Türkiye Kürtlerinin asimilasyon politikalarına karşı verdikleri mücadelede anadillerini ısrarla konuşanların büyük emeği vardır. Ahmedê Xani’den beslenen bu kuşak kendine Kürtçe konuşmayı, geliştirmeyi ve yaygınlaştırmayı dert edinmişti. Bu kuşak, Kürtçeyi hedef alan merkezileşme politikalarından sonra köylere çekilerek gözden uzak medreselerde Kürtçe eğitim verdi. Böylece Kürtçenin yaygınlaştırılıp işlevsel hale getirilmesinin yanında birçok Kürtçe eser de korunmuştur. Şüphesiz bunun, dilin dökümantasyonunun oluşturulması ve envanterinin çıkarılması konusunda büyük yararları olmuştur.
12 Mart 2003’te kaybettiğimiz Kürt dilbilimci ve edebiyatçı Feqi Hüseyin Sağnıç’ın bu anlamda özel bir yeri vardır. Halk arasında “Apê Feqi” veya “Mamê Feqî” olarak bilinen Sağnıç, adeta Kürtçenin “Rûspî”si (Bilge) ve seydası olmuştur. 1926’da Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Xoros köyünde dünyaya gelen Sağnıç uzun süre duvar işçiliği ve marangozluk gibi işlerle uğraştı. 1938 yılında girdiği medresede aldığı eğitimden sonra “Feqi” unvanına kavuştu. Kendi olanaklarıyla Latin harfleriyle okuma yazmayı da öğrenen Sağnıç, anadilinin dışında Türkçe, Arapça ve Farsça da biliyordu.
Sağnıç’ın birçok dile hakim olması onu doğal olarak dil üzerinde çalışmaya sevk etmiştir. Tabii her ne kadar bilimle ilgili bir konu olsa da yasaklı bir dilin üzerinde çalışmak esasında politiktir. Bunun sonucunda 1960’lı yıllardan sonra firari olduğu ve 12 Mart 1971 muhtırası 1980 darbesi sonrasında tutuklandığı dönemleri de yaşadı. Ona atfedilen suç, çalışmalarından dolayı “Kürtçülük” olmuştu. Bunca maceralardan sonra Sağnıç, 1984 yılında hayatının geri kalanını geçireceği İstanbul’a yerleşti ve dil ile ilgili çalışmalarını burada sürdürdü.
“Kürtlükte emeklilik yoktur”
1990’lı yılların başında Kürtçe üzerindeki yasağın hafiflemesiyle Kürt aydınlarının çalışmaları da yoğunlaşmıştı. Bunun için Kürt dili kurumları kurulurken aynı zamanda dergiler ve kitaplar yayınlanmaya başlamıştı. Kendini adeta Kürtçeye adayan Sağnıç da beraberindeki Kürt aydınlarıyla birlikte hareket etti. Bu nedenle 18 Nisan 1992 yılında Musa Anter, İsmail Beşikçi, İbrahim Gürbüz ve Cemşid Bender gibi aydınlarla birlikte kurduğu İstanbul Kürt Enstitüsü’nde Kürt dili, coğrafyası ve etnografyası ile ilgili çalışmalarda bulunan Sağnıç, aynı zamanda Enstitü’den bir yıl önce kurulan Mezopotamya Kültür Merkezi’nde Kürtçe dersler veriyordu. Bunun yanında başta Rewşen dergisi olmak üzere birçok yerde Kürt dili ve kültürü ile ilgili yazılar kaleme aldı.
Dilin yok olmasıyla halkın da kalmayacağını belirten Sağnıç, “İşgalcilerimizle aramızda tek fark var. O da anadilimiz” diyordu. Bunun için her koşulda ve her yerde Kürtçe konuşmaya özen gösteriyordu. Hatta Kürt olduğu halde Kürtçe bilmeyenlerle Türkçe konuşmadığı belirtiliyor. İşte Kürt dili bilinciyle Sağnıç, hayatının son anına kadar dili için çalıştı. Ona göre “Kürtlükte emeklilik yoktu, ölünceye kadar hizmet vermek” vardı. Öyle ki “Dîroka Wêjeya Kurdî” gibi kapsamlı eseri için gece gündüz çalıştı. Nihayet bitirip de Enstitü’ye redakte ettirdikten sonra yayınlanacağı sırada Sağnıç, bilgisayar başında başka bir çalışmayla meşgulken yüksek tansiyon nedeniyle beyin kanaması geçirir. Uzun süre komada kalan Sağnıç, 12 Mart 2003’te hayatını kaybeder.
