiz? Kızıldere'nin 34. yılında buna "evet" diyebilmek ne kadar güzel olurdu. (EK)