Hala dünyanın en iddialı kültür ve sanat metropolü olan Londra'da, bir taraftan yine iddialı bir programla başlayan Londra Caz festivali, çevre Avrupa ülkelerinden dahi günü birlik izleyici çekerken; bu etkinliklere bir de Londra'nın en canlı göçmen gruplarından olan Kürt topluluğunun düzenlemekte olduğu "iddialı" bir film festivali eklendi.
Dünyanın her yerinden Kürt sineması yapan, katkı veren isimlerin katılmaya çalıştığı bu festival kuşkusuz, en çok Londra'da yaşayanları heyecanlandırıyor.
2001 yılından bu yana yapılmakta olan bu festivalin bu yıl yedincisi gerçekleştiriliyor. 17-24 Kasım tarihlerinde gerçekleşen ve 27 Kasım'a kadar panel, söyleşi, deneyim paylaşma gibi etkinliklerle süren festivalin prömiyer filmi, her yıl festivalde düzenli olarak yer alan yönetmen Hiner Saleem'in son çalışması olan "If You Die I Will Kill You" adlı filmiydi. Filmin gösteriminden önce Londra'daki Kürt topluluğunun farklı coğrafyalarından olan kesimlerini bir araya getiren gala gecesi, festivale destek veren, ilgi gösteren oldukça kozmopolit bir katılımla gerçekleşirken, Wenge Dur, Alan Dilan ve Hajar Zahawy film öncesi müziklerini katılımcılarla paylaştılar.
Festival programında 18 uzun metrajlı, 30 belgesel ve 55 kısa film yer aldı. Kısa filmlerin 20 tanesi 3. Yılmaz Güney Kısa Film Yarışmasında yarıştı. Festivalin son gününde ise ödüller dağıtıldı.
Sedat Yılmaz'ın "Press"; Umur Hozatlı'nın "Lost Freedom; Abdullah Yaşa, Ali Kemal Çınar ve M. Sait Korkut'un imzasını taşıyan Wenda (Kayıp) ve Shiar Abdi'nin "Meş" adlı filmler festival daha başlamadan herkesin ilgiyle beklediği filmlerdendi.
Bu film festivalinin Kürt topluluklarının göçmenlik serüveninde yarattıkları kültürel ortamlar ile kurumsal gelişmelerini sorgulamak açısından da önemi büyük. Dahası bu etkinlik adeta bir platform niteliğinde. Festival, aynı zamanda farklı Kürt coğrafyalarından kopup gelmiş Kürt göçmenleri aynı duygu ve heyecanın yanı sıra ortak bir çalışmayla bir araya getiren en önemli etkinliklerin başında geliyor.
Bu boyut Londra'daki Kürt topluluğu için oldukça önemli bir mevzu. Irak, İran ve Türkiyeli Kürt halklarının göçmenlikte ortak platformlar yaratmaları, onlar için oldukça önem taşıyan bir konu olmasına rağmen bunun önünde sadece politik bazı ayrımlar değil gündelik yaşama ait kültürel birikimlerin de etkisi olduğu görülmekte.
Göçmeliğe farklı tarihlerde başlamanın yarattığı bazı ayrımlar da öne çıkmakta. İngiltere serüvenleri daha erken başlayan İranlı ve Iraklı Kürtlerin artık Kürtçenin yanı sıra İngilizce konuşan bir topluluk olması; üniversite ortamlarında daha güçlü varlık göstermeleri, onları "Kürt Sineması"nın oluşumunda da farklı bir yere koymuş.
Festival program incelendiğinde programda yer alan filmlerin büyük bir bölümünün Irak ve İran Kürtlerinin çalışmaları olduğu görülüyor. "Kürt Sineması" gibi bir adla kurumsallaşmaya çalışan sinema çevreleri içinde bu grupların daha fazla yapımcı desteği gördüğü anlaşılıyor.
Festival içerik açıdan üzerine çokça konuşmayı hak ediyor. Ancak bu kısa yazı, festivalin katkıları; kurumsal alt yapısı, programın hazırlanış tarzı, katılımcı profile ve izleyici sürekliliği açısından gerçekleştirdiklerini kabaca da olsa aktarmayı hedefledi. Bunun için ödül töreni ile gerçekleşen festival kapanışından birkaç sahne ile yazıyı noktalayalım.
Festival komitesi, profesyonel bir girişimin yanı sıra oldukça heyecanlı bir gönüllü grupla bu program gerçekleştirmiş. Program sürecince herkes her şeye koşuyor. Protokol varlığının öne çıkarılmadığı heyecanlı bir ortam ve ilginç biçimde her yaş grubu bu etkinliği izlemeye çalışıyor. Ortamın ilginç yönlerinden birisi ise konuşulan diller!
On beş yıl önce Londra'da böyle bir etkinlik ortamında birinden bir şey rica edecek olduğunuzda bunu Türkçe söylerdiniz. Oysa artık yaygın biçimde Kürtçe ve İngilizce konuşuluyor. Bunda festivale İran ve Irak Kürtlerin katılımının yüksek olmasının da payı var. Ama Türkiyeli Kürtlerin göçmenlik tarihi, Londra'da İngilizce eğitim görmüş hatta İngiltere'de doğmuş büyümüş bir jenerasyonu yaratacak kadar yıllanmış.
Festival boyunca Avrupalı izleyicilerin de göze çarptığı bu kozmopolitlik, göçmenler açısından kuşkusuz yaşadıkları yere ait varlıklarına değer katıyor. İngilizlerle Kürtlerin sinema üzerine hararetli tartışmaları da koridorlardan eksik olmaması, bu durumu netlikle yansıtıyor.
Londra Kürt Film Festivali, Kürt Toplum Merkezi, KEA ve Halkevi'nin desteğinin yanı sıra ve çok sayıda kuruluşun maddi desteğiyle gerçekleşiyor.
"Kürtçe sinema güzeldir" sloganıyla tanıtım broşürünü bitiren komite, çalışmalarını izleyen yıllarda daha geliştireceği ümidini taşımakta. Onlara başarılar diliyoruz... (BŞ/EKN)