Son kitabını göremedi
Hacimli ve kapsamlı “Dîroka Wêjeya Kurdî” kitabının yayınlanmasını heyecanla bekleyen Kürt dili aşığı Sağnıç, kitabının yayınlanmasını göremedi. O dönemde İstanbul Kürt Enstitüsü’nün başkanlığını da yapan Hasan Kaya şunları anlatıyor: “Seyda 44 gün komada kalır, 40 gününü de yine komada geçirir. Doktorlar, seydanın hareketlerini görmek için ailesini onunla buluştururlar. Eşi, oğlu ve kızı ona yaşayıp yaşamadığını sorar. Fakat bu sorulara hiçbir tepki vermez. Bu sefer ben Apê Feqi’ye söyledim: ‘Seyda! Kitabın basıldı, şimdi yayınevinde.’ Bunu söylediğimde gözlerini bana dikti. Ağzını oynattı. Sonra devam ettim: ‘Seyda! Irak’ta Kürtlerin devleti kurulmuş. Söz ki sen iyileştiğinde oraya gideceğiz ve sen Erbil Üniversitesinde kitabın üzerine konferans vereceksin.’ Bu sözlerden sonra mutluluğunu açık bir şekilde gösterdi.”
Ölümünden sonra Bitlis’in Tatvan ilçesine defnedilen Sağnıç’ın yayınlanan eserleri şunlardır: Hêmana Rêzimana Kurdî-1991(Kürdçe Dilbilgisi), Pêşerîya Hewisîna Zimanê Kurdî 1-1991-(Kürdçe Öğrenme Metodu 2), Pêşerîya Hewisîna Zimanê Kurdî 2 -1992 (Kürdçe Öğrenme Metodu 2),Yûsiv û Zuleyxa-1998-(Arap harflerinden latin harflere çevirme), Çîrokên Kurdî-1999- (Kürdçe fabl, derleme), Portreler-2000-(Kürd siyasi şahsiyetler), Dîroka Wêjeya Kurdî-2002- (Kürd Edebiyat Tarihi). Birbirinden değerli bu çalışmaları yapan Feqi Hüseyin Sağnıç adına her İstanbul Kürt Enstitüsü tarafından dil ödülleri de verilmektedir.
“Kürtçemiz medreselerden geliyor”
Kürt dilbilimci ve edebiyatçı Feqi Hüseyin Sağnıç’ın yeni kuşaklara tanıtılması için onunla ilgili belge ve bilginin derlenip toparlanması gerekiyor. Bu noktada 2014 Ekim ayında Alman ARD TV’den gazeteci arkadaşım Cemal Taşdan’la Kürt dili üzerine yaptığımız sohbet hayra vesile olmuştu. Cemal ağabey, Kürtçe ve anadili çalışmalarına olan ilgimden dolayı kendisinde Sağnıç’la ilgili bir video kaydının olduğunu söylemişti. Bu kayıt 2000 yılının Aralık ayında yapılmıştı. Cemal ağabey, o dönem İstanbul Kürt Enstitüsü’nün Aksaray’a taşındığını ve tabelasında “Kürt” sözcüğü olduğu için polislerin müdahale etmesi nedeniyle Hasan Kaya ve Sağnıç’la röportajı yapmıştı.
Feqi Hüseyin Sağnıç’ın bazı konularda neler düşündüğünün anlaşılması için röportajdan bazı kesitleri paylaşmak istiyorum. Kendini bir dilci olarak tanımlayan Sağnıç, İstanbul’a geldiği yıla kadar dil üzerinde çalıştığını belirtiyor. İlk başlarda Kürtçeden başka bir dil bilmediğini ifade eden Sağnıç şunları söylüyor: “Anadan doğma Kürtçeden başka bir dil bilmiyordum. 13 yaşında medreseye girdim. Medresede, Kürdistan medreselerinin genelinde, yani bu hangi devirde olursa olsun Arapça kitaplar, Farsça kitaplar öğretmenlerimiz bunu Kürtçeye tercüme etmek suretiyle bize anlatırdı. Hiçbir zaman Arapça veya Farsça herhangi bir kelime bize şey etmiyordu bize aktarmıyordu. Kürtçemiz de o medreseden gelmiş oluyor.”
Medreselerin tasfiye edilmesi
Sağnıç Kürt medreseleri hakkında değerlendirme yaparken ilginç noktalara değiniyor. Röportajda “Eski medreselerimiz var. Tamamen Kürt devletlerine bağlı medreseler. Bu, Sultan Mahmut zamanından Sultan Abdülmecit zamanına kadar devam edegelen bir örnekti. O zaman bütün bilimsel dersler mevcuttu. Fizik, matematik, geometri, kimya, müneccim dedikleri, yani yıldız bilimleri tamamen ders olarak talebelere verilirdi. Bu Sultan Mahmut’un kurmuş olduğu bir hikaye var, yani Kürt beylerini kontrol edip şeyi Kürdistan’ı ele geçirmek suretiyle kurmuş olduğu çalışmada Nakşibendi tarikatını güçlendirdi. Ve Kürt devletlerini de ortadan kaldırdı” diyen Sağnıç bunun üzerine Kürtlerin kendi güçleri nispetinde köylerde medreseler açmaya başladıklarını ifade ediyor.
Bu sebeple müderrislerinin de firari olduğunu belirten Sağnıç, devletin o dönemde birçok insanı sürgüne gönderdiğini, bunun üzerine kendilerinin köylerde saklandığını ifade ediyor. Devletten gizli bir şekilde medrese okuduklarını anlatan Sağnıç, 1960’lı yıllardan sonra imamlığın imam hatip mezunluğuna bağlanmasıyla medreselerin sayısının azaldığını söylüyor. Sağnıç, köylerde ve medreselerde birçok el yazması Kürtçe eserin bulunduğunu, ellerindeki eserleri de oralardan temin ettiklerini belirtiyor.
“Halayın gücü var toplumda”
Sağnıç’ın röportajda Kürtçenin olmadığı veya karma bir dil olduğu iddialarına da cevap veriyor: “Kürtçe, uzun yumuşak bir dildir. Türkçe kısa ve sert bir dildir. Kürtçe Hint-Avrupa dil grubudur. Türkçe Ural-Altay dil grubundandır. Kürtçe bükümlü dil grubuna girer. Türkçe eklemli dil grubuna girer. Yani şey olarak, bünye olarak Kürtçeden Türkçeye geçmiş kelime olabilir fakat Türkçeden Kürtçeye girmiş kelime olamaz. Arapçaya giremediği gibi. Türkçe Arapçaya da giremiyor. Yani uzun ve yumuşak dillere, aynı zamanda bükümlü dillere eklemli dil giremiyor. Ancak bu, Cumhuriyet’ten sonra ‘Ez yapmiş dıkım, takmiş dıkım, kesmiş dıkım’ böyle bir şey girmiş. Bunun da girdiğini kabul etmiyoruz. Çünkü bünye kabul etmemiştir. Mesela diyelim ki bir Arapçadan Kürtçeye girmiş kelime var. ‘ilm’ kelimesi. Ha Kürtçeye girmiş, ‘Ez elımim’. Kürtçe gramerine göre girmiş. Fakat Türkçe, ‘öğrenmek’ kelimesi. Kürtçeye girdiği zaman ‘Ez öğrenmiş dıkım, mın öğretmiş kır’ (Gülüyor). Dikkat ederseniz dil bünyesine alamamış. Ama bu siyasetin şeyiyle böyle kelimeler Kürtçeye girmiştir.”
Kürtlerdeki govend (Halay) çeşitlerine ve düğünlerde söylenen sözlere de dikkat çeken Sağnıç, bununla Kürtçenin özelliklerinin korunduğunu belirterek bir hikaye anlatır:
“Hatta diyorlar ki İngilizlerin bir gazetecisi Kürdistan’a gelmiş, gitmiş. Sormuşlar ‘Kürtler Nasıl?’. ‘Valla’ demiş, ‘Kürtler istikbale doğru gidiyorlar.’ ‘Hangi kuvvetle?’, diyor ‘O halayların kuvvetiyle’ (Katıla katıla gülüyor). ‘Halayların kuvvetiyle.’ Bakıyorum hakikaten 5-10 tane Kürt bir araya geldiğinde bir de bakarsın (gülüyor) başladılar bir halay çekmeye. O halayın çok gücü var toplumda.”
Röportajın sonunda Sağnıç Kürt dilinin bugüne ulaşabilmesinin nedenlerini de şöyle sıralıyor: Medreseler, folklor, dilin yumuşaklığı.
Sonuç olarak Anadolu ve Mezopotamya topraklarında yaşayan dillerin kaybolmaması ve yeni nesillere aktarılması için devlete düşen sorumlulukların yanında her halkın da kendi dilleri için emek harcamış aydınlarını ve kültürlerinin zenginliklerini tanımak amacıyla gayret sarf etmesi gerekiyor. Bu anlamda Kürtlerin de Feqi Hüseyin Sağnıç’ın ölüm yıl dönümünde onu tanıyıp anlamaları ve çocuklarına anlatmaları gerekiyor. (İG/ÇT)